“En ayırt edici özelliği, olağanüstü zekasıdır”
Güldemir ve Sedat Ergin, Beyaz Saray’ın önünde.
(...) Ufuk’tan söz edeceksek, öncelikle altını çizmemiz gereken nokta, onun en en ayırt edici özelliği olan olağanüstü zekâsıdır. Bu, Allah vergisi bir haslet. Bu zekâ, tükenmeyen bir enerji ve muazzam bir yaratıcılıkla tamamlanıyordu. Hangi işe el atsa başarılı olmasının gerisinde bu üçlünün, yani zekâ, yaratıcılık ve enerjinin bileşimi yatıyordu. Gazeteci olmasaydı Ufuk, başka bir işe el atmış olsaydı, hangi işi yaparsa yapsın, eminim ki o alanda da çok iyi olacaktı; o alanın en iyilerinden biri olacaktı. (...)
Yaşadığı, parçası olduğu Türk toplumu üzerinde muazzam çarpıcı gözlemleri vardı Ufuk’un. Hepimizin görüp, tanık olduğumuz ama bir türlü tahlil edip, kavramsallaştıramadığımız durumları, o çok çarpıcı bir şekilde bir sosyolog gibi hemen tarif edebiliyordu. (...)
Ufuk’u farklı kılan bir başka yönü de çok cesur olmasıydı. Bütün bu hasletleri bir arada taşıyan insanlar büyük iddialar taşırlar. O da bir büyük iddianın adamıydı. Ufuk’un kendisi bir iddiaydı zaten. (...)
Bir farkı daha var Ufuk’un, bu iddiasını ölümünden sonra da koruyor.
Habertürk bir Paris’ti
(...) Vehbi Koç’a “Neden banka sahibi olmadınız” diye sorduğumda, “İş Bankası varken niye banka sahibi olayım ki. İş Bankası hepimizin, tüm cemaatin bankası” demişti.
Ufuk Güldemir’in Habertürk kanalı da, tüm medya cemaatinin kanalı değil miydi?
Hangi sermaye grubunda veya hangi televizyon kanalında çalışırsanız çalışın, bilirdiniz ki, Habertürk sizin kanalınızdır da.
Hani bir zamanlar “Paris dünyadaki bütün aydınların ikinci vatanıdır” derlermiş ya.
İşte Ufuk Güldemir de, Habertürk’ü öyle bir Paris yapmamış mıydı?
Andıçtan Genelkurmay Başkanlığı Şeref Salonu’na
Çalışma arkadaşları, Genelkurmay plaketiyle Ufuk Güldemir’in Zincirlikuyu’daki mezarı başında.
Güldemir’in vefatından kısa süre önce medyaya yansıyan bir haber onu çok üzmüştü.
“Darbe Günlükleri” isimli haber dizisine göre Ufuk Güldemir “andıçlı” idi.
Genelkurmay’a göre bir dönemlik de olsa “sakıncalı gazeteci” idi.
Güldemir’in, Erol Özkasnak’la ilgili “Basın Kulübü”nde söylediği sözler nedeniyle akreditasyonunun bir süre dondurulması önerilmişti.
Güldemir bu çalışmayı “Genç ve deneyimsiz subayların işi” biçiminde değerlendirmişti.
Andıcı hazırlayanların “genç ve deneyimsiz” olduğu birkaç ay içinde tescillendi.
“Andıçlı” Güldemir’in televizyonu Cumhuriyet tarihinin en büyük kampanyasıyla şehit ve gazi ailelerine sahip çıktı.
“Andıçlı” gazetecinin televizyonu Genelkurmay Başkanlığı Şeref Salonu’nda ödüllendirilen ilk medya kuruluşu oldu.
Ankara dönüşü bu gurur da gerçek sahibi ile paylaşıldı. Genelkurmay’ın verdiği teşekkür plaketi kabrine götürüldü.
“Işıltılıydı, güven verirdi”
Aydın Doğan’la Melih Meriç konuştu.(Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan - Söyleşi: Melih Meriç)
Ufuk, bir defa insan olarak fevkalade güven verirdi insana. Gazeteci olarak pırıltıları, yaratıcılığı olan parlak bir gazeteciydi. Yani dürüst olmak şart, ahlaklı olmak şart ama onlar yetmiyor. Gazetecinin biraz da pırıltısı olan, ışıltıları olan biri olması lazım. Hem ışıltıları vardı, hem pırıltıları vardı, hem de güven veren bir insandı. Bir de çok değişik yönleri vardı. Ben 30 yıllık hayatımda birçok gazete yöneticileri, gazeteciler gördüm. Bir gazeteden ayrılıp bir başka yere gittiklerinde hep ayrıldıklarını zemmederler, aleyhinde konuşurlar. Doğru bir şey değil bu. Ufuk’la o gün beraber çalıştığımız dönemdeki dostluk ilişkilerimiz neyse ayrıldıktan sonra da, hatta daha da pekişerek devam etti.
Biz de Ufuk’suz kaldık Adams Morgan da...(...) Ufuk keratası, hepimize gıpta ile baktırtan biçimde aramızdaki galiba en hızlı ve başdöndürücü yaşam koşucusuydu.
Son bir yılını, nereye gittiğini bilerek, olağanüstü bir vakarla sevdiklerine ve tüm dünyaya bir “veda koşusu” olarak yaşadı.
Onun yaratıcı zekası ve yetenekleri saymakla bitmez. (...)
Ufuk, onu tanıyan, yakından tanıyanların her birinin, her birimizin hayatında silinmez izler bıraktı. Ama, bir insanın Amerika başkentinin hayatında iz bırakabileceğini kim düşünebilirdi ki? (...)
Son bir yıldır, Washington’a gittiğimde Adams Morgan’a gitme ihtiyacı duymadım. Adams Morgan’ın Ufuk’suz kaldığını hissediyordum. Hepimizin, son bir yıldır kaldığı gibi…
En çok da o fırlama halini özlüyorum Hasan Cemal ile Ufuk Güldemir, Texas’ta balık avında.(...) En çok da o fırlama hali gözümün önünden gitmiyor. Gazeteciliğine de damgasını vuran, O’nu meslekte yaratıcı, kimi zaman yırtıcı yapan fırlamalıklarını, hınzırlıklarını hatırlıyorum, özlüyorum. (...)
Kim bilir, belki kendi yapamadıklarımı Ufuk’ta görmenin, benim iç dünyamda körüklediği çifte standartlar, onu genellikle ayrı bir yere koymama yol açmış olabilir.
Öldüğü vakit yazmıştım:
“Hayat onun hızına yetişemedi!”
Gözlerindeki cıvıltıdan taviz vermedi(...) Ölmeyi bilmek, bilebilmek diye bir şey var mıdır?
İnsan kendi ölümünü hak edebilir mi?
Eğer ölüm, bir insanın en büyük meydan okuyuşu ise, onu hak etmenin yolları da vardır.
Ufuk, kendine yakışan ölümü, işte böyle hepimizi hayretler içinde bırakan bir meydan okumayla karşıladı.
Ölümü değilse bile, böyle ölmeyi, dimdik, ayakta, gözlerindeki cıvıltıdan zırnık kadar taviz vermeden.
Gerçek bir “Beyaz Türk’e” yakışır biçimde.
Ufuk’un gözlerindeki fer hiçbir zaman sönmedi.
Ölüm bile sevgili kardeşimin gözlerindeki hınzır, sevecen, dalgacı, zeki, alaycı, ti’ye alan feri söndüremedi.
Hayat gitti, geriye Ufuk’un gözleri kaldı.
Meydan okuyan gözleri.
Bohem ve haute couture bir hayat(...)Ufuk Güldemir “hazır giyim ya da hazır gazetecilik piyasasına karşı, dantel gibi elle işlenmiş bir Haute Couture semboldür.”
Fransa’da 19. yüzyılın sonunda çıkan Haute Couture giyimin artık “öldüğünü söylüyor” Giorgio Armani... Elle dikilen ve sadece tek örnek olarak tasarlanan iyi bir Haute Couture elbiseyi dikmek ancak 500 saatte mümkün oluyormuş...
Pek zahmetli olduğu için pek bulunmuyormuş...
Tıpkı Ufuk gibi... (...)
Bohem ve Haute Couture bir hayat...
Giorgio Armani haklı...
Ufuk Güldemir ve Haute Couture ölmektedir...