Kuş bakışı anıtlarNew YorkSıkıcı anıtların kentidir Washington. Gezen bilir. Hatta gezmek de şart değil; bir Amerikan başkanının adını taşıması yetmezmiş gibi, sonradan bir ikincisininkini de ekleyerek, "Ronald Reagan Washington National" dedikleri havaalanına, açık havada bir kez inmiş olmak bile yeter ne dediğimi anlamak için.
Doğudan batıya doğru, yazın yosun yeşili, kışın gümüşî bir nehir boyunca süzülerek alçalır uçak. Bu nehir Potomac’tır; Washington ile Virginia eyaleti arasındaki sınırı çizer. Güneye bakan cephedeyseniz, uçağın penceresinden, adı Virginia, hayat tarzı ise Washington olan memur mahallelerini görürsünüz. Pentagon diye bilinen Savunma Bakanlığı’nın, adı üstünde beş kenarlı merkezi, Rosslyn’de, nehir kıyısında
yükselen "USA Today" gazetesinin binası, az ötedeki Alexandria kentinde, yeşil bir tepeciğe kurulmuş Mason Tapınağı hemen dikkatinizi çeker. Kuzeye bakan pencerelerde ise, simetri tutkunu bir elin çizdiği Washington vardır.
Ortadaki büyük yeşil dikdörtgene "Mall" denir. Çoluklu çocuklu pikniklerden panayırlara, sabah koşularından akşam voleyboluna, açık
hava konserlerinden protesto gösterilerine, üç adımda bir fotoğraf çeken Japon turistlerden kese kağıdının içinden görünmeyen bir şişeyi ağzına dayayıp gezen berduşlara kadar her şeyi ve herkesi bağrına basan bir çimenliktir bu. Düzdür, tekdüzedir. İki yanında müzeler... Aralarındaki kale kılıklı bina, Washington’da sanatın koruyucu meleği olan Smithsonian Enstitüsü.
Mall’un bir ucunda, bu kenti, hatta belki de bütün ABD’yi simgeleyen büyük beyaz kubbeyi göreceksiniz; hayır, Beyaz Saray değildir o, Kongre binasıdır. Hele gözünüz, mermer parlaklığına takılmayagörsün, artık anıttan anıta bir seksektir başlar.
Kongre Binası’ndan Mall boyunca bakınca, tam ortadaki beyaz dikili taş: Washington Anıtı. Karşısında, bahçesi Mall’a paralel uzanan basık, gösterişsiz bina: Beyaz Saray. Tekrar Mall’a doğru bu kez çapraz kaydırın gözünüzü, Parthenon kopyası beyaz sütunlarla yükselen: Lincoln Anıtı.
Anıtın basamaklarından inince az ötedeki dikdörtgen havuz: Reflection Pool. Hani "Forrest Gump" fiminde, Tom Hanks’in Vietnam Savaşı dönüşü, çocukluk sevgilisini kucakladığı yer. Baş aşağı suya düşmüş çırpınan obelisk de, tabii yine, Washington Anıtı.
Havuzun güneyinde, küçük bir gölet yapar Potomac: Tidal Basin. İki yanında, her nisan beyaza bürünen, geleneksel Kiraz Çiçeği Festivali’nin primadonnası ağaçlar. Aralarında bir başka beyaz, kubbeli, sütunlu bina: Jefferson Anıtı.
Nasıl başınız dönmedi mi daha, benimki döndü doğrusu; üstelik, böyle kuş bakışı gezinmekten de değil.
Washington’un anıtları arasında ne zaman yürüsem içim geçer. Öykündüğü tarihe yaşı yetmeyen taklit mimari, nefes almayan mermerin beyazlığı, kentten ziyade bir film setini andıran yapay düzen tansiyonumu düşürür. Yanlış anlamayın, gezmeye ve anıtlarda simgelenen Amerikan kıvancını kavramaya değmediğini düşünmüyorum hiç; söz ettiğim, buna rağmen aşamadığım bir fiziksel duygu.
Milliyetçiliği içtenliğini bastırmayan Amerikalı arkadaşlarımla, hele hele Avrupa görmüş, bir kentin anıtlarıyla solumasının ne olduğunu bilenlerle paylaştığımda da, gayet iyi anlıyorlar bu duyguyu. Şimdiye dek, Simone de Beauvoir kadar mükemmel anlatan bir başkasına ise rastlamadım.
Fransız yazar, 14 Şubat 1947’de, ilk kez geldiği Washington’da geleneksel anıtlar turunu yaptıktan sonra, bakın günlüğü ile neyi paylaşmış:
"Soylu gökdelenlerin ülkesinde bunca çirkinliği görmek şaşırtıcı. Ama eğer tarihin, taşlaşmış bir can sıkıntısına hapsolduğu bu kente sırtınızı verip Jefferson Anıtı’nın basamaklarına oturursanız, çağrıştırdığı anılara gerçekten de layık bir manzaraya verebilirsiniz kendinizi. İlkbaharın yeşillikleri arasında, güneyin mavi göğü altında buzlu bir ışıltıyla parlayan büyük bir kuzey nehri Potomac. New York halkına göre, Washington’da başlıyor Güney. Central Park’taki karın ardından Washington’da bulduğum bu sürpriz ılıklıkta, ben de Güney’i hissettim. Burada parlak bir göğün altında, güneşte oturup donmuş bir nehre bakmak, harika bir duygu."
Beauvoir, New York ile Washington’u ayıran o keskin çizgiye parmağını en canalıcı noktasından basıyor.
İki kentin hikayesini ayrı kılan, tarihleri tabii; ama New York’un mimari ve kentsel dokusu nasıl tartışmasız bir üstünlüğe sahipse, trenle üçbuçuk saat güneydeki Washington’da da, New York’ta bulamayacağınız bir duruluk, genişlik vardır.
Japon turistlerin fotoğraf karelerine gire çıka anıtları gezer, simetriden ve beyazlıktan usanıp bir banka çökersiniz ki, çevrenizdeki alçak binalar, açık alanın içinde erir gider. Usulca çekilir Washington; maviye, yeşile dalmanıza izin verir. Dünyayı yöneten kentin göbeğinde olduğunuzu unutur, Potomac’tan yukarı hayal küreklerine asılırsınız.
PAZAR