Bugüne kadar yerleşim bölgelerini titizlikle belirledik mi?
Belirlemedik.
Öyleyse önce buradan başlayalım, kaygan ve ovalık bölgeleri iskana açmayalım.
Konutları gevşek toprağa sahip arazilere yaptırmayalım.
İmar planında konuta ayrılmış yerler dışındaki yerlere ev ve bina kondurmayalım.
Dik yarların yakınına, dik boğaz ve vadilerin içine inşaat izni vermeyelim.
***
Sonra..
***
Binaları yapı tekniğine ve inşaat yönetmeliğine uygun olarak inşa ettirelim.
Mevcut binaların dayanıklılıklarını arttıralım.
Mühendislerden, mimarlardan, bilim adamlarından gerekli katkıları alalım.
Topraklarımızın yüzde 93‘ünün deprem bölgeleri içinde yer aldığını
unutmayıp, mühendisliği "maliyete" feda etmeyelim.
Toplumun can ve mal güvenliği için alınması gereken önlemleri "maliyet
ve finansal sorun" olarak görmeyelim.
***
Sonra..
***
Deprem Şurası, Ulusal Deprem Konseyi gibi oluşumları devre dışı bırakmayalım.
Ülkedeki yapı stokunun yüzde 67‘sinin ruhsatsız ve kaçak olduğunu
bildiğimiz halde, bunlara artık göz yummayalım.
Memleketteki konutların yüzde 40’ının depreme karşı güçlendirilmesi
gerektiğini anlayalım ve bunun için çabalayalım.
Mevcut Yapı Denetim Yasası’nın öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı
denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık ve ahlaki niteliklere sahip
yapı denetçilerinin ve meslek odalarının etkinliğine dayalı bir modeli
benimseyelim.
***
Sonra..
***
Okullar, hastaneler başta olmak üzere kamu yapılarının depreme karşı
güvenli olup olmadıklarını konunun uzmanlarına yaptıralım.
Depremi, çok disiplinli bir mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı
alanı olarak görelim.
Yanlış kentsel dönüşüm uygulamaları ve yanlış mega projeler geliştirmeyelim.
Su yatakları ile yeşil alanlar arasındaki bağları koparmayalım.
Tarım arazilerini, sulak alanları, ormanlık bölgeleri, yeşil arazileri
imara açmayalım.
Kaçak yapılara imar affı çıkarmayalım.
***
Bunların yarısını bile gerçekleştirebilsek, ki aslında istesek tüm
şartlar sağlanabilir, deprem ülkemizin gündeminde asla bu kadar
şiddetli şekilde yer alamaz.