Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Ekonomide işler belirli bir süre baş aşağı gittiğinde ve bu kötüye gidiş süreci uzadığında karamsarlığın içinde iyimserlik tohumları yeşermeye başlar. Şimdi geldiğimiz noktada dünya ekonomisi için bu dönüş anına gelindiğini söylemek zor. Türkiye’de ise durum farklı. Bizim krizimiz daha kıdemli ve Türkiye’deki beklentiler de iyimser bir senaryoya daha hazırlıklı gibi. Eğer siyaset cephesinde yeni bir saçmalık yaşanmazsa 2002 yılına şöyle bir iyimser senaryo ile girmek mümkün gibi görünüyor:
• IMF’den ve ona bağlı olarak diğer kaynaklardan 15 - 16 milyar dolar ek dış kaynak gelmesi bekleniyor. Bu kaynağın miktarı kadar kısa sürede devreye girmesi önemli. Bu sağlanırsa Hazine ve bütünüyle ekonomimiz 2002 yılını sorunsuz aşma olanağını bulabilecek.
• Bankacılık sisteminin sermaye yapısını güçlendirecek adımların atılması ve sorunlu kredilerle ilgili düzenlemelerin devreye girmesi, banka sistemini yeniden reel sektörü kredilendirecek noktaya getirebilecek.
• Bekleyişteki değişim TL’ye talebi artıracak ve döviz kuru üstündeki baskı kalkacak, 2002’de TL reel olarak değer kazanacak.
• Reel faizler makul düzeylerde kalacak.
Hemen belirteyim ki bütün bu gelişmeler olursa Türkiye ekonomisi 2002 yılının özellikle 3. çeyreğinden itibaren büyümeye geçebilecek ve yılın bütününde ancak % 2 dolayında bir büyüme gerçekleştirebilecek, enflasyonu da % 45 - 50 düzeyine indirebilecek. Benim, ekonomimizi yakından izleyen uzman görüşlerine dayanarak geliştirdiğim iyimser senaryo da ancak bu kadar iyimser olabiliyor.

Dünya Ticaret Örgütü DTÖ’nün Katar’ın başkenti Doha’daki bakanlar toplantısı 11 Eylül sonrasının koşullarında yapılıyor. 11 Eylül kıyameti sonrasında ortaya çıkan ya da belirginlik kazanan gelişmelerin DTÖ toplantısına etkilerini birkaç başlık altında toplayabiliriz:

11 Eylül etkileri
• 11 Eylül öncesinde de durgunluk (resesyon) sinyalleri veren ABD ekonomisinin bir durgunluk içine girdiğine artık kesin gözüyle bakılıyor. Şu anda ABD’nin yanı sıra Avrupa’nın ve Japonya’nın da resesyona girmekte olduğu ve 2002 yılının ikinci yarısından önce durumda belirgin bir düzelme olmayacağı tahminleri ağır basıyor. Özellikle işsizlik oranlarındaki tırmanışın süreceği beklentisi kaygı yaratıyor. Bu ortamda DTÖ toplantısından dünya ticaretinin gelişme yolunu açacak kararların çıkması daha da büyük bir önem kazanmış bulunuyor. Böyle bir kararın Avrupa ve ABD’nin yeniden büyümeye geçmelerini kolaylaştıracak bir moral enjeksiyonu görevi yapması bekleniyor.
• Yeni bir uluslararası ticaret anlaşmasının yolunu açacak bir mutabakatın Doha’da sağlanması halinde bunun küreselleşmenin devamı açısından da önemli olacağı belirtiliyor.
• 11 Eylül olayları, küresel düzenin adaletsiz işleyişinin zengin ülkeler tarafından da anlaşılması için iyi bir fırsat yarattı. Küreselleşmenin sürmesini isteyenlerin, bunun ancak daha adil bir küresel düzen içinde mümkün olabileceğini artık kabul etmeleriyle bunun gereğini yapmaları kaçınılmaz bir zorunluluk olarak gündeme gelmiş görünüyor.
• 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan tablo, küreselleşme karşıtı grupları yeni değerlendirmelere ittiği için, Doha toplantısında küreselleşme karşıtlarının Seattle’dakine benzer bir engelleme eylemi yapmaları gündemde değil.

Doğan fırsat
11 Eylül sonrasında oluşan şartlar aslında küreselleşmenin sürekliliğini sağlamak isteyen ABD ve diğer zengin - sanayileşmiş ülkeler için ciddi bir fırsat yaratıyor. Bu fırsatın değerlendirilememesi halinde ise dünyadaki zengin - yoksul kutuplaşması yeni boyutlar kazanabilir, dünya ekonomisindeki resesyon derinleşebilir ve küreselleşme sürecinin kesintiye uğraması olasılığı daha da artabilir. Kısacası bu noktada küreselleşmenin mağdurları için bir şeyler yapmamanın bedeli hayli ağır olabilir.
Küreselleşmenin kararlı savunucularından olan Financial Times’ın kıdemli yazarı Martin Wolf, "limuzindekiler" diye nitelediği zengin ülkelerin, kendi geleceklerini güvenceye almak için yoksul ülkelere karşı daha anlayışlı davranmalarını isterken, küreselleşme karşıtlarının tanınmış isimlerinden Naomi Klein "kamikaze kapitalizmi"nin Doha’da da eski taktiklerini sürdüreceğini ve zenginlerin yoksul ülkeler lehine adımlar atmaya razı olmayacağını ileri sürüyor.

Tarım ve anti - damping
Zengin ülkelerden beklenen adımlar arasında 1) Zengin ülkelerin kendi tarım ürünlerine sağladıkları, günde 1 milyar dolara yaklaşan desteğin büyük ölçüde azaltılması; 2) Tekstil ürünleri gibi gelişme yolundaki, yeni sanayileşen ülkelerin ihracat potansiyeline sahip bulunduğu ürünlerdeki korumanın ve anti - damping uygulamalarının hafifletilmesi; 3) Yoksul ülkelere ilaç sağlanmasını mümkün kılacak şekilde patent uygulamalarına sınırlama getirilmesi öne çıkıyor. Yoksullar ve gelişmekte olan ülkelerin önemli isteklerinden biri de, bu alanlarda somut gelişme sağlanmadan çevreyle ve işçi çalıştırma koşullarıyla ilgili yeni düzenlemelerin DTÖ’nün gündemine getirilmemesi. Tarım desteği konusunda esnek davranmaya niyetli görünen Avrupa Birliği’nin ise bu yeni kurallar üzerinde ısrarlı olabileceğinden kaygı duyuluyor.

Güven sorunu
Dünya Bankası ve OECD gibi kuruluşlarca yapılan değerlendirmeler, korumacılığın azaltılabilmesi ve ortadan kalkması halinde yoksul ülkelerin de bundan çok kazançlı çıkabileceğini gösteriyor ama bugüne dek hep oyuna geldiklerini düşünen yoksulların, zenginlere güvenmeleri için somut adımlar görmeleri gerekiyor. 11 Eylül şoku, zenginlere artık bir şeyler yapmaları gerektiğini gösterdiyse, küreselleşme Doha sınavını geçebilir. Doha’daki başarısızlık ise küreselleşmenin üstündeki gölgeyi daha da belirgin hale getirebilir.
DTÖ Direktörü Mike Moore, bu tehlikeye dikkat çekerek "Doha’da uluslararası serbest ticaretin önünü açacak bir uzlaşmaya varılamazsa ikili ve bölgesel ticaret anlaşmalarının yaygınlaşacağı ve korumacılık eğiliminin artacağı bir döneme girebiliriz" diyor.

İngilizler için futbolun ne kadar önemli olduğunu, yıllar önce İstanbul’daki İngiliz Erkek Okulu’na (High School) kaydolduğum zaman anlamıştım. Kar, yağmur, çamur dinlemez, haftada iki kez öğretmen nezaretinde okulun futbol alanına götürülerek futbol oynamamız sağlanırdı. Doktor raporu getirmeyen her öğrenci, forma - krampon, tam teçhizat bu aktiviteye katılmak zorundaydı.
138 yıllık geçmişe sahip olan İngiltere futbol ligi şimdi futbolcuların grev tehdidiyle karşı karşıya. Televizyonlardan yayımlanan maçların gelirinden futbolcu üyeleri için % 5 pay talep eden Profesyonel Futbolcular Birliği, talebinin karşılanmaması halinde 23 Kasım’dan itibaren maçları boykot etme kararı aldı. Birliğin üyeleri arasında yaptığı ankete katılan 2.315 futbolcudan 2.290’ı grev kararını desteklediğini bildirdi. Profesyonel Futbolcular Birliği talep ettiği parayı (yaklaşık 25 milyon sterlin) futbolcularla ilgili eğitim ve sosyal yardım projelerine harcayacak.