Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Yeni rekorlara koşan New York borsasının gelişimi ABD ve dünya ekonomisini yakından ilgilendiriyor.

       1998'i iyi kapatan New York borsası 1999'a fırtına gibi girdi. Yılın ilk haftasında Wall Street'de tam bir şenlik yaşandı. 1998'i % 16'lık bir artışla kapatan Dow Jones endeksi yılın ilk beş işgününde % 5 sıçrayarak tarihinde ilk kez 9,600 puanı geçti. Teknoloji hisselerinin ağırlık taşıdığı NASDAQ endeksindeki haftalık artış ise % 7'yi buldu. 1998 yılında bazıları % 1000'e varan artışlar gösteren internetle ilgili şirketlerin hisseleri inanılmaz tırmanışını sürdürdü, bunlardan Amazon bir haftada % 47, Yahoo % 44 prim yaptı. Borsa yükseldikçe neşeleri daha da artan "boğa"ların sözcülüğünü yapan piyasa analisti Ralph Acampora, Dow Johes endeksinin 1999'da 11,500 puana kadar yükselebileceğini iddia etti.

       Servet efekti

       New York borsasında oynayanların bu tablodan şikayetçi olmaları her halde düşünülemezdi. 1997 ve 1998 sonbaharında kaygı dolu birkaç hafta yaşamışlardı ama borsaya akan paranın gücü sonunda ağır basmış ve borsadaki yükseliş trendi yeniden başlamıştı. Hisseler yükseldikçe hisse ya da hisse fonu sahiplerinin servetleri de artmış oluyordu. Böylelikle zenginleştiğini hisseden insanların ellerine geçen parayı olduğu gibi harcayarak iç talebi canlı tutmaları bu güzel masalın sürmesini sağlıyordu. Johnnylerin ve Janelerin gelirlerinin de ötesinde borçlanarak tüketimi sürdürmeleri ise yalnızca ABD ekonomisini değil dünya ekonomisini de ayakta tutuyordu. Dünya ekonomisinin % 20'sini oluşturan ABD'de talebin canlı olması ithalatı da kamçılıyor, ABD büyük dış açıklar verirken Amerikan pazarı durgunluk içindeki dünyanın malını çeken bir cankurtaran görevi yapıyordu.
       Kimilerine göre bu parlak tablo ABD ekonomisinin yeni gücünü kanıtlıyordu. Teknolojide ve iş yönetiminde atılım yapan, bütçe fazlası veren ve işsizliği yokeden ABD ekonomisini eski kriterlere göre değerlendirmek yanlıştı. ABD'de artık "yeni ekonomi"nin kuralları geçerliydi ve buna göre borsadaki tırmanışın gündeme getirdiği "mutluluk zinciri"nin sürmesi mümkündü. Sanki ekonomide "sonsuz saaddet"in sırrı bulunmuştu.

       Kaygılı bekleyiş

       Ancak bu iddialara katılmayan ve Wall Street'de şişmekte olan balonun, tarihteki benzerleri gibi, bir gün mutlaka patlayacağını ve bunun bir dizi olumsuz gelişmeye yol açacağını düşünenler de var. Bunların üzerinde durdukları gelişmelerden biri, ABD'de özel kesimin tasarruf oranının(grafikte görüldüğü gibi) sürekli olarak düşmekte olması. Hanehalkı ve şirketler varını yoğunu harcıyor; net özel tasarrufların milli gelire oranı sürekli gerilerken borsa yükselişini sürdürüyor.
       Pekiyi ama borsadaki çılgın yükselişin yerini bir düşüşe bırakması halinde ne olacak? Bu kez servetlerinin azaldığını hisseden Amerikalılar tüketimlerini kısmayacak mı?
       Yapılan hesaplar borsadaki % 20'lik bir gerilemenin ABD'nin GSMH büyüme hızını %1, % 40'lık bir gerilemenin de % 2 dolayında düşüreceğini ortaya koyuyor. Yani borsadaki balon sonunda patlayıp böyle bir düşüş yaşandığı taktirde ABD ekonomisi durgunluğa doğru sürüklenebilir ve zaten parlak durumda olmayan dünya ekonomisini de peşinden sürükleyebilir. ABD borsasındaki şirketlerin beklenen karlarının, hisse fiyatlarının tırmandığı düzeyleri destekleyecek düzeyde olmadığı yolundaki iddialar da böyle bir düşüşün ergeç yaşanacağını düşündürüyor. Bu arada Brezilya'dan gelebilecek olumsuz haberler de iyimser havanın dağılmasını ve borsanın düşüşünü gündeme getirebilirdi.

       Kaygılar yersiz mi?

       Bir süre önce İstanbul'da dinlediğimiz ünlü iktisatçı Rudiger Dornbush, Wall Street'de bir düşüş yaşanabileceğini kabul ediyor ama bunun ABD ekonomisinde ciddi bir daralmaya yol açacağını düşünmüyor. Bütçe fazlasının yönetime büyük bir manevra alanı kazandırdığını vurgulayan Dornbush, Federal Rezerv'in faiz silahını da kullanarak her türlü durgunluk olasılığını önleyebileceğini ileri sürüyor.
       Bu tartışmada kimin haklı çıkacağı yalnızca Amerikalıları değil aslında hepimizi ilgilendiriyor çünkü ABD ekonomisi, hele bugünkü koşullarda dünya ekonomisinin geleceğini belirleyebilecek bir konumda. ABD hapşırırsa dünya ekonomisi daha beter nezle olacak. Bu nedenle Wall Street'de şişirilmekte olan çekici balonu yakından izlemekte yarar var.


       İlginç bir haftaydı doğrusu. Hükümet kurma çalışmaları 45 gününü doldurdu. Düşürülen, hevesi kursağında kalan ve hevesini yıllardır koruyan üç "başbakan"dan açıklamalar dinledik. Askeri kesimden üç ayrı açıklama geldi. İş aleminde büyük şokların sinyalleri duyuldu. Ve Cumhurbaşkanı Demirel, "dizimizi dövmeye gerek yok", diyerek hepimizi rahatlattı.(!)
       Önce en çalımlı haliyle başbakanlığa soyunan ve kendinden fevkalade emin açıklamalar yapan Yalım Erez'in nasıl çalım yediğini izledik. Bu trajikomik serüven sonunda Sayın Erez'in kendi iddia ettiği gibi mağrur mu yoksa mağlup mu, mağdur mu, mağmum (gamlı, tasalı, kederli) mu, mağbun(aldanmış, alışverişte kandırılmış, şaşkın, şaşırmış) mu ya da mağmur(harap, adı sanı silinmiş) mu olduğu tartışılıyor şimdi.
       "Şu memleketi bana bırakın, altı ayda her şeyi hallederim", ekolünün bir başka temsilcisi de gündemdeydi geçen hafta. Kendi çapında bir imparatorluk kurmakla övünen Cavit Çağlar'ın bir bankasına devlet el koydu, ortak olduğu diğer bankadaki hisselerini elden çıkardı, NTV'yi sattığı söyleniyor, toplam borcu hakkında dudak uçuklatan rakamlar telaffuz ediliyor.
       Yıl 1992. Başbakan Demirel, hükümeti eleştiren TÜSİAD'a öfkeleniyor, has adamı ve devlet bakanı Cavit Çağlar'ı TÜSİAD'ın üstüne salıyor. O dönemde TOBB Başkanı olan Yalım Erez, hemen Çağlar'a arka çıkıyor ve o da TÜSİAD'a saldırıyor.
       Şimdi yıl 1999; siyasetteki çıkmaz ekonomiyi çökertiyor; Baba'nın konağından çıkanlar birbirlerini çelmelerken Türkiye'nin sorunlarını kimlerin çözemeyeceği her geçen gün daha iyi anlaşılıyor.


       The Economist dergisinin yayınladığı veriler 1998 yılında en büyük değer artışı sağlayan borsanın Seul borsası olduğunu, ikinci sırada ise Atina borsasının yer aldığını ortaya koyuyor. Dolar bazında getiriler esas alınarak yapılan karşılaştırmaya göre İstanbul Menkul Kıymetler borsası(İMKB) ise Rusya'dan sonra en büyük kayba uğrayan ikinci borsa olmuş geçen yıl.
       Güney Kore'deki tırmanışın nedeni geçen yıl yaşanan çöküş sonrasında dolar bazında çok ucuzlayan hisselerin ilgi görmesine bağlanırken Yunanistan'ın kendisini tek para(Euro) hedefine kilitleyerek istikrar yolunda attığı olumlu adımların Atina borsasını da olumlu etkilediği görülüyor. Geçen yılın en iyi getiri sağlayan borsası olan Moskova borsasının ise bu yıl değerinin % 95'ini yitirerek yeni bir rekor kırdığı görülüyor.
       İMKB bir yandan Rusya krizi sonrasında, Türkiye'nin da aralarında bulunduğu "emerging market" denen ülkelerden sermaye kaçışının kurbanı olurken diğer yandan siyasetteki istikrarsızlıktan ve ekonomideki daralmadan da olumsuz etkilendi ve tarihinin en kötü yıllarından birini yaşadı. Dış kaynak bulamayan Hazine'nin borçlanma faizlerinin aşırı yükselişi borsayı fena vurdu. Bu arada ekonomideki daralmadan olumsuz etkilenen ve finansal yükleri artan şirketlerin karlarında beklenen düşüşler de İMKB'nin toparlanmasını zorlaştırıyor.
       Siyasetteki belirsizliğin sürmesi ve ekonomiye dış kaynak girişini sağlayabilecek adımların atılamaması, İMKB'deki yükseliş umutlarının şimdilik kısa ömürlü olmasına yol açıyor.