The OthersAYA YORGİ'DE ÇOCUKLAR GİBİ ŞENDİK

AYA YORGİ'DE ÇOCUKLAR GİBİ ŞENDİK

02.05.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Koca ararken papazı bulduk

AYA YORGİDE ÇOCUKLAR GİBİ ŞENDİK




Rabia Kirpi
AYA YORGİDE ÇOCUKLAR GİBİ ŞENDİK
Büyükada'daki Aya Yorgi Kilisesi'ni kutsal günlerde ziyaret edip adak adayanların dilekleri gerçekleşirmiş diye duymuştum. 30 yaşıma gelip de hala bir koca bulamadığım için 23 Nisan fırsatını ben de değerlendireyim dedim ve kilisenin yolunu tuttum. Meğer benim gibi düşünen ne çok Müslüman kadın varmış!Aya Yorgi ziyaretleri birkaç senedir çeşitli vesilelerle gündeme geliyordu. Şöyle ki, evlenme yaşına gelmiş her tahsilli, çağdaş, rasyonel genç Türk kadını gibi, benim arkadaşlarım da, nerede iyi falcı var, hangi kiliseye üst üste yedi gün gidilirse dileğin olur, hangi yokuşu nasıl tırmanırsan kısmetin açılır gibi can alıcı konularda ihtisas sahibi olmuşlardı. Ben de 30 yaşıma basmama bir iki ay kala işin vahametinin farkına varıp 23 Nisan Çocuk Bayramı'nı Büyükada'daki Aya Yorgi Kilisesi'ni ziyaret ederek değerlendirme kararını aldım. Bilmeyenler için söyleyeyim, 23 Nisan ve 14 Eylül günleri Aya Yorgi'nin kutsal günleri ve bu tarihlerde ziyaretçiler dileklerde bulunuyor. Dilekleri gerçekleştiği takdirde bir dahaki sefere kiliseye yağ, şeker gibi erzaklar getiriyorlar. Bana refakat eden, bu ziyaretler konusunda son derece deneyimli arkadaşımın uyarısı üzerine sabahki izdihama takılmamak için öğlen yola çıktık. Büyükada'ya geldiğimizde Aya Yorgi'ye kadar 3 milyona giden faytonlardan birine atladık. Son derece huzurlu bir şekilde mor leylakları seyrederek giderken bizi bekleyen korkunç kaos durumunun sinyallerini almaya başladık. Yanından geçtiğimiz bir faytonun önünde, şişmiş, yerde ölü şekilde yatan beyaz bir at vardı. Bu, o gün adaya gelen insan kitlesinin ebatının ve arabacıların, bu insan kitlesinin ulaşımını sağlamak için hiçbir 'özveriden' kaçınmadığının açık bir göstergesiydi.Sonunda panayır yeri gibi bir yere geldik. İnsanların bir kısmı üzerlerine doğru gelen faytonlardan kaçışıyor, bir kısmı ise "saldım çayıra mevlam kayıra" haleti ruhiyesiyle piknik yapıyordu. Biraz ilerdeki tepeden kıvrıla kıvıla süzülen insan selini görünce şoka girdim. Böylece, sakin sakin dua ederek ve kurallar gereğince arkama bakmadan tırmanacağımı düşündüğüm tepeye, dirsek atarak yanımızdan geçen kadınlar, yol kenarında insanların, işleri kolay çözülsün diyen serdikleri ipliklerin üzerinden kayarak inen çocuklar, üst üste konmuş taşlardan oluşan ev adaklarını minik tekmelerle yıkan haylaz kızlar, yokuştan ve kalabalıktan telef olmuş evlatlarını ağlıyor diye pataklayan annelerle birlikte tırmanmaya başladık. Normalde faytonların çıkmadığı, insanın nefesini kesen bu dik ve dar yolda bir ara yanımızdan "yoksul koloni ülkesinin ayrıcalıklı beyazları" tribine girmiş, keten takımlar içinde yaşlı bir bey ve genç karısı bir faytonun içinde geçtiler. Birazdan iki ölü atın çektiği fayton olacağı kesin görünen arabanın ardından da siyah güneş gözlükleri, yanık tenleri ve boksör cins köpekleriyle, Bağdat Caddesi'nden adaya ışınlanmış gibi görünen bir çift tarafından sollandık... 20 dakika süren tırmanışın ardından tepeye, Aya Yorgi Kilisesi'ne vardığımızda içeri girmek için uzayan bir kilometrelik kuyrukla da tanışmış olduk. Ancak arkadaşım hiç istifini bozmadan "Beni takip et," dedi. Islık çalarak ve bulutları seyrediyormuş gibi yaparak, kalabalık arasından kilisenin arka bahçesine geçtik. Akabinde, mum alıp yakma, kiliseyi tavaf etme, papazla karşılaşma şeklinde olan prosedürü tersten başlamak suretiyle tamamladık. Ben böyle bir hilekarlığın yaptığımız dilekler üzerindeki etkisini hesaplamaya çalışırken aynı yolu izleyen birçok insan olduğunu ve bunun aslında "deneyimli" ve "deneyimsiz" arasındaki küçük farktan kaynaklandığını tespit ettim. Kilisede ise olabilecek en absürd topluluk bizi bekliyordu. Yüzde 99'u Müslüman olduğu söylenen bir ülkenin metropolünden, bu küçük Rum Ortodoks Kilisesi'ne akın eden her yaş ve kesimden, baş örtülü, baş örtüsüz kadın topluluğu, küçük kağıt parçalarına dileklerini yazıp, ikonların üzerinde bozuk para sürtüp, siyah cüppeli papazın duasını almak için kuyruğa giriyordu. Genç papazlar da bu en telaşlı günlerinde cüppelerinin eteklerini savurarak kadınların arasında koşturuyorlardı. Mum yakmaya gittiğimizde, en rüzgarlı yere kurulmuş kumlu masalara yakıp diktiğimiz mumların anında sönmesine ve oradaki görevliler tarafından robotlaşmış bir hareketle çöpe atılıp, yenilerine yer açılmasına tanık olduk. Arkadaşımsa "Üzülme," dedi, "ne kadar çabuk sönerse dileğin o kadar çabuk gerçekleşir." Kilisenin bahçesindeki kayaların üzerinde yanan mumlar ise eriyerek, Pamukkale travertenlerine benzer doğal şaheserler yaratmıştı.

Dönüşe geçip yokuşu indiğimizde ise fayton izdihamı devam ediyordu. İskeleye kadar yürümeye karar verdik. Yanımızdan geçen at arabalarına doluşmuş, dağılmış vaziyetteki kadın ve çocukların görüntüleri ise, ayaklarını arabadan sallandırarak şarkı söylüyor olmasalar Kosovalı mültecilerinkiyle karıştırılabilirdi. Akşam saatleri yaklaşırken ek sefer konan vapurlar bu inanılmaz kalabalığı adadan alıp üstü sisli karaya geri götürdü. Umarım herkesin dileği gerçekleşir...

KEŞFETYENİ
Anne olmak için gün sayıyor! Son halini paylaştı
Anne olmak için gün sayıyor! Son halini paylaştı

Cadde | 09.06.2025 - 12:35

Oyuncu İrem Helvacıoğlu ilk kez anne olmak için gün sayıyor.

Yazarlar