"Sınır Tanımayan Gazeteciler" temsilcisi Robert Menard'a göre "Metin Göktepe artık uluslararası bir dava"
- Türkiye'ye ilk bundan 4 yıl önce, "Özgür Gündem" için geldiniz. İlk izlenimleriniz ne oldu?
- Türkiye hem çağdışı ve hem modern. İkisi birarada. Mesela, aynı görüş ve fikirleri paylaşmasa da, insan benzer kaygılara sahip, kafa dengi pek çok kişiyle karşılaşabiliyor burada. Türkiye'yi, benzer durumdaki diğer ülkelerden ayıran en önemli özellik bu.
- Listenizde başka hangi ülkeler var?
- Basının baskı altında olduğu tüm ülkeler. Başta eski komünist ülkeler: Çin, Vietnam, Laos, Küba ilk sırada.
- Sıralamada Türkiye'nin yeri nedir?
- Türkiye, farklı. Totaliter değil. Çok problemli olmasına rağmen, ben burada çok şeyin değişeceğine inanıyorum. Sonra, Türkiye'de gerçek bir basın var. Bu, gittiğim diğer ülkelere nazaran, en büyük fark. Fakat illa bir karşılaştırma yapmak gerekirse Türkiye bana en çok Peru ve Cezayir'i hatırlatıyor.
- Neden?
- Çünkü Cezayir ve Peru'da olduğu gibi, burada da iktidar seçilmişlerin değil ordunun elinde. Buna rağmen, tıpkı Cezayir ve Peru'da olduğu gibi, Türkiye'de de çok partili bir sistem de var ve
seçimler yapılıyor. Cezayir ve Peru ile Türkiye'nin ortak bir diğer yönü de, silahlı muhalefetle yaşamak zorunda olmaları. Peru, "Sendiero Luminoso" (Işıklı Yol); Cezayir İslamcı terör, Türkiye PKK ile yaşıyor. Bunun karşısında otoriteler, insan hakları ihlallerini hep aynı "güvenlik gerekçeleriyle" mazur gösteriyorlar. Aynı mazeretlere sığınıyorlar. Cumhurbaşkanı Demirel'le konuşurken, Peru Başkanı Fujimori ile konuştuğum izlenimine kapılıyorum.
- Ne gibi?
- Tıpatıp aynı şeyleri söylüyorlar: "Biz demokratız. Demokrasiye inanıyoruz. Ama ne yapalım? Şiddete ve teröre karşı mücadele veriyoruz. Anlayışlı olun!" Aynı laflar. Yapılan tüm haksızlıkları, bu sözlerle haklı göstermeye çalışıyorlar.
- Bu açıkça totaliter rejimlerden daha sakıncalı değil mi? İnsanların kafası karışıyor...
- Bir bakıma öyle. Çünkü Çin'de mesela her şey çok açık ve net. Bir dikta rejimi var. Ve de diktaya karşı mücadele eden muhalifler. Türkiye'deki tablo çok karmaşık. Ortak bir muhalefet platformu yok Türkiye'de. Muhalifler, Türkiye'de rejime karşı demokratik olmadığı için değil de, başka nedenlerden muhalefet ediyorlar.
- Nasıl yani?
- Eski Sovyetler Birliği'ni düşünün. Sovyet rejimi sırasında tüm demokratlar, rejim muhalifi Sakharov yanındaydı. Türkiye'de bu anlamda demokrat cepheyi toparlayıcı bir muhalif isim ya da fikir yok. Demokrasi ve insan hakları konusunda Türk gazetecilerinin kafası çok karışık. Ordu konusunda, İslamcılar konusunda kafalar hep karışık. Oysa böylesine karmaşık bir siyasi tabloda, temel bazı fikirlere tutunmak zorundayız. Aksi takdirde, ağaçlardan ormanı kaybederiz. Türk siyasi sınıfı ve basın, bu tuzağa sık sık düşüyor bence. Temel ilkelerde sürekli taviz veriyor.
- Türk basını, basın özgürlükleri için, buraya gelip giden yabancı basın mensuplarına yeterince ilgi gösteriyor mu sizce?
- Bazı basın mensupları çok ilgililer. Ama büyük çoğunluğun aynı ilgiyi gösterdiğini söyleyemeyeceğim. Ben ilk, Özgür Gündem'e yapılan saldırı için buraya geldiğimde, Türk basınında konu hakkında hemen hiçbir şey çıkmamıştı. Bugün ise herkes Işık Yurtçu'nun yanında. Ama tabii insan sormadan da edemiyor: "İki yıl önce nerdeydiler?"
- Metin Göktepe konusunda da, basın mensupları hemen ortak tavır almadılar. Gazeteciler arasında da Göktepe için aynı devlet gibi "sarı basın kartı yoktu" şartlanmasıyla düşünen ve "o bir gerçekte gazeteci değil eylemciydi" şeklinde yaklaşanlar oldu...
- Bu tabii korkunç. Türkiye'nin Cezayir'e benzeyen yanlarını vurgularken, bu mantığı kastetmiştim.
- Kısacası Türk basınında biz fikirler adına değil, ait olduğumuz kampın fikirleri adına mücadele ediyoruz.
- Benim izlenimim de bu işte...
- Peter Arnett ve Terry Anderson'la birlikte ziyaret ettiğiniz devlet erkanı hakkındaki izleniminiz ne?
- Demirel ve Adalet Bakanı, tam anlamıyla bir "tahta dil" kullandı. Yani hiçbir şey söylemediler. Dışişleri Bakanı Cem, daha iyi niyetli idi. Ama onun da ne kadar gücü var bilmem. Ecevit, yürekten gelen tek laf etmedi. Ama hepsi nezaket gösterdi. Bizi dinlediler. Bol bol vaat verdiler. Dikkatimi çeken şey, özellikle iktidarda ne kadar yeni olduklarını vurgulamalarıydı. Özetle bize, "Bütün bunlar bizden öncekilerin işi. Biz yeni geldik. Geçmişle ilgimiz yok. Ama şimdi bugünden yarına her şey değişecek" dediler. Bu inandırıcı değil. Çünkü bunları söyleyenlerin hiçbiri siyasetin "yeni"si değil. Demirel, Ecevit, Mesut Yılmaz; defalarca başbakanlık yapmış siyasetçiler. Bu isimlerin her biri, düzenin ve iktidarın ta kendisi. O zaman da şöyle bir soru geliyor insanın aklına: "Düzenin, düzeni değiştirmesi mümkün olabilir mi?"
- Ne beklemiştiniz ki?
- İçlerinden mesela birinin çıkıp: "Haklısınız" demesini beklerdim: "Geçmişte pek çok haksızlık, yapılmaması gereken şeyler yaptık. Bizim de sorumluluğumuz var" gibi bir itiraf beklerdim. Ve "Ama bugün artık Türkiye için değişim saati geldi. Bu değişimi yapacağız" demelerini, diyebilmelerini beklerdim.
- Demirel'in, "Hapis gazetecilere üzgünüm" açıklamasını nasıl değerlendirdiniz?
- Üzgün olduğuna sevindim. Üzülmesi gerekir. Ama kendisi 30 yıldır siyasette. Önceleri üzülmek hiç aklına gelmemiş mi? Kendisine ben hep bunu hatırlattım. Ama cevap alamadım. Bu arada ne zaman Göktepe konusu açılsa, Cumhurbaşkanı hep bunu da, "Bizde yargı bağımsızlığı var" diye kestirip attı. Oysa bizim itirazımızın yargı bağımsızlığı ile ne ilgisi var? Kimse Demirel'den, "mahkemeleri yönlendirin" şeklinde bir talepte bulunmuyor. İstenen şu: İçişleri Bakanı'ndan polisleri bulup, yargıya teslim etmesi "yargı bağımsızlığı" ile uzak, yakın bir ilgisi yok bunun.
- Başbakan'ın tavrını nasıl buldunuz?
- En net tavrı o aldı ve "Bu bir skandaldır" dedi. Mesut Yılmaz, Metin Göktepe davasının bir skandala dönüştüğünü itiraf etti hiç olmazsa. Bu da bir şey.
- Siz Metin Göktepe'yi ilk günden izlediniz. Şimdi artık, New York Times'dan, El Pais ve CNN'den gazetecilere kadar pek çok yayın organı ve yabancı gazetecinin izlediği bir olaya dönüştü bu dava. Bundan önce de gazeteciler öldürüldü Türkiye'de. Metin Göktepe niye bu ilgiyi çekti sizce?
- Metin Göktepe çünkü artık uluslararası bir dava.
Son üç - dört ayda, konu uluslararası basına mal oldu. Türk hükümeti başlangıçta Metin Göktepe'ye gereken önemi vermedi. Geçiştirilebilir zannetti. Böyle düşünmekle de çok hata etti. O noktaya geldi ki iş, Metin Göktepe davası ile Işık Yurtçu, Türkiye için birer simge ve sınav artık.
- Yani?
- Metin Göktepe, Türkiye için, bundan böyle insan hakları alanında bir simge davadır. Işık Yurtçu keza. Yurtçu'nun serbest bırakılması, bir demokratikleşme sınavıdır. Ve bu sınavdan da, Yurtçu'yu salıp, Eşber Yağmurdereli'yi içeri sokarak geçmek de mümkün değildir. Türkiye bu sınavda kalırsa, AB ile ilişkileri asla ilerleyemez. Çünkü Brüksel'de inandırıcılığını tamamen kaybetti Ankara. Gümrük Birliği (GB) anlaşması yapılırken, insan hakları ve demokrasi konusunda çok vaat verilmişti. Vaatlerin hiçbiri yerine getirilmedi. Türkiye'yi destekleyen Avrupa parlamenterleri kendilerini aldatılmış hissediyor. GB 1995 Aralık'ında imzalandı. Bir ay sonra Göktepe öldürüldü. Çiller "adalet yerini bulur" dedi. Davanın başlaması bile yedi ay aldı. Sanık polisler hala ortada yok. Türk hükümeti dalga geçiyor dünya ile...
- Siz ilk, '93'de geldiniz. Geçen 4 yılda ne değişti?
- Özgürlükler açısından hiçbirşey. Basın konusunda bir ilerleme var. Basına yönelik baskılar, birkaç yıl öncesine göre, basın organlarında daha fazla yer alıyor. Yani meseleler öyle bir noktaya geldi, üzerinde konuşmamak; yazıp, çizmemek mümkün değil.
- Ankara'yı izlemeye devam edecek misiniz?
- Benim işim bu zaten. Ayrıca bu son ziyaretimizden sonra Peter Arnett ve Terry Anderson'la da konuştuk. Ve üç ayda bir gelip, verilen sözlerin yerine getirilip, getirilmediğini izlemeye karar verdik. Çünkü Türkiye'ye ancak bir badire olduğu zaman uğramak ya da iki yılda bir gelmek, bir şey değiştirmiyor.
- Türk basınına mesajınız var mı?
- Türkiye'de problem ne biliyor musunuz? Basın özgürlüğü burada yalnız "dost fikirler" için var. Herkes yalnız kendi başını ve dostunun özgürlüklerini savunuyor. Karşıt fikirlerin özgürlüğüne, kimse sahip çıkmıyor. Özgürlük mücadelesi, halbuki bunun tam tersidir. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü, şiddetle karşı olduğunuz fikirlerin özgürlüğünü savunmaktır gerçekte. Öbürünü herkes yapar. Bu nedenle gazeteci arkadaşlarıma şunu söylemek istiyorum: "Fikirlerini paylaşmasanız da, basındaki tüm arkadaşların özgürlüklerine sahip çıkın. Hatta size tamamen ters gelen fikirlerin özgürlüklerini de savunun. Bir gün buna sizin de ihtiyacınız olabilir. Çağdaş ve demokrat olup da, bu anlamda basın özgürlüklerine sahip çıkmamak düşünülemez."