20 Ocak 2025’te yeniden göreve gelen ABD Başkanı Donald Trump ile teknoloji girişimcisi Elon Musk’ın arası, çıkar çatışmaları nedeniyle açıldı. Bu kavga dünya basınında geniş yer buldu. Asıl önemli mesele ise, Musk’ın sahibi olduğu SpaceX’in Uluslararası Uzay İstasyonu ile bağlantı sağlayan tek firma olması. Boeing’in Starliner mekiği hâlâ tam işlev kazanamadı. ABD devleti, Starlink ve SpaceX üzerinden Musk’a bağımlı hâle gelirken, bu durum stratejik açıdan ciddi bir sorun teşkil ediyor. Nitekim, Avrupa Birliği’nin (AB) kendi uydu sistemi Galileo’yu geliştirmesi de benzer endişelerle başlamıştı.
Trump yönetimi, ulusal savunma stratejisini ve nükleer duruşunu güncelliyor. Son güncelleştirme 2022’de Biden döneminde yapılmıştı. ABD, Avrupa’daki 100 bin askerini kademeli olarak çekmeyi planlanıyor. Bu, Avrupa’nın güvenliği açısından yeni sorumluluklar doğuracak. Zira ABD, odağını Asya-Pasifik’e kaydırıyor. Bu bölgede hava ve deniz kuvvetleri öne çıkacak. Trump’ın “Altın Kubbe” kararları ve ordunun iç güvenlikteki rolüne dair değişiklikler de bu stratejik dönüşümün parçası.
Beyaz Saray, 2026 taslak bütçesinde savunmaya 1 trilyon Dolar ayrıldı. Ancak buna rağmen, ABD’nin NATO’nun 5. maddesi kapsamında Avrupa’yı koruma kapasitesi zayıflayacak. Bu nedenle Avrupalı müttefiklerin savunma yükünü daha fazla üstlenmesi şart. 1990’larda dönemin ABD dışişleri bakanı Madeleine Albright’ın dile getirdiği ‘3D’ formülü yani Avrupa’nın savunmadaki bağımlılığı bugün hâlâ geçerli. Avrupa’nın 10 yıl içinde kendi konvansiyonel savunmasını üstlenmesi gerekiyor.
Nükleer alanda ise ABD caydırıcılıktan ve Avrupa’daki nükleer şemsiyesinden vazgeçmeyecek. Bu konuda zımni taahhüdü devam ediyor. İran’la yürütülen nükleer görüşmeler de bu kapsamda değerlendirilmeli. Çünkü ABD, nükleer saldırı konusunda elinde bulundurduğu tekel ve “ilk bombayı atmayı cesaret eden ülke” unvanını kimseye devretmeye niyetli değildir.
Fransa ise, nükleer stratejisini Avrupalı müttefiklerine daha açık bir dille anlatıyor. Bu da yeni değil. Nitekim 1974 Ottawa’daki NATO Zirvesi’nde Fransa, nükleer gücünü müttefiklerinin hizmetine sunduğunu ilan etmişti. Başta Benelüks ve Batı Almanya’yı kapsayan bu şemsiye, bugün Almanya’nın doğusunu da içeriyor. Fransa, şimdi Baltık ve Polonya gibi ülkelerle de görüşerek kapsama alanını genişletmeyi amaçlıyor.
Lahey’deki NATO zirvesi öncesinde, transatlantik ittifakta görev ve sorumluluklar yeniden şekillenecek. Hafta içinde kaleme aldığım “3-5-5 hamlesi” yazısı bu süreci özetliyor. NATO Savunma Bakanları toplantısında belirlenen yetenek hedefleri, üye ülkeler için kritik önemde. Bu hedefleri karşılayamayan ülkeler, hasmane saldırılara daha açık hâle gelebilir. Sonuçta NATO, en zayıf halkası kadar güçlüdür.
AB’nin bitmeyen Akdeniz sevdası
AB’nin denizlere olan ilgisi normal karşılanmalı. Fransa, 10.2 milyon km²’lik ekonomik münhasır alanıyla, ABD’nin ardından dünyanın en büyük ikinci deniz yetki alanına sahip ülkesi. Portekiz, İspanya, İrlanda, Finlandiya, İsveç, Hırvatistan, İtalya, Romanya, Bulgaristan, Malta ve Yunanistan da denizlerle çevrili. Ancak AB’nin Akdeniz havzasına yönelik geliştirdiği ardışık politikaların neredeyse tamamı ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun nedenleri oldukça çeşitli. Meslek hayatıma başladığım yıllarda bu süreci Strasbourg’da yakından takip etmiştim. Aradan 30 yıl geçti. O günden bu yana, 2008’de dönemin Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin başlattığı “Akdeniz İçin Birlik” girişimi, 72-92 arasında geliştirilen “Küresel Akdeniz Politikası” gibi girişimler maalesef hüsranla sonuçlandı.
Günümüzde AB yeniden Akdeniz’e odaklanmış durumda. Komisyon’un Ortadoğu ve Kuzey Afrika Genel Müdürü Stefano Sannino yeni “Akdeniz Paktı”nı sundu. Bu, AB’nin önceki politikalarının devamı olsa da, AB’nin bu kez Akdeniz ülkeleriyle işbirliğini daha kapsayıcı ve danışmaya dayalı şekilde yürütme hedefi umut verici. Zira Brüksel süreci istişare içinde yürütme çabasında. Yeni Akdeniz Paktı’nın başarıya ulaşmasını temenni etmek gerekiyor.
Öte yandan, Sannino’nun AP milletvekili Michael Gahler’in Türkiye’nin Suriye’deki etkisine dair yönelttiği provokatif soruya verdiği yanıtı anlamlandırmak güç. Sannino, ‘AB’nin Suriye’de Türkiye tarafından yönetilmediğini ve Suriye’nin buna izin vermeyeceğini’ söyledi. Deneyimli bir diplomat olan Sannino’nun iki tarafı rakip olarak tasvir eden cevabı onun kalibresindeki biri için dikkat çekici. Üstelik sunumun dibacesinde Türkiye konusunun onun portföyünde olmadığı, Ankara’nın genişleme genel müdürlüğünde yer almayı tercih ettiğini hatırlatmıştı.