The Others Din ile milleti karıştırmayın

Din ile milleti karıştırmayın

23.02.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Din ile milleti karıştırmayın

Din ile milleti karıştırmayın

Türk - Ermeni dostluğuna hizmetleri için şeref madalyası alan Jan Vahe Tosunyan

Şubat ayı başında, Fransa Savunma Bakanlığı'nın davetlisi olarak Paris'e giden Savunma Bakanı İsmet Sezgin, Fransa'da yaşayan 90 yaşındaki Jan Vahe Tosunyan'a T.C. Milli Savunma Bakanlığı'nın Şeref Madalyası'nı verdi. Fransız Legion d'Honneur ve İngiliz Kraliyet madalyaları da alan Tosunyan toplam 13 devletten şeref madalyası sahibi, ayrıca A.B.D. başkanı Eisenhower'den gelen bir teşekkür mektubu da var. İkinci Dünya Savaşı'nda Fransız direnişçilerine katılmış. 63 yıldır adeta Türk büyükelçisi gibi çalışmış. Türkiye'ye bağlılığı nedeniyle çeşitli Ermeni kuruluşları tarafından suçlanmış, hatta tehdit edilmiş. İstanbul doğumlu Jan Vahe Tosunyan'a on dördüncü madalyasını veren Türkiye Cumhuriyeti, böylece İsmet Sezgin'in elinden, geç de olsa, gerçek bir Türkiye dostunu sonunda onurlandırıyordu. Bir zamanların dünya elmas kralı, Süleyman Demirel'den İsmet Sezgin'e, Paris'e giden tüm Türklerin "Tosun Amca"sı Jan Vahe Tosunyan ile arkadaşımız Mine Kırıkkanat konuştu.

*Sayın Tosunyan, nerede doğdunuz ve nasıl yerleştiniz Paris'e?
1907 yılında İstanbul'da doğdum. Bak, nüfus kağıdımda Constantinople, yazıyor. O zaman öyle deniyordu. Ailece elmas yontucusuyuzdur biz. Meslekte daha ilerlemek ve jemoloji öğrenimi görmek üzere, Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşlarına verdiği ilk pasaportlardan birini alarak 1925 yılında Paris'e geldim. Hayalim, Afrika'ya gidip elmas madeni aramaktı.
1945'te aramaya başladım ve ve 1948'de buldum! Fildişi Sahili'nde, Seguela bölgesindeki Sassandra gölünün yakınında dünyanın en büyük elmas madenlerinden biriydi. Yanında da petrol çıkıyordu. Fransızlar, o sıralar kendi toprakları olan burada maden bulununca, sevinçten deliye döndüler. Bana en büyük devlet nişanı Legion d'Honneur verdiler. Hemen bir şirket kurup, elmas çıkarmaya başladım. Günde üç bin kıratlık taş üretimi yapıyorduk ve elmas parçalarının ortalama boyutu 25 kırat, ekstra kalite dediklerinden "D" rengiydi.
Bir yerde elmas ya da petrol bulununca, hemen mafya çıkar ortaya. Benim karşıma da İngiliz mafyası çıktı. Madenin tapusundan vaz geçersem, bana İngiltere'de şato falan vermeyi önerdiler önce. Ben elmas traşçısıyım niye vereyim madeni, dedim. Fakat yavaş yavaş, madende çalışan mühendisleri satın aldılar. Sabotajlar yaptılar. Öldürmeye kalktılar beni. Nasıl sağ çıktım bilmiyorum. Bütün Fransız ortaklarım korkup havlu attı. 1958 yılında fiilen aldılar madeni elimden. Ancak tapu hakkımdan hala vazgeçmedim. Fakat yaş 90. Nasıl ve kiminle mücadele edeceksin ki?
*1925'ten 1945'e kadar ne yaptınız?
Paris'te bir kuyumcu dükkanı açmıştım. Derken İkinci Dünya Savaşı patladı. Fransa madem bana yurttaşlık verdi, bari bir yararım olsun dedim ve kardeşim Kevork'la birlikte askere yazıldık. Ama biz askere gidemeden, Almanlar işgal ettiler Fransa'yı. Bunun üzerine yurttaşlığımıza layık olmak için Fransız direnişçilerine katıldık. Amerikan ve İngiliz pilotları bizim eve geliyorlardı, pilotları bir süre saklıyor, sivil elbiseler giydirip görev yerlerine gönderiyorduk. De Gaulle'cü polisler de bizim eve alternatif bir karakol kurmuşlardı. Savaştan sonra İngiltere ve Fransa bana pek çok kahramanlık madalyası verdi. Daha sonra A.B.D. başkanı olan General Eisenhower'den de bir teşekkür mektubu aldım.
*Türkiye'ye dönük etkinlikleriniz ne zaman başladı ve Fransız yurttaşlığına geçmenize rağmen Türk sevginiz niye bitmedi?
Ben Türkiye'nin malıyım. Orada doğmuşum. Memleketi sevmemek olur mu? Ama beni Hristiyan yapmışlar, papaz dua okumuş başımda, sizin de imam. Kabahat bizim mi? Aynı dinden olmak şart mı? O memleket hepimizin değil mi? Din başka, millet başka. Dinle milleti birbirine karıştırmamak gerekir. Savaştan sonra Paris'e gelen çok büyük adamlarla tanıştım. En başta turizm bürosuyla başladı etkinliklerim. Mukadder Sezgin'le çok iyi dost olduk. Süleyman Demirel geldiğinde beni mutlaka görür, "Benim buradaki sefirim sensin!" derdi bana. Fransa'ya gelen her Türk işçisine, her Türk'e yardım etmeye çalıştım hep. pek çok Türk işçisinin çalıştığı Simca otomobil fabrikalarına bir camii yaptırdım. 1962 yılında tüm giderlerini kendi cebimden karşıladığım "Club Turc de Paris" adlı bir Türk Klübü kurdum. Bu klüpte, Türk işçilerine Fransızca, Türkçe öğrenmek isteyen Fransızlara Türkçe dersleri verilirdi. Türk filmleri oynatılır, resim ve fotoğraf sergileri açılırdı. Hatta Paris'teki Türk Turizm bürosunun ilk broşürünü de ben bastırdım. Mukadder Sezgin sayesinde, Türk hükümeti Türk Klübüne sübvansiyon vermeye başladı. Ancak Paris'e elçi olarak Hasan Esat Işık gelince, bitti herşey. Klübün sübvansiyonunu kesti. Buna rağmen Türk Klübünü 15 yıl devam ettirdim. Sekreterin aylıklarını kendi cebimden, kirayı kendi cebimden ödedim.
Hangi birini anlatayım ki? Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkiye'nin Paris'teki Concorde meydanında bir arsası olduğunu ortaya çıkardım. Fransızlar bunu izinsiz olarak A.B.D. büyükelçiliğine satmışlar. Hemen koştum bizim büyükelçiliğe, böyle böyle, dedim. Türkiye harekete geçti ve büyükelçi, bu arsanın hem de altın olarak yatan parası kurtarılırsa benim projem olan bir Türk Evi'ni kurmaya söz verdi. Böyle bir Türk Evi hayal ediyordum. Beş kuruş istemedim kendime. Champs Elysees'de çok uygun bir yer de bulmuştum. Ancak büyükelçi gitti, başkası geldi, derken parayı kurtardılar ve şimdiki T.C. büyükelçiliğinin idari binasını yaptılar. Bizim Türk Evi projesi yattı.
ASALA terörü ortaya çıktığında, Sadi Koçaş'la birlikte Ermeni davası kitabını hazırladık. Sadi Koçaş, kitabın temsilciliğini bana verdi ve Fransa'da bana takdim ettirdi.
*Peki bunca Türk dostluğundan ötürü Ermeniler kızmıyor muydu size?
Beni öldürmek istediler ama, gördüğün gibi hayattayım. Bütün bu etkinlikleri yaparken bir pazar günü kiliseye gitmiştim. Papaz, verdiği vaazda benim için: "Artık bu Türk oldu!" dedi. Ayağa kalkıp, "Benim adım Tosunyan. Tosun Türk değil mi? Senin adın Demirciyan, Demirci Türk değil mi? Hepimiz Türk değil miyiz?" dedim. Ertesi gün Ermeni gazetelerinde şahsıma çok hakaret oldu. Hepsine dava açtım ve kazandım. Derken, Ermenistan politikasını değiştirmeye başladı. Levon Ter Petrosyan'la burada buluştuk. Ona görüşlerimi anlattım. Benimle aynı fikirdeydi. O günden beri rahat bıraktılar.
*Levon Ter Petrosyan'ın iktidardan düşüşü iki toplumun ilişkilerini olumsuz etkileyecek mi?
Çok olumsuz etkileyecek. Türkiye, Levon Ter Petrosyan'a destek vermemekle çok büyük hata etti. Oysa o, Türkiye'ye yakınlaşabilmek için Daşnakları saf dışı bırakmıştı. Şimdi Daşnaklara konulan yasakları kaldırdılar, hepsini hapisten çıkardılar. Hrair Munakyan rakip olacak Levon Ter Petrosyan'a. Türkiye biraz yardım etseydi Petrosyan'a her iki ülke için de iyi olurdu. Erbakan yüzünden etmedi. Erbakan sofu filan değil, kurnaz. Doğruları da söylemiyor. Ama Çiller daha da kötü çıktı.
*Türkiye'ye çok sık gelip gittiniz mi?
Tabii. De Gaulle Türkiye'ye resmi ziyaret yaptığında beni de götürdü yanında. Sonra, bizim kızın miras davası için gittim. Kızıma iki ev miras kalmıştı. Üstüne konmuş birileri. Pek çok avukat tuttum, hepsi dolandırdı, aldılar evleri elimizden. En son avukat da Ümit Utku. İngiltere'de aldığı evin parasını bana ödetti. Sonra da davayı kaybettik deyip, çıktı işin içinden. Şimdi adı, yine yolsuzluk ve hırsızlıklara karışmış, yazılıp çiziliyor baksana. Türkiye'nin birinci sorunu, hırsızlık. Beni de pek çok kişi dolandırdı. Ama ben genelleme yapmıyorum ve ülkemi sevmeye devam ediyorum.
*Dostlarınız kimler?
En başta Mukadder Sezgin ve kardeşleri. İsmet Sezgin, kızı Seyhan Paris'e tahsile geldiğinde, "Sana teslim ediyorum, senin kızın," dedi. Gerçekten de kızım gibi kolladım onu. Bana Tosun amca der hep. Madalya töreninde, baktım Seyhan'ın kızı Hazel, benim Seyhan'ı tanıdığım yaşa gelmiş. Çok duygulandım İsmet Sezgin'in bana Milli Savunma Bakanlığı madalyasını vermesine. Çok ağladım. Hemen bütün politikacıları tanırım. Ama bir Ecevit'i sevmem. Çünkü son mahkeme denemesinde, bizim kızın miras davasını tam kazanıyorduk, af çıkardı. Yargıç: bu adamın suçu affa giriyor, mahkum edemem, dedi çıktı işin içinden. Hiç bir şey anlamadım. Gitti bizim evler.
Bir de Gökşin Sipahioğlu'nu çok severim. Benim oğlum sayılır o da. Çok Türk'ü sıkıntıdan kurtardım, çok kişiye borç verdim. Ama borcuna en sadık olan dostum Fahrettin Aslan'dı.
Söylesene, Türkiye'deki yolsuzluklar hep devam ediyor mu?