Yurrtaş Girişimi'nin öncülerinden Aydın Engin'e şalteri neden indirdiğimizi, `sivilleşme'yi, suyun ne zaman ısınacağını ve Kaf Yayınları'ndan çıkan kitabı "Ben Frankfurt'ta Şoförken"i sorduk
Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde yazdığı "Tırmık"lardan bildiğimiz gazeteci - yazar Aydın Engin'in, ilk iki baskısı İletişim Yayınları'ndan yapılan kitabı "Ben Frankfurt'ta Şoförken / Kendimle Röportajlar", Temmuz ayı içerisinde de Kaf Yayınları'nca basıldı.
Aydın Engin, Yurttaş Girişimi'nin öncülerinden ve "Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık" eyleminin başlatıcılarından aynı zamanda. Böyle olunca da sorduğumuz ilk soru "şalteri boşuna mı indirdik?" oluyor: "Hayır, tam tersine hiç boşuna indirmedik. Su 100 derecede kaynar, 0 derecede de buzdur. Ben öyle sanıyorum ki kamyon Susurluk'ta Mercedes'e çarptığı zaman Türkiye'de sular soğuktu. Yurttaş olmak nedir, yurttaşça davranmak nedir, sivil olmak nedir,
devlet yurttaş ilişkisi boyun eğmek midir, biz kendi kaderimzi belirleyebilir miyiz konularında Türkiye adeta bir çöldü. Kimi yazarlar, `Türkiye'de bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak' lafını boş bir gevezelik olarak algıladılar. Oysa biz bir parça daha ısıttık suları. Daha önce, `herhalde Ankara'daki büyüklerimiz bir çözüm bulur' diye düşünenler, Ankara'daki büyüklerimizin gırtlaklarına kadar pisliğe battıklarını anlamaya başladılar."
Deprem bir cepheydi
Artık Türkiye'de büyük dönemeçlerde büyük sıçramalar yaşandığını savunan Engin, depremin de Susurluk gibi bir dönemeç olduğunu belirtiyor. Engin'e göre deprem, "kahhar ve kerim devlet"in kerim olmayı bir türlü başaramadığının da göstergesi. "Depremde ilk bakışta sadece Adapazarı, Gölcük, Yalova şeridi çöktü sanıldı, hayır Türkiye'de başka bir yargı çöktü. Deprem bir cepheydi. Sadece fay hattı üzerindeki binalar sorgulanmadı, devleti sorgulamaya başlandı. Bir bakanın istifasını istemeyi gece rüyasında görse korkudan dudağı uçuklayacak insanlar vardı, şimdi bangır bangır sorumluların istifasını istiyorlar. Tam depremin acılarını yaşarken arkasından affı yaşadık. Bu ülkenin karabasanları affedildi; bu da suları ısıttı. Bu ülkede suların buharlaşacağı güne epey yaklaşıyoruz."
1992'den bu yana Cumhuriyet Gazetesi'nde "tırmık"lamayı sürdüren Aydın Engin, bu cephede medyanın da sınıfı geçtiğini belirtiyor: "Medya, her şeye rağmen depremde sınıfı geçen güçlerden bir tanesidir. Ve Türkiye'de deprem sınavından geçenler, devletin çok sinirlendiği kurumlar oldu: AKUT'a çok sinirlendi devlet. Medyaya da çok sinirlendi. Çünkü devlet sınıfta kalmıştır. Bu çok klasik bir korunma yoludur. Devekuşları da kendilerini böyle korur, kafayı kuma soktu mu kurtuldum sanır."
Frankfurt'ta siyasi göçmenlik
Engin'e daha sonra, "Ben Frankfurt'ta Şoförken"in konusunu da oluşturan 12 yıllık siyasi göçmenliği soruyoruz: "Hayatımı kendim ürettim. Ama yine de yazmak, hayatım boyunca yaptığım tek iş oldu. Ben hukuk okudum, hiç hukukçuluk yapmadım; hep yazı yazdım. Dolayısıyla Frankfurt'taki 12 yıllık siyasi göçmenlik de kavurucu bir şeydi."
İsmail Cem'in kurduğu Politika Gazetesi'nde, Cem'in aktif siyasete geçmesiyle birlikte genel yayın yönetmenliğini üstlenen Engin, bu dönemde çok sık hapse girmiş. "Yanlışlıkla" salıverilince de ilk uçakla Düsseldorf'a gitmiş. Hemen ardından da 12 Eylül yaşanınca Aydın Engin - Oya Baydar çiftine 12 yıllık göçmenlik hayatı görünmüş. Kitap, bu dönemin bir ürünü. Ve, "Türkiye 12 Eylül'den sonra önemli bir göç verdi, ama beni şaşırtan bir kısırlıkla bir göç literatürü doğmadı" diyor Engin.