Güldener Sonumut

Güldener Sonumut

ntvbenelux@gmail.com

Tüm Yazıları

Başlıktaki “Teslis” kelimesi ilk bakışta kulağa tuhaf gelebilir. Malum, “Teslis” kelime anlamı itibarıyla üçleme ya da üçlü birlik anlamına gelir ve Hristiyanlıkla ilişkilendirilir. Ancak bu yazıda kavramı dini anlamıyla değil, jeopolitik bir metafor olarak kullanıyorum. “Kutsal Teslis” demiş olsaydım, elbette o zaman teolojik bir yorum da gerekirdi. 

İsrail-İran gerilimi sürerken, sahada üç farklı aktör belirgin biçimde öne çıkıyor: İsrail, ABD ve Avrupa üçlüsü olarak bilinen Fransa, Almanya ve İngiltere (E3). İsrail, Benjamin Netanyahu liderliğindeki hükümet aracılığıyla ABD’yi doğrudan bir savaşa çekmeye çalışıyor. Buna karşılık E3, ABD’yi diplomasi ve müzakere yolunda tutma çabasında. 

Haberin Devamı

Bu noktada gözler tekrar ABD Başkanı Donald Trump’a çevrilmiş durumda. Kanada’daki G7 zirvesini aniden terk ederek Washington’a dönmesi, İran’ı vuracakmış gibi yapıp ardından diplomasiye yönelmesi dikkat çekici bir manevra. Bu davranış, Trump’ın bilinçli bir “stratejik belirsizlik” mi uyguladığı yoksa gerçekten kararsızlık içinde mi olduğu sorusunu akıllara getiriyor. 

ABD Ulusal İstihbarat Direktörü (DNI) Tulsi Gabbard’ın, İran’ın nükleer silah üretme çabasında olmadığı yönündeki açıklamalarını Trump’ın küçümseyip, kamuoyu önünde itibarsızlaştırması da oldukça çarpıcı. Trump’ın kendi istihbarat yetkilisini kameralar karşısında azarlaması ne yazık ki bir ilk değil. 

İşin ilginç yanı şu: Trump, İran’ın E3 ile değil, sadece ABD ile doğrudan görüşmek istediğini ileri sürerken; ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, Cenevre’deki E3+İran toplantısı öncesi Fransız mevkidaşı Jean-Noel Barrot’yu arayıp, Washington’ın doğrudan İran’la müzakereye hazır olduğunu iletmesi ve bu mesajın İranlı diplomat Abbas Arakçi’ye ulaştırılmasını istemesi bir çelişki oluşturuyor. 

Bu tablo bize gösteriyor ki İran, Trump’ın iddiasının aksine E3 ile görüşmeye açık. Avrupa üçlüsü ise İran’ın nükleer programının askeri boyutunu sona erdirip, sivil boyutunu da sıkı denetim altında tutma çabasında. Bu istek hem meşru hem de yerinde. 

Haberin Devamı

Elde üç temel veri var: Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) 17 ve 29 Mayıs 2025 tarihli raporlarına göre, İran’ın elinde toplam 9247,6 kilo zenginleştirilmiş uranyum bulunuyor. Bunun 408,6 kilosu %60, 274,5 kilosu ise %20 oranında zenginleştirilmiş durumda. 

İran’ın dini lideri Ali Hamaney, 2003 yılında ülkesinin nükleer silah programını askıya almıştı. Şu anda teoride hâlâ bu karar geçerli. UAEA ve ABD istihbarat kaynakları da Hamaney’in bu kararından geri dönmediğini teyit ediyor. Aynı şekilde, Rusya’nın “İran defalarca nükleer silah geliştirme niyetinde olmadığını belirtti” açıklaması da teknik olarak doğru. 

Ancak ortada yanıtsız kalan bir soru var: Sivil kullanım için %3,75 zenginleştirme yeterliyken, İran neden %90’a kadar uranyum zenginleştirme çabasında? Bu sorunun inandırıcı bir cevabı yok. 

Şu aşamada İran, nükleer silaha sahip olmaya yakın değil. Olsa bile bu silahı taşıyacak, yönlendirecek teknolojiye de sahip değil. Yakın gelecekte bu yeteneklere ulaşması da pek mümkün görünmüyor. 

Haberin Devamı

O halde şu soru yerinde: İsrail’in İran’daki nükleer tesisleri hedef alması, gerçekten nükleer programı durdurma amacı mı taşıyor, yoksa bu tesisler üzerinden bir rejim değişikliği mi hedefleniyor? Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot’nun da ifade ettiği gibi, rejim değişikliğini silah zoruyla gerçekleştirme arzusu hem riskli hem de bölge için tehlikeli bir belirsizlik yaratır. 

Bugün muhtemelen bir yeraltı sığınağında yaşayan Hamaney’e sadece sınırlı sayıda kişi ulaşabiliyor. Bu da, karar alma mekanizmasında ciddi bilgi eksikliği anlamına geliyor. 

Avrupa istihbarat kaynaklarına göre, Hamaney’in devrilmesi halinde İran’da iktidar doğrudan daha da radikal olan Devrim Muhafızları’nın eline geçebilir. Bu sebeple E3, diplomatik fırsat penceresini sonuna kadar değerlendirmek istiyor. 

İngiltere’den emin değilim. Ancak Fransa ve Almanya’nın, İran’ın nükleer zenginleştirme programına diplomatik yollarla son verme çabası samimi ve tutarlıdır. 

Ne var ki E3’ün İsrail’i frenleme gücü yok. İran’ın E3 aracılığıyla ABD’yi etkileme kapasitesi de sınırlı. Trump’ın İsrail üzerindeki etkisi ne düzeyde bilinmez; ancak İsrail’in Washington’u savaşa dahil etme arzusu ve bu yöndeki kabiliyeti her geçen gün artıyor. 

Bu arada, Kuzey Kore ve dolaylı olarak Çin’in etkisiyle, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı (NPT) ihlal ettiğini unutmayan ABD, Asya-Pasifik bölgesinde yaşanacak olası bir gerilimde bunu hatırlatacak. 

Neticede, Avrupa Birliği ülkeleri ve Türkiye, İran ile İsrail arasında bir uzlaşı zemini oluşturma çabasında son derece samimi. Ancak bu çabaların Washington ve Tel Aviv’de karşılık bulup bulmadığı henüz belirsizliğini koruyor. Teslis denkleminin kilit ülkesi ne İsrail ne de İran. ABD’nin dediği ya da demediği olacak. Tarafların niyetleri ve hedefleri de hala belirsizliğini koruyor...