Kültür Sanat Serkan Üstüner: Hangi sanat dalına gönül verdiyseniz zaten bir çileye talip olmuşsunuz demektir

Serkan Üstüner: Hangi sanat dalına gönül verdiyseniz zaten bir çileye talip olmuşsunuz demektir

21.02.2021 - 12:38 | Son Güncellenme:

Serkan Üstüner, 2017'de yayımladığı Hükmen Mağluplar ve 2019'da Türkiye Yazarlar Birliği'nden ödül kazandığı Fazilet'in Tımarhanesinde Sekizinci Senfoni öykü kitaplarının ardından bu kez bir romanla karşımızda. Mahir'i Sakın Uyandırmayın adını taşıyan romanı 2020'nin son günlerinde okurla buluşan Serkan Üstüner, bundan sonraki edebiyat yolculuğuna roman ile devam edeceğini ifade ediyor. Mahir'i Sakın Uyandırmayın romanında 1979 yılından günümüze bir Türkiye fotoğrafı da çeken Serkan Üstüner ile hem Muhit Kitap'tan çıkan romanı hem de edebi yaşantısını konuştuk.

Serkan Üstüner: Hangi sanat dalına gönül verdiyseniz zaten bir çileye talip olmuşsunuz demektir

İhsan Dindar - milliyet.com.tr / ihsan.dindar@milliyet.com.tr

Haberin Devamı

 

Sözü "Mahir'i Sakın Uyandırmayın"a getirmeden önce daha gerilere gitmek istiyorum. Bu ilk romanınızdan önce iki hikâye kitabı kaleme almıştınız. Üstelik, Fazilet'in Tımarhanesinde Sekizinci Senfoni, Türkiye Yazarlar Birliği'nden de ödül aldı. Bu hikâye kitaplarıyla başlayan yolculuğun nihai durağı romanlar olacak şekilde mi çıkmıştınız yola?

Evet, yolculuğum hikâye ile başladı. Roman ile devam etti. “Fazilet'in Tımarhanesinde Sekizinci Senfoni” Türkiye Yazarlar Birliği Büyük Hikâye ödülünü aldığında hiç şüphe yok ki büyük bir mutluluk yaşadım. Aslında hikaye ile başlayıp romana geçiş süreci tamamen kendi doğal akışında oldu. Uzun süredir çalıştığım dosyanın nihayet bitmesiyle artık kendimi başka bir yazın türünde ifade edeceğimi de anlamış bulundum. Eğer bir aksaklık yaşamazsak bundan sonra romanda sabit kalmayı planlıyorum.

Haberin Devamı

 

Bir dünya kurma açısından hikâye ile roman yazmak arasında kişisel olarak yapabileceğiniz, dikkatinizi çeken farklılıklar oldu mu?

Hikâye de çileli bir yol roman da. Hangi sanat dalına gönül verdiyseniz zaten bir çileye talip olmuşsunuz demektir ama roman bunun en uzun yolu. Romanda verilen ayrıntılar ve betimlemeler hikayeye göre çok daha fazla. Bir de dönem yazmışsanız bu kez o yıllara gidip uzun bir müddet orada yaşamanız gerekmekte.

 

Şimdi yavaş yavaş romana getirmek istiyorum sözü. "Mahir'i Sakın Uyandırmayın" ilk romanınız. Öncelikle nasıl bir fikrin ve hissiyatın ürünü bu eser? Bunu sorararak başlamak istiyorum.

Öncelikle dönem romanı yazmak istememle ortaya çıktı. Türkiye’nin en kritik yılları olarak gördüğüm 79-81 yıllarını seçerek yola çıktım. Dönemin sosyo-ekonomik durumu, iktisadi yapılanması, siyasi çalkantılar, ölümün her yerde kol gezmesini anlatmak istedim. Bunu yaparken de sıcak bir hikayeyle yoğurarak okuru sıkmadan bir şey anlatmak istedim.  

 

Tahmin etmesi zor olmasa gerek yoğun bir yaşantınız var. Bu tempoda roman yazmayı tutku veya başka hangi duygu ya da duyguların tezahürü olarak açıklarsınız?

Bunu şöyle tarif edebilirim: Hayattaki en güçlü duygum bu. Yazabilmek, saatlerce tek bir cümlenin peşinden koşmak. Bu tutkunun da çok ötesinde bir şey.

Haberin Devamı

 

Kitabın künyesine baktığımda İbrahim Tenekeci ile karşılaşıyorum. İlk roman için bir şans olsa gerek? Bu noktada yolunuz nasıl kesişti?

Kıymetli büyüğüm İbrahim Tenekeci ile geçmiş yıllarda bir tanışıklığımız vardı ama elbette bir mesai içinde olmayıp yakın tanışma fırsatımız olmamıştı. İbrahim Tenekeci edebiyat dünyasında göremeyeceğiniz şahıslardan biri bir defa. Sonuçta son yüzyıla damga vuran şairlerden biri. İşin diğer tarafında bugün “Şair” olarak edebiyat dünyasında yer alan isimlerin birçoğuna yol göstermiştir. Şunu desem daha doğru olur Hepsi İbrahim Tenekeci’nin paltosundan çıkmıştır. Gençlerle ilgilenen ve onlara doğru olanı gösteren kimse kalmadı. Bu yüzden İbrahim Tenekeci çok kıymetli. Benim açımdan da kendisiyle çalışmak büyük bir şans. Kendisi sevmez bu tür övgü sözlerini ama şunu demek zorundayım: Roman çıkmadan önce yaptığı konuşma ve öğüdü benim açımdan hayati bir öneme sahipti. Kendisine bir kez de sizin vasıtanızla teşekkür ediyorum.

Haberin Devamı

 

Elbette, romanın içine fazla girmeden etrafından dolanmaya çalışacağım. 1979 yılına gidiyoruz. Türkiye'nin en çalkantılı yılları. Romanın hazırlık sürecinde bu döneme dair karşınıza çıkanlar size neler hissettirdi?

Çok büyük bir kaos. Ölüm her yerde kol geziyor ve ekonomik bunalımlar, illegalite almış başını gitmiş. Toplum birkaç parçaya bölünmüş. Bunun yanında o dönemin samimiyetini, saflığını da buluyorsunuz tabii.

 

"İnsan acılarını paylaşmak ister"

Romanda insanı sarsan ve kitabı bir kenara bırakıp üzerine düşündüren cümleler dikkat çekici. "İnsanların aslında birbirlerine söyleyecekleri hiçbir şey yoktur, karşılıklı olarak yalnızca kendi acılarını anlatırlar, bu böyledir" Kişiler arası iletişime baktığımızda, günümüzü özetleyen bir tespit. Bu noktada insanlarla iletişim kurmamıza bize yönlendiren şeyler acılarımız ve rahatsızlıklarımız mı sadece?

İnsan acılarını paylaşmak ister. Bu böyledir. Ama hiçbir kimse ilk iletişimi bu şekilde kurmaz. Neticesinde oraya varır.

Haberin Devamı

 

Söz acılardan açılmışken konu ister istemez son bir senemize damgasını vuran pandemiye gelecek. Kendimizle daha fazla kaldığımız bir süreç oldu bu. Sizce bugünlerden nasıl bir ruh haliyle, ne gibi acı ve düşüncelerle çıkacağız?

Tek duam inşallah yeniden eski günlerimize döner, bunu da bir imtihan olarak görerek yaptığımız yanlışlardan ders çıkararak yeni bir hayat kurarız. Aslında bu durum bize şunu da tekraren hatırlatmıştı ki, insan acizdir. Muhtaçtır.

 

Romana dönecek olursak; okurken kendimi melodrama bulaşmamayı başarmış bir dönem filminde hissettim. Farklı on yıllar arasında bir yolculuk insanı içine çekiyor. Malum, sinemanın en büyük ilhamı her koşulda edebiyat. Günüm birinde "Mahir'i Sakın Uyandırmayın" beyaz perdeye taşınsın ister misiniz? Buna nasıl bakıyorsunuz? Film içinde film...

Elbette yazarken de hep bunu düşündüm ve düşledim. Roman, çok fazla sinematografik ögeleri içeriyor. Şu anda birkaç yapımcının da dikkatini çekti. "Mahir'i Sakın Uyandırmayın" beyaz perdeye çok yakışır diye düşünüyorum.

 

 Pek çok alışkanlığımızdan feragat ettiğimiz, sabırla beklendiğimiz bir sene oldu 2020. Anlam yüklemek gerek mi bilinmez ama insani bir dürtüyle 2021 için bir umut söz konusu. Son olarak bir insan ve bir de yazar olarak önümüzdeki günler ve aylara nasıl bakıyorsunuz?

Ben hep hayata optimist bir gözle bakan biri olduğum için 2021’e de o nazarla bakıyorum. 2021 ülkemiz, yurdumuz ve tüm insanlık için güzellikler ve iyilikler getirsin. Bir de yüzbinler "Mahir'i Sakın Uyandırmayın"la tanışsın.