The Others "Bunu Tunç'un yanına bırakmam"

"Bunu Tunç'un yanına bırakmam"

01.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Bunu Tunç'un yanına bırakmam"

Bunu Tunçun yanına bırakmam
1 Kasım 1998
Dilek Sancılı Atatürk'e "kafayı yiyen" bir kadının hastalık ve iyileşme dönemlerinin anlatıldığı "Kaçıklık Diploması" adlı film gösterime girdi. Girer girmez de yönetmen Tunç Başaran ile senaryonun esinlendiği aynı adlı kitabın yazarı Ayşe Nil Tahralı arasında polemik başladı. İşte Tahralı'nın Başaran ve film hakkında söyledikleri...

* Film ile kitabı karşılaştırırsanız neler söylersiniz?
Filmde çok abartılı, gerçekten hasta bir kadın var. O makyaj nereden çıktı bilmiyorum. Benim boncuğum yok, hiçbir zaman da açık saçık giyinen bir kadın olmadım. Hele o balo sahnesi onur ve haysiyete tecavüze girer. Koca desen bir garip. Ben kocamı çok eleştiriyorum ama benim kocam entelektüel, aydın kafalı, iyi eğitim almış bir insandı. Hamal kılıklı bir adama dönüştürmüşler. Oysa kocam genel müdürlük yapmış biri. Ne kitapta böyle bir şey var ne de benim hayatımda. Kitabım son derece açık yüreklilikle yazılmış, topluma meydan okuyan bir kitap.
* Peki filmi seyrederken neler hissettiniz?
Filmin ilk yarısında inanılmaz rahatsız oldum. Sonra kendi kendime "Ayşe bu sen değilsin, seni hiç yansıtmıyor, bundan sonrasını herhangi bir filmi seyreder gibi seyret," dedim. Ondan sonra rahatladım ve filmi öyle izledim. Sinema eleştirmeni olmasam da filmin beş para etmediğini gördüm.
* Senaryo aşamasında size hiç danıştılar mı?
Hayır. Hatta ben rahatsız edici bir biçimde yaklaştım. Tunç'u defalarca aradım. Çünkü batıda film nasıl çekildiğini biliyorum. Bizde çekilenlerin niye bir şeye benzemediğini bu macerayı yaşadıktan sonra tahmin edebiliyorum. Türkan Hanım oynayacağı zaman onu misafir edeyim, beni gözlesin istedim. "Senaryoyu birlikte yazalım," dedim. Hepsine hayır dedi.
* Betimlemelerde mi çok hata oldu sizce?
Eğer yanlışlar bilinçli yapılıyorsa bunda kasıt vardır. Zannediyorum Tunç beni sevmedi. Başka bir neden bulamıyorum. Ama bunu Tunç'un yanına bırakmayacağım. "Ben sanatçı olarak özgürüm," diyor. Ben de sanatçı olarak özgürlüğümü kullanıp "Bu Tunç Başaran'ın hayatıdır," diye kitap yazsam, uyuşturucu müptelası, eşcinsel filan göstersem sesini çıkarmaz mı?
* Kitabı filmleştirme fikri nasıl doğdu?
Bir basın danışmanım vardı. Tunç onun arkadaşıymış. Aktardıklarına göre Tunç kitaba bayılmış, benimle görüşmek istemiş. Beyoğlu'nda buluştuk. Beni kahraman yapacaklarını, kitabımın 33 baskı yapacağını, filmi üç ayda çekeceklerini söylediler. Bundan 5 yıl önce. Biraz pohpohladılar beni, iki bardak da şarap içtim, bastım imzayı. Beş kuruş da almadım. 30 milyon verdiler, onu da aracı aldı.
* Yani siz kitabınızın film yapılmasını istemiyor muydunuz?
Kişisel değerlerim ve mesajım için filmin yapılmasını istedim. Eğer mesajım doğru verilseydi fevkalade olacaktı. Kitap 50 bin 100 bin satar. Oysa filmle milyonlara ulaşılabilir. Ama Tunç Başaran'ı tanımıyordum. Maalesef Türkiye'de insanlar isimleri kadar büyük değil.
* Film çekildiği sırada senaryoyu merak ettiniz mi?
Projeden umudumu kaybettikten sonra Tunç'u bilinçli olarak rahatsız ettim. O da beni rahatsız ediyordu. Türkan Şoray ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne gitmişler. Her gün bir akıl hastanesinde dolanıp duruyorlar. Kapalı bir kutu değilim ki, "Benden bilgi alabilirsiniz, beni gözlemleyebilirsiniz," diyorum. Öyle yapmayıp kitabın özünü, kadının deli coşkusunun nedeni olan motifi tümüyle kaldırmışlar. Herhalde okuduklarından birşey anlamıyorlar.
* Filmi seyrettikten sonra Tunç Başaran ile bir konuşmanız oldu mu?
Tunç'u arayıp dalga geçiyordum. Çok sinirleniyordu. Mesela bir tanesinde IQ'sunu sordum. Bir hafta sonra başka bir yazı üzerine yeniden aradım. "Tunç ben sana IQ'unu sormuştum ama ben çözdüm, senin IQ'un galiba 80 civarında," dedim. Altın Portakal'dan sonra bir başarı telgrafı çektim. Tabi bunlar onu çıldırttı. Beni anlasın diye telefon ediyorum. Cuma akşamı açtım. Çok soğuk ve öfkeliydi. "Çok kötü bir film çekmişsin," dedim. "Boktan bir kitap," dedi, kapattım.

Tunç Başaran yanıtlıyor
* Ayşe Nil'in eski basın danışmanı eski bir arkadaşımdır. Onun bana verdiği bir kitaptı. Kitabı okuduğumda bir kadının gücünü anlatan bir şey gibi geldi. Önce televizyon filmi olarak düşündüm. Daha sonra kendisiyle tanıştık. Yapımcıyla anlaşma yaptı. Bir de "O zaman sarhoştum" diyor. Nasıl bir şey ki hala ayılmamış.
* Kitabın kendisini değil içindeki kadının filmini yapmak istedim. Hayatı da renkli. Film ile kitap arasında herhangi bir kopukluk yok. Bilakis o kadının yaşadıklarının hepsini çeksem çok sert bir film olurdu. Çünkü kitabında kocasını ve ailesini çok daha fazla eleştiriyor. Ben onu aksine filmimle yücelttim.
* Kitap yazarken ben onun başında duruyor muyum? "Şu kelimeyi çıkart, şununla yaz," diye?
* Bu film bir Atatürk filmi değil, kadının filmi. O Atatürk kitabı diyor. Atatürk için yazılmış bir kitabın adı "Kaçıklık Diploması" olur mu? Kendi hayatının otobiyografisini kitabın ruhuna sadık kalarak filmleştirdim.