Dilara Koçak

Dilara Koçak

bilgi@mezurasaglik.com.tr

Tüm Yazıları

Nefis bir yemeğin kokusu, sadece iştahımızı açmakla kalmıyor aynı zamanda yemeyi ne zaman bırakmamız gerektiğini de haber veriyor. Vücudu sindirime hazırlayabiliyor. Kokular da bu hazırlığın bir parçası. Peki, bu koku mekanizması nasıl işliyor? Biz nasıl davranmalıyız?

Burnunuzdaki açlık anahtarı

Yemek pişerken mutfağı saran o kokuları bir düşünün… Bazen daha sofraya oturmadan tok hissettirir bazen de bir tencereyi bitirmeye ikna edecek kadar iştahınızı etkileyebilir. Peki, bunun tesadüf olmadığını, burnunuzun aslında beyninize “ye” ya da bazı durumlarda “yeme” mesajı gönderen gizli bir anahtar gibi çalıştığını biliyor muydunuz?

Haberin Devamı

Bu konuda bir süre önce yayımlanan yeni bir araştırma, yiyecek kokularının beynin yeme davranışını düzenleyen bölgelerini doğrudan etkilediğini ortaya koyuyor. Yani kokular sadece iştahınızı açmakla kalmıyor aynı zamanda yemeyi ne zaman bırakmanız gerektiğini de haber veriyor. İşin en ilginç yanı şu ki bu koku sinyalleri, henüz yemek ağzınıza bile girmeden, sadece kokusunu aldığımız anda harekete geçiyor.

Beynimizdeki ‘doygunluk düğmesi’

Nature Metabolism dergisinde yayımlanan çalışmada araştırmacılar, beynin medial septum adı verilen bir bölgesinde özellikle yemek kokularına duyarlı olan bir ağ keşfetmişler. Burundan beyindeki bir grup sinir hücresine doğrudan bir bağlantı keşfeden araştırmacılar, bu sinir hücrelerinin yiyecek kokusuyla aktive edildiğini ve aktive olduklarında tokluk hissi uyandırdığını belirtiyor. Bunu aslında vücudun doğal bir ‘önceden doyma’ mekanizması olarak tanımlamak mümkün. Çünkü yemek yemeye başlamak için hazırlandığınızda, vücut da sindirime hazırlanıyor. Kokular da bu hazırlığın bir parçası. Beyin, sindirim sistemine ‘yemek geliyor’ mesajını gönderiyor. Ama bu durum her birey için aynı mekanizmayla işlemiyor.

Obezitede güçlü bir ‘dur’ sinyali gitmiyor

Bu araştırma, insanlar üzerinde henüz yapılmamış olsa da obez bireylerde benzer bir mekanizmanın bozulduğu düşünülüyor. Yani yüksek yağ oranı ve yüksek vücut ağırlığında burun kokuyu alıyor ama beyne yeterince güçlü bir “dur” sinyali gitmiyor. Sonuç ise daha fazla yemek, daha az kontrol.

Haberin Devamı

Peki, ne yapmalı? Aslında bu çalışma koku duyusunun sadece iştah açıcı değil, aynı zamanda iştahı dengeleyici bir rolü olduğunu ortaya koyuyor. Yemeğe başlamadan önce birkaç dakika boyunca o yemeğin kokusunu almak, zihinsel olarak tokluk hissini tetikleyerek daha az yemenize yardımcı olabiliyor. Özellikle yavaş pişen yemeklerin kokusunun tüm eve yayılması bu yüzden önemli; çünkü beyin bu kokuları zamanla algıladıkça “doyuyorum” mesajını daha erken göndermeye başlıyor. Bu bulgular, obeziteyle mücadelede yalnızca ne yediğimizin değil, aynı zamanda nasıl kokladığımızın da önemli bir faktör olabileceğini gösteriyor. Özetle sofraya oturmadan önce derin bir nefes almak, sadece keyifli değil, belki de sağlıklı bir alışkanlık olabilir.

Tuz kısıtlaması olanlar için ipucu

Bazı çalışmalar ise yiyeceğin kokusunu güçlendirerek tuz miktarının azaltılabileceğini gösteriyor. Tuz tüketimini azaltmak çoğu kişi için zorlayıcı olabilir, öyle ki ülke olarak yüksek miktarda tuz tüketimine sahibiz. Damak tadı da yıllar içinde yüksek tuz miktarına alışabiliyor. Ancak son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, işin püf noktasının sadece tuz oranında değil, yemeğin kokusunda gizli olabileceğini gösteriyor. Araştırmalara göre, bir yemeğin kokusu ne kadar güçlü ve aromatikse beyin onu o kadar lezzetli olarak algılıyor. Bu da daha az tuz kullanılsa bile tatmin duygusunun yüksek kalmasını sağlıyor.

Haberin Devamı

Özellikle fesleğen, kekik, nane, sarımsak ve kimyon gibi aromatik baharatlarla hazırlanan yemeklerin hem daha yoğun tat algısı oluşturduğu hem de daha az tuzla aynı etkiyi verdiği belirtiliyor. Bu yaklaşım özellikle hipertansiyon, böbrek hastalıkları veya kalp-damar sağlığı açısından tuz kısıtlaması gereken bireyler için çok değerli. Ayrıca sadece tuzu değil, benzer şekilde şekeri azaltma stratejilerinde de koku ve aroma yönetimi önemli bir yer tutuyor.

Herkes aynı kokuya aynı tepkiyi vermiyor

Koku alma duyusu, sanıldığından çok daha kişisel bir deneyim. Bazı insanlar için cezbedici olan bir koku, başkası için rahatsız edici olabilir. Bunun temel nedenlerinden biri ise genetik farklılıklar. Araştırmalar, koku reseptörlerimizdeki genetik varyasyonların, belirli koku moleküllerine karşı duyarlılığımızı belirlediğini ortaya koyuyor. Örneğin bazı bireyler sülfür içeren bileşenleri (lahana, brokoli gibi sebzelerde bulunur) çok keskin ve rahatsız edici şekilde algılarken, diğerleri aynı kokuyu neredeyse hiç fark etmeyebiliyor. Bu durum sadece hoşlanma ya da hoşlanmama düzeyini değil, beslenme tercihlerini, hatta uzun vadede besin çeşitliliğini de etkileyebiliyor. Yani bir kişinin bir yiyeceği neden sevmediğini anlamaya çalışırken, yalnızca damak tadına değil, koku hassasiyetine ve genetik yapısına da göz atmak gerekebilir. Koku duyusu bu yönüyle sadece yediğimiz gıdaları değil, yeme davranışımızı ve gıda seçimlerini de şekillendiren önemli bir faktör.

Burnunuzdaki açlık anahtarı

Beynin sessiz alarmı

Koku alma duyusundaki azalmanın, Alzheimer ve parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların erken belirtisi olabileceğini biliyor musunuz? Özellikle beynin koku alma merkezi olan ‘olfaktör bulbus’ yani koku soğanının Alzheimerın ilk etkilediği bölgelerden biri olabileceği belirtiliyor. Öyle ki çalışmalar, bazı bireylerde koku kaybının, hafıza sorunları ya da bilişsel gerileme başlamadan yıllar önce kendini gösterebildiğini ortaya koyuyor. Bu nedenle koku duyusundaki değişiklikleri hafife almamak, özellikle ileri yaş grubunda bu tür belirtileri fark ettiğinizde bir uzmana başvurmak önemli. Belki de beynimizin bize fısıldadığı ilk uyarı, burnumuzun ucunda olabilir.