23.02.2018 - 11:20 | Son Güncellenme:
Kamboçya'nın Koh Rong Adası'nda işletmelerden tutun da ada ulaşımına kadar hakimiyet Türklerde.
Kamboçya'nın güneybatısında yer alan Koh Rong, ülkenin en büyük ikinci adası olma özelliğine sahip. Türklerin, adanın kurulmasında da büyük payları var.Bu adada işletmelerin bir kısmı Türklere ait, bir kısmında da Türkler çalışıyor. Başka bir deyişle Kamboçya’nın Türk adası. Koh Rong'un elektriğiyle, internetiyle, ada ulaşımıyla da Türkler ilgileniyor.
Neredeyse adanın üç mekanından biri Türklere ait ya da bir Türk çalışıyor. “Neden buradalar? Adaya nasıl geldiler?
1999’da sinema televizyon bölümüne girdim. 2012’ye kadar okudum. Sistemle aram iyi değildir. 1.5 yıla yakın kameramanlık yaptım ve bana göre olmadığını anladım. Kabak Koyu’na taşındım. Sonrasında Nepal’e taşındım ve turist vizesiyle beş ay kaldım. Tayland’da da bir süre vakit geçirdim ama vize sıkıntısı vardı.Kamboçya hakkında araştırma yaparken internetten vize alındığını gördüm. Sonra işletme sahibi olan bir adama mail attım. “Gelip çalışayım, elimden her iş gelir” diye. Cevap vermedi ama kalkıp geldim. O sırada barda çalışan iki kız işi bırakınca bana fırsat doğdu. Devamında Koh Rong Adası’ndaki bir arkadaşıma mesaj attım “İş var mı?” diye. “Gel” dedi. Bahçıvan olarak geldim, amele olarak çıktım.
Sonrasında Sakıp ve Bora adında iki Türk’ün şirketine dahil oldum, onlar da beni adadaki amelelerin başı yaptılar. Adalardan birinde çalışırken, Kamboçyalı bir kıza âşık oldum. İş için 3.5 ay o adada kaldım. Şirket her gün botla bize ekmek gönderiyordu, ben de her gün ekmeklerden birini kıza veriyordum, konuşabilmek için. Zamanla arkadaş olduk derken evlendik ve bebeğimiz oldu. Artık çoluk çocuğa karıştığımdan anakaradan adaya geçmek için binilen feribotların bekleme restoranını işletiyorum. Daha düzenli bir hayatım var.
Gelmeden önce İstanbul’da doula’lık eğitimine başlamıştım. Doula doğum öncesi, doğum anı ve sonrasında kadınlara ve ailelerine destek verecek şekilde tıbbi olmayan eğitim almış profesyonel kişidir. Hem Kamboçyalıların hem de Kamboçya’da yaşayan yabancıların doğumlarına girme imkanım oldu. Zaten Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Türkiye’de doğumun medikalleşmesi ve kadınların doğum deneyimleri üzerine bir doktora tezi yazdığım için buradaki doğum pratiklerini görmek, Türkiye’deki doğum süreçleriyle benzerlik ve farklılıklarını gözlemlemek benim için ayrıca besleyici oldu.
Özel masaj koltuklarının olduğu lüks otel odası gibi doğal doğum odası olan pırıl pırıl özel kliniklerde de doğumlara girdim, koridorlarında hamamböceklerinin olduğu 1960’lardan kalma devlet hastanelerinde de... Bu Kamboçya’nın özeti gibi. Hıristiyanlardaki vaftiz gibi, Budist rahip tarafından bebeğin sularla kutsandığı bir tören yapılıyor. Aslında sadece yakın aile üyeleri katılıyor ama beni de çağırıyorlar.
Doğma büyme İstanbulluyum. Bakırköy’de yaşıyordum. Uzak yol gemi kaptanıyım. İstanbul’un kalabalığından çok bunaldığımda Antalya ya da İzmir’e taşınmayı düşündüm ama denizcilik sektöründe iş imkanı kısıtlı oralarda. İstanbul’dan arkadaşım Sezgin burada yaşıyordu, o çağırınca geldim ben de onun yanına. Bizde hep böyledir, bir Türk gidince diğerleri de peşinden gider. Japonya’da Tokat Erbağ’dan binlerce kişi yaşıyor. Burası da böyle, bir sürü Türk var. Bence herkes burayı gelip görmeli. Ben tadın paylaştıkça arttığına inanıyorum.
Denizciliği bırakmasaydım şu an 30 bin lira para alıyor olacaktım ama 20 yılım o kargaşa içinde mi geçecekti, hep bunu düşündüm. Günde kendine üç saat ayırabiliyorsun. Üç saat için yaşamak anlamlı gelmiyor bana. Burada her şey bana ait. İstediğim gibi yaşıyorum. Bir tişört, bir şort yetiyor. Ayakkabıya gerek yok, terlik bile giymiyorum. Bir daha hiçbir zaman kazak, mont almam gerekmeyecek. Cep telefonu, bilgisayar bile aramıyorum. Bir tişört alıyorum, yırtılana kadar giyiyorum.
İstanbul’da sürekli bir şeyler alarak kendini mutlu etmeye çalışıyorsun. İstanbul’da vakit bulamadığım her şeyi burada yapıyorum. Çok fazla kitap okuyorum, marangozluk yapıyorum hobi olarak, sürekli kumsaldayım. Denize girsem mi girmesem mi diye düşünüyorum sadece. Tek derdim bu.
Burada daha az kazanıyorum ama ay sonunda cebime kalan para daha fazla oluyor. Ormanın içinde kendimize bungalov yaptırdık, orada yaşıyoruz. Maymunlar geliyor bungalova filan. Burada Halley’in adı çokopay, maymun geçen gün geldi çokopayımı çaldı. Buradaki sıkıntılar böyle. Örümcekler, sinekler ve maymunlara kısacası buranın habitatına alışırsan çok mutlu yaşarsın.
"Boş durmamak, bir şeylerle ilgilenmek için bakkalda çırak olarak çalışmaya başladım ama arkadaşımla birlikte partiler de düzenliyoruz. Organizasyon ve müzikle ilgileniyoruz. Daha da ilerleteceğiz bu işi. Belki ileride bir bar açarız. "
"Buranın tek problemi bir garantinizin olmaması. Bir kral var ve o ne derse öyle oluyor. Mesela burada yatırım yapmak için gözünü karartman gerekiyor. Kral bir gün çıkıp “Yabancılar gitsin” derse, bırakıp çıkmak zorundasın. Kazandığım kadarı kardır deyip gitmeyi göze almak gerekiyor. Hiçbir şeyin garantisi ya da sigortası yok."
"Erkek arkadaşımla Kamboçya’ya gelmeye karar verdik. İkimiz de aşçıyız. Her şeyi ayarladık, son anda o gelmekten vazgeçti. Ben tek başıma geldim. Sekiz aydır buradayım, alıştım ama kolay olduğunu söyleyemem. Bir başkasının hayalini yaşıyorum diyebilirim. Kumda yürümeyi hâlâ beceremiyorum mesela. "
"Çok güzel yanları da var burada yaşamanın. Şehirde yaşarken biz toplanıp Belgrad Ormanı’na giderdik yürüyüş yapmak için. Burada ormanın içinde uyanıyorum. Her kadın gibi alışveriş yapar, giyinir, süslenirdim. Burada tek bir elbiseyle geziyorum. Alışamadığım şeylerden bir tanesi yemekler. Allah’tan ben kendi yemeğimi kendim pişirebiliyorum."
"Adaya gelmeden önce Kamboçya’da çalıştığım bir restoranda Khmerlerin çalışanlar için yaptığı yemeklerden yemek zorunda kalıyordum, ağlayarak “Ne kadar güzel olmuş” dediğimi hatırlıyorum. Bizim damak tadımızla uzaktan yakından alakası yok! Ağustos gibi Türkiye’ye döneceğim çünkü annemi ve kedimi çok özledim. Buraya geri gelirken bu defa kedimi de getireceğim. En çok da Moda’da rakı içmeyi özlüyorum. "
"Hikayem biraz karışık. Boğaziçi Psikoloji mezunuyum. Senarist olarak iki uzun metrajlı film senaryosu yazdım, biriyle Berlin Film Festivali’ne seçildim. Kanal D’de yayınlanan bir dizinin altı bölümünün senaryosunu yazdım. Büyük firmalar için eğitim filmleri çektim. Üç ayrı eğitim kurumunda film yapım dersi ve görsel efekt dersi verdim. Farklı ajanslar için reklam metinleri yazdım, reklam filmleri çektim. Bir uydu kanalı için onlarca TV programı yaptım. 2011’de tüm bu işleri bırakıp stok video işine yoğunlaştım. Şu anda dünyayı gezip video çekiyorum. Karışanım edenim yok, haritadan ülke seçiyorum ve oraya gidiyorum."
"40’tan fazla ülkede bin civarı şehir ve köy gezdim. 10 binin üzerinde video ürettim, bildiğim kadarıyla Türkiye’deki en büyük kişisel stok video arşivi bende. Sabit yerleşim yeri diye bir şeyim yok, Orta Asya’daki atalarımızın dijital dünya versiyonu bir göçebeyim ben. Eşya miktarımı minimum tutup sürekli seyahat ediyorum. Yıllardır videoları işlemek için hep üç-beş aylığına Kamboçya’ya gelip gidiyorum. Şu anda da bir roman yazıyorum."
"Blogumda Kamboçya’nın hâlâ komik ve tuhaf gelen bir bürokrasisi var. Net bir şekilde belirlenmiş rüşvet tarifeleri var. Trafik cezasında, polis lokal halktan 1.25 dolar, uzun süre yaşayan yabancıdan 2 ile 5 dolar arası, kısa süreli turistten 10 dolar rüşvet alır."
"Karakola girersin, tüm polisler hamaklarında uyurlar. Özellikle ikinci el motosiklet veya araba almanın, bisiklet almaktan farkı olmaz. Devlete hiçbir şey bildirmezsin (İstersen bildirirsin elbette ama kimse bildirmez). Yani ülkede bürokrasiye girmene pek gerek yok ama girmeni gerektiren durumlar olduğunda, bu bürokrasiye alışmak cidden zaman istiyor."