19.09.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
Salon tıklım tıklımdı ya, o kutsanacak "Büyük", ak saçlarıyla yine herkesin tepesinden bakıyordu: Hepsinden uzundu zira ve zaten "Büyük Türk" diye anılıyordu dünyada. Biraz heyecanlıydı kabul, hafifçe de titriyordu heyecandan. Hele Fransız Kültür ve İletişim Bakanı, aristokrat Renaud Donnedieu de Vabres, kürsüye çıkıp onu ona ve tüm müritlerine anlatmaya başladığı zaman: "Bugün burada sizi tanımaktan ve size bu nişanı vermekten onur duyuyorum" diye başladı cumhuriyetçi aristokrat bakan. "Çünkü siz, basın fotoğrafçılığının evrensel boyutunu temsil ediyorsunuz. Soyadınızın, at üstünde savaşan anlamına geldiğini söylüyorlar. Gerçekten de siz, bir tutku ve coşku adamı, strateji dehası, çalışkan, yaratıcı, olağandışı bir kişiliksiniz. Gerçekten de siz, büyük mucitler gibi bir kaşif, bir scoop koleksiyoncusu olarak 20nci yüzyılda gazeteciliği temsil ediyorsunuz. Birçok filme konu olabilecek yaşamınız, baş sayfalar ve manşetlerle dolu. Önce gazeteciydiniz: Spor muhabiri, basketbol uzmanı. Ki bu uzmanlık, uzun boyunuza çok uygundu, üstelik kendi oynadığınız bir maçı, ertesi gün müstear bir imzayla tarafsızca eleştirmenize mani olmadı. 1956 yılında, elinize ilk kez bir fotoğraf makinesi aldınız, Sina Çölünde İsrail ordusunun harekatını resimleyip yaralı Mısır askerlerinin fotoğraflarını çektiniz. Sonra o ilk makineyi, Rolleycordunuzu, İsrailde kaldığınız otelin faturasını ödemek için sattınız. Ertesi yıl, ülkenizde fotoğrafa en geniş ve özellikle birinci sayfa, manşetten yer veren ilk gazeteyi çıkarttınız. 1958 yılında, II. Dünya Savaşından sonra komünist ülkelere giren; Macaristan, Polonya ve Çekoslovakyayı dolaşan ilk Türk gazetecisi oldunuz. 1965te, Çine giren ilk Türk gazeteci, yine sizdiniz. 1961de, Arnavutluka girebilen ilk Avrupalıydınız. 1962de, dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getiren füze krizinin tam ortasında, denizci kılığına girerek Kübaya çıktınız. Üstelik, Küba polisinin burnunun dibinde fotoğraflar çekerek...1968de, Pragda Rus askerlerle röportaj yapabilen ilk Avrupalı gazeteci, yine sizdiniz: Anadilinizi konuşan Sovyet Azerilerine rastlamıştınız. 1969da, eşiniz Pyllis Springerle birlikte, bir röportajınız reddedildiği için kafanız kızıp ajans kuran ilk oldunuz yeniden. Hem de ne ajans, SİPA! Salon tıklım tıklımdı. Salvador Dalinin "Dünyanın merkezi" ilan ettiği Perpignan Garı çok uzak değildi. Ama Perpignan, aynı zamanda dünya basınının yılda bir kez "görsel" secdeye vardığı tapınak. Her eylül ayının birinci haftası, yeryüzünün en hızlı deklanşör çeken silahşörleri, tüm savaşların yorgun ama muzaffer fotoğrafçıları, çıktıkları tehlikeli seferlerden getirdikleri ganimetleri, bir daha tekrarlanmadan tarihe geçen "o an" imgelerini tapınağın "Visa Pour lImage" sunağına bırakmak için yarışırlar. Ama o gün, 2 Eylül 2004 damgalı gün, aralarından biri, ustalar arasında en ustası, "Büyük" olarak kutsanacaktı. 1970 Eylülünde, Time dergisinde dört yerine altı sayfa işgal ettiniz: Pekinde bir röportajla. Ve aynı yıl, eski bir şarapnel fabrikasında basın ajansı kuran ilk sizdiniz...İlkleriniz, scooplarınız sayısız. Öyle ki, tüm gazetecilik okullarında size Kutsal Canavar ve Yaşayan Efsane deniyor. Ama cömertliğiniz, efsane değil, destan! Yetiştirdiğiniz ve ayaklarını üzengiye geçirdiğiniz genç yetenekler, size şükranlarını sunar. Yaşamınızda ilk ve son kez yaptığınız tek girişim oldu: 1957 yılında, Türkiye genel seçimlerinde adaylığınızı koymak. Evet, sizin yaşamınız bir destan ve tüm basın fotoğrafçıları için ölçü ve örneksiniz. Sevgili Gökşin Sipahioğlu, Fransız Cumhuriyeti adına, size Sanat ve Yazın Nişanında Zabit unvanını veriyorum..." O gün dünyanın merkezi Perpignan, dünyanın fotoğraf tapınağı Visa Pour lImagedı. Tapınağın sunağına çıkan evrensel başarı macerasının kahramanı Sipahioğlunun yarım yüzyıldır cebinde taşıdığı tek pasaportun, T.C. damgalı kimliğin üstüne yalnız Fransız Devlet Nişanı değil, beş kıtadan meslektaşları ve ustaların saygısı takıldı. Utançlarıyla gurur duyan Türkiye alışık olmasa da, "Dünya seninle gurur duyuyor, Gökşin!" mine.gokce@wanadoo.fr