Biraz nostaljik ve bir parça‘tozlu’Ankara Sanat Tiyatrosu Nâzım’ı "Yolcu" ile anıyor. Oyun on yıl aradan sonra Rutkay Aziz rejisiyle ikinci kez prömiyer yapıyor.TÜREL EZİCİTiyatronun küçücük fuayesi, hıncahınç dolu. AST’ın tarihinde her zaman en vefalı seyirciyi oluşturan üniversite gençliği çoğunlukta ve çoğunun davetiyesi yok. Gişeyi çekinik gözlerle selamlayıp, "geç" işareti alıyorlar. Oyunu ayakta seyretmeye razılar ya da merdivenlere oturarak. Onların umutlu yüzlerine, enerjisine, Ruhi Su’nun davudi sesinden bir seferberlik havası usul usul eşlik ediyor. Birazdan bu seremoniye Nâzım da katılacak. Sunak taşında ve bu "cehennem ve cennet" ülkenin, gerçeğine feda ettiği sayılarca insanından biri olarak...
Tiyatro’da en temel özellik bir topluluk ruhu yaratmaksa, daha oyun başlamadan katılıp paylaştığımız diri, sıcak atmosferin bu ruhu en saf biçimde yansıtışına tanık oluyoruz: Üstelik de tiyatro alanında güvendiğimiz gerçek sanat kalelerinin popüler olana bir bir teslim olduğu şu günlerde...
Bazı kaynaklara göre Nâzım "Yolcu"yu, mahpusluk yıllarının başlarında (1939 - 1941) yazmış; ancak 1966’da, şairin ölümünden sonra kitap olarak basılabilmiş. Oyunun mekânı, seferberlik yılları Anadolu’sunda, karla kaplı bozkırın ortasında kaybolmuş bir tren istasyonu. İstasyon şefi, tutkulu karısı ve makasçı, zamanın adeta durduğu bu üç kişilik kapanda, iletişimsiz, sevgisiz, umutsuz, öylece beklerler. Anılarından artarak süren ölümcül yoksunlaşmanın tehdidiyle yaşanan yasak cinsellikten ve sözde kalan bir öç düşüncesinden başka hiçbir varoluş ortaya koyamazlar. İçinde bulundukları kötürüm edici gerçeklik, Beckett’in "Godot’yu Beklerken" (1952) oyunundaki saçma durumu andırır. Dama oyunu, iki erkek arasındaki hesaplaşmanın hem paravanı hem dramatik gerilimin aracı hem de yaşama oyununun soyutlamasıdır. Apansız gelen yolcu, sanki onların Godot’sudur. Onları soyutlandıkları dış dünyayla, yaşamın, varoluşun anlamıyla yeniden buluşturur.
Nâzım "Yolcu"da diyalektik düşüncenin sınırlarını aşan, Beckett’e özgü ve ondan on yıl önce,
son derece modernist bir açılım yakalar. Ne var ki biçimde klasik geleneği izlemesi belki de ideolojik bağın getirdiği iç denetim, şairin bunu gereğince değerlendirmesini olanaksız kılmış gibi. Bu bağlamda, AST’tan keyifle izlediğimiz ama biraz nostaljik, bir parça "tozlu" bulduğumuz oyun, daha cesur bir okuma biçimiyle yorumlanıp parlatılamaz mıydı, diye düşünüyorum.
AST’ın İstanbul’a verdiği önemli göçlerden biri olan Altan Erkekli’nin rolünü (istasyon şefi),
Devlet Tiyatrosu’nun değerli oyuncusu Erdal Küçükkömürcü oynuyor. Bu değişiklik dışında ilk kadro aynı rolleri paylaşıyor. Erdal Küçükkömürcü ve Altan Gördüm’ün, -özellikle dama oyunundaki- başarılı yorumları, Levent Ülgen’in yolcunun saflığını, Milli Mücadele’ye adanmışlığını yansıtışındaki inandırıcılık, şefin karısında Nurhan Özenen’in, tüm olumsuz yönlerine rağmen, zaman zaman yüreğimize hafifçe dokunuşundaki incelikli yorum, oyunu amacına ulaştırmaya yetiyor.
Ankara Sanat Tiyatrosu(0312) 425 02 56
"Yolcu".
Yazan: Nâzım Hikmet.
Reji: Rutkay Aziz.
Müzik: Ruhi Su.
Çevre düzeni: Yalçın Emiroğlu.
Oyuncular: Levent Ülgen, Nurhan Özenen, Altan Gördüm, Erdal Küçükkömürcü.
KÜLTÜR & SANAT