08.01.2015 - 12:26 | Son Güncellenme:
Gelin' (The Bride) takma adıyla bilinen kiralık katil, düğünü sırasında saldırıya uğrar. Kilisedeki herkes öldürülür. O da karnındaki bebeğini düşürür ama hayatta kalmayı başarır. 5 yıl boyunca komada kalan Gelin, bir mucize eseri hayata geri döner. Artık tek amacı vardır: Ona pusu kuran eski patronu Bill ve adamlarını teker teker öldürmek. Bill'i en son öldürecektir. Gelin intikamını almak için yola koyulur.
Katil Doğanlar-MalarySenaryosunu Quentin Tarantino'nun yazdığı filmi Oliver Stone yönetmiş ve bunun yüzünden araları açılmıştı. Mickey ve Mallory birbirlerini seven ama 'doğuştan katil' olan iki aşık. Yaşadıklarını öldürerek hissedebiliyorlar belki de. Ancak 90'ların giderek çığrından çıkan medyası da onları kahraman gibi göstermekten geri kalmıyor. Böylece iki doğuştan katil yolculukları sırasında arkalarında onlarca ölü bırakarak yollarına devam ediyorlar. Yakalandıklarındaysa medya yine kurtarıcıları olarak çıkıyor karşılarına.
Kathryn Merteuil ve Sebastian Valmont, çok zengin ve kötü niyetli iki üvey kardeştir. Kolayca baştan çıkardığı kızlardan sıkılan Sebastian, kendine son bir hedef bulur: Okul müdürünün güzel ve bakire kızı Anette Hargrove. Bu yüzden, iki üvey kardeş bir bahse tutuşurlar. Her kim bahsi kazanırsa en çok istediği şeye sahip olacaktır...
San Francisco polisi cinayet masasından dedektif Nick Curran, bir cinayet dosyasını araştırırken davanın şüphelisi olan Catherine Trammel’le yakınlaşır. Yazar olan ve cinsellik konusunda son derece serbest davranan Catherine, son kitabında Nick’in davasındaki cinayetin bir benzerini detaylı şekilde anlatmıştır. Catherine, çekiciliğiyle Nick’i etkisi altına alır ve ikili ihtiras dolu bir ilişkinin içine sürüklenirler.Cinayetlerin devamı geldiğinde Nick’in psikiyatristi Elisabeth ve ortağı, onu Catherine’le olan yakınlığı nedeni ile uyarırlar ancak Catherine’in kıskanç lezbiyen sevgilisi Roxy’nin onu öldürmeye çalışması bile Nick’in kadına olan tutkusunu engelleyemez..Paul Verhoeven’ın tutku ve gerilim dolu filmi, özellikle Sharon Stone’un cömertçe sergilediği vücudu ve ünlü sorgulama sahnesiyle(!) pek çok sinemaseverin hatırlarında kalmıştır.
Popüler seri romanlar yazan Paul Sheldon (James Caan) arabası ile karlı bir dağ yolunda giderken kaza yapar.Tenha bir bölgede meydana gelen kazada yolun dışına savrulan araba yoldan görülmeyecek bir şekilde kalır.Sheldon gözlerini açtığında kendisini kutarıcısı olan Annie Wilkes (Kathy Bates) 'ın evinde kırık bir ayakla yatarken bulur.Wilkes onun romanlarıdaki baş kadın karakter olan "Misery Chastaine" in fanatik bir hayranı çıkar.Eski bir hemşire olan Wilkes kendi imkânları ile Paul'un yaralarını sarar,ona birtakım ilaçlar içirir.Nekahat dönemi boyunca da Paul'un yeni bitirdiği henüz basılmamış son romanının tekstini ona okur,ancak kitabın sonunda Paul'un onun en sevdiği karakter olan "Misery" yi beklenmedik bir şekilde öldürdüğünü okuyunca birden çılgına döner.İstediği gibi sonu olan bir roman yazmaya zorlamak için de Paul'un ayağını tekrar kırarak onu iyice yatağa bağlar.İronik bir şekilde "Misery" kelime olarak "Acı,ızdırap" anlamına gelmektedir.
Doğmamış çocuklarının trajik ölümü Kate (Vera Farmiga) ve John'u (Peter Sarsgaard) perişan etmiş, hem evliliklerini hem de Kate'in kırılgan ruh halini olumsuz yönde etkilemiştir çünkü Kate kabusların ve geçmişinden gelen iblislerin pençesindedir.Hayatlarını bir nebze de olsa normale döndürmeye çalışan çift bir çocuk daha evlat edinmeye karar verir. Gerek John gerek Kate yöredeki bir yetimhanede Esther (Isabelle Fuhrman) adındaki küçük bir kıza adeta çekildiklerini hissederler ve ona yakınlaşılar ama Esther aslında göründüğü gibi değildir.Esther Okulunda sinir krizleri geçirir, yeni okuluna ilk geldiği gün kendisiyle dalga geçen küçük kızı oyun parkında bacağını kırar. Bir dizi cinayetler işlemeye başlayan Esther artık iyice kontrolden çıkmıştır ve dehşet saçmaya başlamıştır. Ailesinin güvenliğinden endişe eden Kate, John'a ve diğerlerine Esther'ın sevimli maskesinin ardındaki yüzünü göstermeye çalışır. Ama uyarılarına kulak asılmaz ve belki de herkes için çok geç olana dek bu durum devam eder.
Okuldan arkadaş olan Alex Ve Marie sınavlarına rahat bir yerde çalışmak amacıyla Marie'nin ıssız bir yerde olan evine giderler. Eve geç saatte varırlar ve gider gitmez de yatmak için odalarına çekilirler. Kısa bir süre sonra kapı çalınır ve psikopat bir katil içeri dalıp evdekileri teker teker öldürmeye başlar.
Karısı ve kızı şehir dışındayken avukat Dan Gallagher bir gecelik ilişki yaşamaya kalkışır. Yayıncı Alex Forrest ile yaşadığı bu kısa ilişkinin ona nelere malolacağından ise haberi yoktur. Dan, yaşadıklarından sonra iletişimi kesmeye çalışır ama Alex ilişkiyi bitirmek niyetinde değildir. Dan’in onu reddetmesi üzerine çıldıran Alex şiddete başvurmaya başlar ve bunu Dan’in ailesine de yansıtır. 1987 yılının en iyi box Office başarısı olan film ihanetin sonuçlarını korkunç bir şekilde anlatıyor. Başrollerde Michael Douglas ve Glenn Close var ve ikisi de unutulmayacak oyunculuklara imza atıyorlar.
Yönetmenliği ve yapımcılığı Clint Eastwood'un üstlendiği 1983 ABD aksiyon filmi. Kirli Adam serisinin dördüncü filmidir. Başrollerde Eastwood ve Sondra Locke yer almaktadır
Fransa'nın gore özellikler taşıyan korku filmi A l'intérieur, dünya korku filmi piyasasına Avrupa semalarından alternatif bir seçenek öneriyor. Hamileliği esnasında geçirdiği trafik kazasında kocasını kaybeden Sarah, henüz eşinin acısını unutamamıştır. Doğumuna bir gün kala kendisini tanıyan gizemli bir kadın ansızın kapısında belirir. Sarah'dan ne istediği belirsiz olan bu kadının ortaya çıkmasıyla kâbus dolu anlar başlar. Bu, içerde ağır darbelere yol açacaktır. Bol kan, gözyaşı ve şiddet vaadeden bu filmin yönetmenleri Alexandre Bustillo ve Julien Maury.
Kendi yaşlarında genç bir kadın olan Hedy ile birlikte oturmaya başlayan Allison bir süre sonra yeni ev arkadaşının ona fazlaca hayranlık duymaya başladığını, hatta kendi yerine geçmeye çalıştığını fark edecektir. Gerçekten de Allison kadar güzel, sosyal ve popüler olmayan Heddy önce dış görünüşüyle onu taklit etmeye başlayacak, ardından yavaş yavaş hayatının hemen her alanını işgal etmeye kalkışacaktır. Allison’ın yeni ayrıldığı ama tekrar bir araya gelmek için çözüm arayışına giriştiği nişanlısı Sam ile yakınlaşması bardağı taşıran son damla olur ve iki genç kadın arasında ölümcül bir son perde yaşanır.
Burjuva bir aile olan Lelievre'lerin malikhanesinde hizmetçi olarak göreve başlayan Sophie, sessiz ve utangaç bir kadındır. Malikhane'nin yakınındaki ilçe merkezinde postane memuresi olarak çalışan ve tuhaf, enerjik, kompleksli kişiliğiyle toplum tarafından marjinal biri olarak tanınan Jeanne, kasabaya yeni gelen hizmetçi Sophie ile yakın arkadaş olmakta fazla gecikmez.Aileye çok iyi hizmet vermek suretiyle herkesin memnuniyetini kazanan Sophie okuma yazma bilmediğinin ortaya çıkmasıyla Lelievre ailesine karşı içinde öfkenin de bulunduğu karmaşık duygular beslemeye başlar. Aileye karşı içten içe cephe alan Sophie'nin, bu durumu daha da öteye götürmesine neden olan kişi ise Jeanne'dan başkası olmayacaktır. Bu iki kadının dostlukları Lelievre'ler için pek de iç açıcı olmayan gelişmelere sebep olmaya başlar.1995 yılında Issabelle Huppert'e En İyi Kadın Oyuncu dalında ?César Ödülü? getiren film, Yeni Dalga'nın usta yönetmeni Claude Chabrol'un vazgeçemediği temalardan olan burjuvazinin sularında yüzüyor. Filme kaynaklık eden Ruth Rendell'ın (A Judgement in Stone) Taştan Hüküm isimli kitabı ülkemizde Armağan İlkin'in çevirisiyle Remzi Kitabevi tarafından yayınlanmıştı.
Bir kız pisikolojik sorunları olan ve arkadaş çevresine uyum sağlayamayan biriydi ve bir anda başlayan seri cinayetlerle geçmişte yaşadığı travmayı hatırlamaya başlar. Geçmişte geçirdiği bir olayı hafızasından hala çıkaramaktadır.
Tek başına yaşayan, yaşamı evi ile işi arasında geçen içe dönük ve dilsiz Thana, yaşadığı şehrin ne kadar tehlikeli olduğunu, aynı gün içinde iki kez tecavüze uğrayarak öğrenir.Genç kadın berbat günü yaşadıktan sonra hayatı bir daha eskisi gibi olmaz. Önce iş çevresine yabancılaşmaya başlar. Gördüğü bütün erkeklere tiksintiyle bakar. Ve bir gün kendisini rahatsız eden bütün erkekleri öldürmeye karar verir.İşlediği cinayetlerle tuhaf bir güven duygusu edinen Thana, ilk defa mekyaj yaparak kadınlığını keşfeder. Fakat komşularının ondaki bu değişimi hissetmesiyle beraber yavaş yavaş kendi sonunu da hazırlamaya başlar.Abel Ferrara’nın ilk filmlerinden olan Ms. 45’de sıradışı şair Zoë Lund rol aldı. Öyküsüyle Death Wish’i andırsa da, çok daha güçlü bir sinema var karşımızda. Üstelik öyküsü de zamanında pek çok feminist araştırmacı tarafından incelemelere konu oldu.Gelmiş geçmiş en sert kadın filmlerinden biri olduğunu ve müthiş son sekansının da katkısıyla Abel Ferrara diye bir usta yarattığını hatırlatalım.
Bir yolcu gemisinin içerisinde yolculuk etmekte olan bir İngiliz çift, seyahat sırasında Oscar isimli gizemli bir adamla karşılaşırlar. Oscar, tekerlekli sandalyeye mahkum olan ve ilginç hikayeleri olan samimi bir adamdır. Tanıştıkları an itibarıyla Nigel'e, kendisi için son derece önemli olan bir anısını anlatmaya başlar. Oscar, vakti zamanında tanışmış olduğu ve kendisini oldukça etkileyen bir kadınla aralarında geçen ilişkiyi anlatmaktadır. Oscar'ın anlattıkları Nigel'i iyiden iyiye etkilemeye başlar. Bu hikayenin başrolü olan kadının da kendileriyle aynı gemide olması ise bir hayli ilginç bir durumdur. Rosemary'nin Bebeği, Chinatown ve The Tenant gibi türünün başyapıtları haline gelen eserlere imza atan Roman Polanski'nin yönetmenliğini yaptığı film saplantılı bir aşk öyküsüne odaklanıyor.