22.06.2025 - 02:00 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI - Kadıköy Bina’nın balkonunda ikindi güneşinin üzerimize vuran ışıkları altında beklerken soluk soluğa içeri giriyor Berkay Ateş. Bekletmiş olmanın, hak geçmesinin telaşıyla... Heyecanla ona “Hakikat, Elbet Bir Gün” oyunu pinini yıllardır çantamda taşıdığımı anlatıyorum. Bizi bir araya getiren şey o hakikat meselesi. Berkay Ateş’in yazdığı ve birçok ödüle sahip oyun 28 Haziran akşamı CRR’de son kez sahnelenecek. Oyun, 2017’de Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü tiyatro dalında oy birliğiyle ödüle uzandığında jüri gerekçesini “Artık sıradanlaşmış gerçekleri sıra dışı bir gerçekçilikle ve sanatsal bir biçemde sunduğu” şeklinde açıklamıştı. O sıradanlaşmış gerçekleri “Uykusuz Bir Rüya, Salim”de başka bir formda anlatıyor bu defa Ateş ve yine ödülleri toplamaya devam ediyor. Sahnede, TV’de hep iyi işlerde gördüğümüz Berkay Ateş aynı zamanda lisanslı bir kürekçi. Sıkı bir Beşiktaş taraftarı olan oyuncu ülkedeki futbol atmosferi nedeniyle futboldan uzaklaştığını anlatıyor. İşte Bina’da buluştuğumuz ve bugün “Hakikat”i yazdığı günden daha fazla hakikate inanan Berkay Ateş’le sohbetimiz.
- Son oyununuz “Uykusuz Bir Rüya, Salim”de “Dürüstlükten başka neye ihtiyacı var ki bir vedanın?” diyorsunuz. “Hakikat, Elbet Bir Gün”e veda ederken neler geçiyor içinizden? Nasıl bir veda yaşanıyor; oyunla, metinle, bütün bu süreçle?
“Hakikat, Elbet Bir Gün”ün başından sonuna, bütün bu serüven profesyonel oyunculuk hayatımın yarısını kaplıyor. “Sessizliği Vurun” kitabımda yer alan yazdığım diğer oyunlardan farklı bir yapısı vardı. Beni o anlamda çok büyüttü, geliştirdi. Daha geniş düşünmemi sağladı. Harika bir ekiple çalışarak arkamızda yüzlerce oyun, binlerce seyirci bırakıyoruz... Tabii ki son oyun dediğimiz zaman bir burukluk yaşıyorum. Çünkü bu oyun 2018’den bugüne kadar yaşanırken hepimiz büyüdük, başka şeyler yaşadık. Ülkede, dünyada onlarca şey oldu. Yaşadığım burukluğun bir sebebi de oyunun hâlâ güncelliğini koruyor olması. Keşke bu oyun boşa düşseydi ama düşmedi. Oyun, 2018’de prömiyer yaptığımızda anlattığı hikâyedeki yakıcılıkla devam ediyor. Tabii ki bir oyunu yedinci sezonda geride bırakmanın duygusal bir hissiyatı da var.
- Söylediğiniz gibi oyun, memleket, dünya, siz dönüştünüz... Bu geçen zamanda hakikat, Berkay’ın o günkü kadar inandığı bir şey mi? Hakikat, elbet bir gün mü?
Hakikate olan inanç oyunda bir annenin mektubuyla ortaya çıkıyor. Anne mektubunda “Hakikat, elbet bir gün ortaya çıkacaktır,” diyor. Hakikate olan inanç, hakikatin ne kadar yok edilmesiyle doğru orantılı bir şey. Ne kadar yok edilirse o kadar inançla büyüyor. Bu yüzden de o gün oyunu yazan Berkay’dan daha fazla hakikatin ortaya çıkmasını isteyen, buna inanan biri var. Çünkü daha fazla elimde yok. Bu yüzden de bugün o cümleler sanki daha da güçlü, daha da büyüyor. Bu yüzden kelime bizde oyunla birlikte daha başka bir hâle geldi. Oyunu yazdığım zaman hakikat elbet bir gün ortaya çıkacaktır derken, bugün hakikat yani hak kelimesinin bir yandan da hakkını aramak, hakkın olanı almakla ilgili çok daha fazla özlem ve mücadele barındırıyor diye düşünüyorum.
- ”Sessizliği Vurun” kitabınızdan söz ettiniz, Sizi yazmak için o masaya götüren, besleyen şeyler neler?
Aslında “Hakikat” ve öncesinde yazdığım oyunlar yaşanmış bazı olayların hatırlanmasıyla ilgili ya da bunun tartışılmasıyla ilgili.
“Yirmi Beş”, “Kuş Öpücüğü”, “Hak” gibi ama “Hakikat, Elbet Bir Gün” ve daha sonra “Uykusuz Bir Rüya, Salim” nelerin olabileceğini kendi içimde tartıştığım bir yol açtı bana. Bugün Türkiye’ye, dünyaya, kendimize, duygularımıza baktığım zaman şeyi düşünmüyorum; şu an böyle şeyler yaşıyoruz, bunların hikâyesini anlatalımdan çıktı zihnim. Çünkü biz bunu yaşıyoruz ve artık çok fazla yaşıyoruz. Bir de o zamanlar sosyal medya bu kadar yoktu. Bugün gerçeklik dediğimiz şey inanılmaz bir şekilde gözümüzün önünde. Sosyal medyada her türlü gerçeği görüyoruz ve farkındayız bunun. Bu yüzden hatırlayacağımız unsurlar çok fazla. Beslendiğim nokta duygularımızın ne olduğu ve nereye gittiğimizle ilgili. “Uykusuz Bir Rüya, Salim” de öyle. Bundan sonra biri herhangi bir şeye şahit olduğu için akıl hastalığıyla yargılanabilir mi? “Hakikat, Elbet Bir Gün”de sarının yasaklanması da öyleydi. Bir distopya “Hakikat, Elbet Bir Gün” ama bunu konuşurken gülüyoruz şu an. Çünkü bize çok alakasızmış gibi de gelmiyor. Besleyen şeyler; duygumuzu, güncel politik atmosferi, sokağı, insanı, hayallerimizi, bütün doğayı bir arada düşünüp nereye doğru gittiğiyle ilgili kafa yormak.
- Özellikle ana akımdaki dizilerin yurt dışındaki pazarı belli noktalarda, belli coğrafyalarda domine ettiğini görüyoruz. Bu alanda emek veren biri olarak bunu hangi nedenlerle açıklıyorsunuz? Oradaki izleyiciye cazip gelen şeyler neler bizim işlerimizde?
Burada sektör inanılmaz büyüdü. Yayılmasından bahsetmiyorum, ülkede inanılmaz büyüdü. Büyümesi demek; çok fazla hikâye yazılıyor, çok fazla hikâye anlatılmaya başlandı. Sene içinde kaç dizi başlıyor bitiyor, kaç hikâye yazılıyor dijital ile birlikte vs. Çok fazla oyuncu var, çok fazla senarist var, çok fazla görece de olsa iyi hikâye var. Bir de bulunduğumuz yer itibarıyla batı ve doğunun ortasındaki ‘coğrafya kaderdir’ konumumuzla bağlantılı olarak her iki tarafa da yayıldık. Bir dizi Arabistan’da izlenirken diğer dizimiz İtalya’da, İspanya’da izleniyor. Bir dizim Yunanistan’da çok popülerdi. Şili var, Kosta Rika var. Böyle her yere hitap eden bir hâli var. Bu yüzden hikâyemiz sanki bunu dayattı. Doğal olarak o pazarlara girdik. Bizdeki hızın, kalifiye elemanın, hikâyeciliğin ne kadar gelişmiş olduğu ortada. Bizim büyümemiz dünyadaki birçok sektördeki pazarı doldurdu. Bunu anlayan şirketler de buraya iyice giriş yaptı.
“Dedem beni Beşiktaşlı yaptı”
- Aynı zamanda da iyi bir Beşiktaşlısınız... Beşiktaş’la kurduğunuz ilişkiyi tarif edecek olsanız?
En çok uzaklaştığım alan futbol oldu. Bizde futbol öyle bir kavgaya, gürültüye, öyle bir şeye düştü ki sıkıldım bu adamlardan. Tabii ki Beşiktaş hayatımda bambaşka bir yerde duruyor. Dedem beni Beşiktaşlı yaptı. Dedem hayatı boyunca siyah beyaz giyindi, bizi de hep siyah beyaz giydirdi. Onun Beşiktaşlılığı gerçekten şerefli olmakla, hakkınla kazanmakla ilgiliydi. Bunlar artık “Hadi canım,” denilen şeyler olsa da bizim evde hâlâ böyledir, hâlâ Beşiktaş bayrakları vardır. Hayatımızı şekillendirdiğimiz bir yer İnönü Stadyumu. Çocukluğumuzun, gençliğimizin geçtiği, geçmekte olduğu ve geçeceği bir şey Beşiktaşlılık. Beşiktaş taraftarını seviyorum. Kazanmak için sevmedik hâlini seviyorum. Ne kadar değişmiş gibi gözükse de halkın takımı olduğu için Beşiktaş’ı seviyorum.
“Bir kitabım varsa matematik ve kaleciliğin etkisi çok büyük”
- Sosyal medyanızda İtalya eşofmanıyla bir fotoğrafınız var, Buffon’a duyduğunuz hayranlığı anlatıyorsunuz. Kalecilik de yapmışsınız. Kalede olmak, bir şeyi korumak, bir şeyin en arkasında durup hayata ve mücadeleye oradan bakmak nasıl bir perspektif kazandırdı?
Eğer bugün bir kitabım varsa, bir hikâye kurduysam bunda kaleciliğim ve eskiden matematikçi olmamın çok büyük etkisi var. Bizim zamanımızda takımda bir kaptan konuşurdu bir de kaleci. Çünkü oyunu okumanız gerekir en arkadan. Oyunun nasıl kurulacağını görüp yönlendirmeniz gerekir ve sürekli bir sorumluluk var. Çünkü futbolda olmaması gereken tek şey gol. Herkesin arkasından o top geçebilir ama sizin yanınızdan geçtiği zaman gol oluyor. Ve bu hatanın telafisinin olmaması hayatta çok şey düşünmemi sağlamıştır. Bunu küçük yaşta yaptığınız zaman omuzlarınıza iyi yük biner. Ama bir takımı kurtardığınızda orada yaşadığınız haz, sorumluluk, mutluluk başka bir şey. Daha sonra da matematikçi oldum. Matematik de bir oyunu çözmek, bir sorunu çözmek ihtimalleri üzerine. Bu ikisi birleşince yazmamda çok etkisi oldu. Hem bütünü görmek hem de bir sorunu çözmekle ilgili. Analitik bakmakla hikâyenin birleştiği yerin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de neredeyse bütün sporları takip ediyorum. Aslında işin özünde oyun oynamak var. Kürekte de spor yapıyoruz vs de oyun oynuyoruz. Zamanla oyun oynuyoruz, kendimizle oyun oynuyoruz, suyla oyun oynuyoruz.
“Kürek bana çok iyi geliyor”
- Sporla çok ilgilisiniz ve bir süredir de kürek yapıyorsunuz... Kürekle tanışma ve kendinizi o maceraya atma hikâyesi nasıl başladı?
Aslında başlarken bir spor yapmak istiyordum ama salona girmek beni basıyor. Şuna karar verdim: Açık havada spor yapmam lazım.
Benim için spor açık havada yapıldığı zaman çok daha keyifli, daha motive oluyorum. Zaten bisiklet kullanıyordum. Bir arkadaşım küreğe gidiyordu. Onun vasıtasıyla Moda Kürek Kulübü’ne girdim. Oradaki sporcularla olan dostlukla kulüpte güzel bir hava yakalandı. Daha sonra yarışlara katıldım. Lisansım çıktı derken bayağı yarışlara katılıyorum. Bu tempoya rağmen sabah 6’da, 7’de gidiyoruz.
- Haftanın kaç günü?
Yarış döneminde dört gün oluyor. Onun dışında turneler ve set programıma göre iki-üç gittiğim de oluyor ama mesela yarışa kadar her gün gidiliyor. Kürek bana çok iyi geliyor. Gün doğumunda denizin ortasında olmak hem hareket etmek hem mental sağlığım için... Biraz kafamı boşaltmak. Kimse konuşmuyor. Herkes işini yapıyor. Denizin ortasında gün doğuyor. Suyun sesi var. İnsan sesi yok pek, dümencinin dışında. O da zaten yapman gerekeni söylüyor. Bir rutine bindiği için de beni çok ferahlatarak bu zamanı geçirmemi sağlıyor.