Kültür Sanat 'Dinleyen Gözler İçin' sesin rengi

'Dinleyen Gözler İçin' sesin rengi

25.01.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

Arter’deki ”Dinleyen Gözler İçin” ve “Yağmur Ormanı 5” sergilerinin küratörlüğünü üstlenen Melih Fereli, Milliyet Sanat’ın ocak sayısına verdiği söyleşide “Bu iki sergi ses ya da sesin yokluğunun izleyici tarafından algılanma biçimlerine ilişkin farklı gerilim düzlemleri yaratıyor, sanatın ve sesin ayrılmazlığına işaret ediyor” diyor

Dinleyen Gözler İçin sesin rengi

Daha önce müziğin renge, desene, çizgiye dönüştüğü bir ana tanıklık ettiniz mi? Hiç “do” notasını gördünüz mü? “Re” kırmızısı ya da “sol” çizgisi gözünüze çarptı mı? Arter, seslerin yaydığı gizemli ve sınırsız çağrışım alanını 23 Mayıs’a dek sürecek ”Dinleyen Gözler İçin” adlı sergide izleyiciyle buluşturuyor. Küratörlüğünü Melih Fereli’nin üstlendiği sergi, John Cage’in “Mutlak bir sessizliğin imkânsızlığı” önermesine odaklanırken Cage’in sanattaki deneysel yaklaşımıyla birlikte Fluxus sanatçılarını referans alıyor. Sesin sanatın ayrılmaz bir parçası olduğu konusundaki farkındalığımızı artırmayı amaçlayan “Dinleyen Gözler İçin”in yanı sıra “Sesli Dizi” kapsamındaki bir diğer sergi 1 Ağustos’a dek devam edecek “Yağmur Ormanı 5”in de küratörlüğünü üstlenen Arter’in kurucu direktörü Melih Fereli’yle Fluxus hareketi, John Cage, ses ve gürültü arasındaki fark, sinestezi kavramı ve Arter’in “Sesli Dizi” serisi hakkında konuştuk.

Haberin Devamı

Küratörlüğünü üstlendiğiniz “Dinleyen Gözler İçin” sergisi, Fluxus akımının etkisi altında. George Maciunas’a göre Fluxus, “Sanatta devrimsel bir gelgitin oluşmasını sağlamak, yaşayan sanatı ve karşı sanatı yaymak” idi. Sergideki işlerde bu nasıl gözlemleniyor; Fluxus’ı bu bağlamda Dadaizm ile ilişkilendirebilir miyiz?

Serginin çıkış noktasını John Cage’in sanatın tüm disiplinlerine bakışı oluştururken, oradan hareketle “sessizlik” ve “sinestezi” kurgumun odağına oturuyor. Sergide Cage’in yanı sıra Fluxus hareketinin -ben Fluxus için “akım” yerine “hareket” tanımını daha doğru buluyorum- önemli sanatçılarının (Beuys, Higgins, Santos, Koller gibi) bu kurguya uygun olduğunu düşündüğüm eserlerine de yer verdim; ancak serginin tümünü bir Fluxus sergisi şeklinde tanımlamak yanlış olur. Fluxus hareketinin vurguladığı gibi, gündelik yaşamla sanatın arasındaki güçlü ilişkiyi estetize ederek izleyiciye telkin eden ve sinestezi vurgusunu çok güçlü ifade eden eserler, belki bir anlamda Fluxus etkisini daha hızlı çağrıştırıyor olabilir. Sorunuzun ikinci bölümüne gelince, Fluxus hareketinin Dadaizm’le ilişkilendirilmesi elbette mümkün; ancak, ben bir sanat tarihçi olmadığım için bu bağlamda derinlemesine bir kıyaslama yapmaya kalkışmam haddimi aşmak olur. Kanımca, özel yeteneği gerektirmeyen ve yüksek sanat üretiminden ziyade ona karşı duruşla hayatın gündelik akışı içinde sanat yapmayı bir varoluş nedeni olarak benimseyen Fluxus sanatçıları Dadaizm’i bir esin alanı olarak değerlendirmişler.

Haberin Devamı

Arter Koleksiyonu’ndan oluşturulan “Dinleyen Gözler İçin” adlı grup sergisinde, çoğu müzikle güçlü bir bağ kuran 23 yapıta yer veriliyor. Yapıtlardan yükselen sesler bir araya geldiğinde tek bir kompozisyon mu oluşturuyor?

Bazı eserlerde müzikle olan bağ doğrudan ve kolayca gözlemlenebilecek nitelikte; bazılarında ise izleyenlerin bu bağı kurabilmesi için duyularını şartlandırıldıkları kulvarın dışında devreye sokmak için çaba göstermeleri gerekiyor. Kurgu bağlamında hayal gücümüzü, merakımızı ve belki de pek farkında olmadığımız yaratıcı gücümüzü tetiklemeye çalıştım.

Haberin Devamı

‘Varla yok arasında’

Biraz müzik bilginiz varsa, tekil müzikal çağrıştırmaların ötesinde koskocaman bir kompozisyonun oluştuğunu da söyleyebilirim. Nitekim sergiye girişte varla yok arasında duyulan seslerden sonra tamamen sessizliğin hâkim olduğu bir minimalizm içinde ilerliyor ve akabinde Michael Snow’un işinde bir kaos ortamıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bir tür “pathetic concerto” diye düşünebilirsiniz.

Sergi adını nereden alıyor? “Dinleyen Gözler İçin” sinestezi (birleşik duygu) kavramını da işaret ediyor diyebilir miyiz? Yani izleyici müziği, sesi görebilecek mi dersiniz? Müziğin rengi sizce de var mı?

Sorunun yanıtını siz zaten soru içinde pek güzel veriyorsunuz; evet “sinestezi”ye güçlü bir işaret var serginin adında. Duyduğu seslerin kendi imge dünyasını harekete geçirmesine izleyicinin kendisinin izin vermesi, bu konuda çaba göstermesi gerekiyor; tersi için de öyle. Bunu oyuncu bir yaklaşımla Arter sitesinde yer alan şarkı listesi “La cage Musicale” ile tetiklemeye çalıştım. Her şeyin rengi var bence; müziğin olduğu kadar, sözün, duruşun, düşüncenin de... Ve elbette renklerin de sesi, haykırışı, gürültüsü ve hatta sessizliği. Ortaokul yıllarımda öğrendiğim yabancı dil Almanca’ydı; o dönemde her öğrenciye verilen ödevlerden biri önemli bir edebiyatçı üzerine odaklanmaktı ve ben Hesse ile Goethe arasında seçim yapmakta zorlanmama rağmen sonunda Goethe’yi seçmiştim. Renk, müzik, söz arasındaki ilişkiyi keşfetmenin daha güçlü bir yolu zor bulunur bence...

Haberin Devamı

Dinleyen Gözler İçin sesin rengi

 ‘İki perdelik bir opera’

“Dinleyen Gözler İçin” sergisiyle eş zamanlı olarak Karbon’daki “Yağmur Ormanı V (varyasyon 3)” sergisi de izleyiciyle buluşuyor. Bu iki serginin birbirleriyle ilişkisini nasıl kurguladınız?

Tıpkı “Dinleyen Gözler İçin” sergisi gibi “Yağmur Ormanı V” de küratörlüğünü yaptığım “Sesli Dizi” serisi kapsamında gerçekleşiyor. Bu iki sergi diptik bir sanat yapıtı ya da iki perdelik bir operayı çağrıştıracak bir deneyim vaat ediyor; ses ya da sesin yokluğunun izleyici tarafından algılanma biçimlerine ilişkin farklı gerilim düzlemleri yaratıyor, sanatın ve sesin ayrılmazlığına işaret ediyor. Eşzamanlı olarak gerçekleştirilen bu iki sergi birbiriyle yakından ilişkilenerek, çevremizi kuşatan görsel dünyayı algılama şekillerimizi sesin -ister müzik, ister gürültü biçiminde olsun- ve hatta sessizliğin perspektifinden keşfetmeye yönelen iki farklı yaklaşımın iç içe geçmiş bir alaşımını sunuyor. Bu anlamda aslında tasarlanmış bir ortak hikâye söz konusu olmasa bile, duyargalarımızı açarak bizlere sanatın hayatın içinde olduğunu ve her yerde keşfedilebileceğini telkin eden, kendi öykülerimizi de yazmaya teşvik eden bir alan açıyor.

Haberin Devamı

* Röportajın tamamını Milliyet Sanat Ocak sayısında okuyabilirsiniz.