vasili gözlerinin önündeydi, gülümsüyordu. Karşısında kilimin ortasına konmuş büyük bir kavanoz gördü. Kavanoz apak petekli balla doldurulmuştu.
"Bu ne?"
"Bal," dedi Vasili. "Ermiş Tanasinden sana armağan."
Bir Lena aldı Tanasiyi anlattı, bir Vasili... Ermiş Tanasiyi o kadar seviyorlardı ki anlata anlata bitiremiyorlardı.
"Anladım," dedi Poyraz gülerek, "inşallah onu ben de görür tanırım."
"İnşallah," dedi Lena. "İnşallah ama o çok yaşlıydı giderken. Benden de yaşlıydı. Diyorlar ki canimu, diyorlar ki..." Durdu, bekledi. Söyleyeyim mi, söyleyemeyeyim mi diye ikirciklendi. "Diyorlar ki," diye gene başladı. "Bir yaşlı insan toprağından ayrılırsa o çok yaşamazmış, diyorlar."
FIRAT SUYU KAN AKIYOR BAKSANA (36)
|
|
Vasili hep yere bakıyor, konuşuyor, gülüyor, seviniyor ya, bir türlü Poyrazın yüzüne, gözlerinin içine bakamıyordu. Onun bu utangaçlığının, sıkıntısının sebebini Poyraz çoktan anlamıştı ya elinden ne gelirdi, Vasiliye ne anlatabilirdi.
Poyraz:
"Haklı," dedi," haklı ermiş Tanasi. Bakın, iki üç balık için, Vasili olmasaydı ben çoktan köpek balıklarının karnındaydım."
Birden telaşlandı, kalkmağa davrandı, daha gücü yerine gelmemişti, doğrulamadı.
"Benim balıklar nerede?"
"Denize geri kaçtılar," dedi Vasili.
Poyraz düşündü kaldı. Bir şeyleri anımsar gibi oldu ya anımsayamadı.
"Demek denize geri kaçtılar?"
Kaçtılar, derken anımsadı, güldü.
"Yahu Ana," dedi, "sen ne biçim anasın, balıklar kaçmışsa ne olmuş yani. Bak, petekli bala bak, onun içinde ne var?" Kavanozun yanındaki küçük fıçıyı gösterdi. "İşte şunun?"
"Zeytin."
"Şunun?"
"Peynir?"
"Şunun?"
"Yağ"
"Bu Tanasi bütün bunları düşmanlarına bırakıp da gitti, öyle mi?"
"Onun şu dünyada iyiden de, kötüden de hiç düşmanı yoktu. Sen iyileş de seni onun ambarına götüreyim, bize bıraktıkları on eve yeter."
"Bize değil," diye güldü Poyraz," herkese bıraktıkları..."
"Herkese bıraktıkları," diye onayladı Vasili. "Bütün insanlara bıraktıkları..."
Lena:
"Aaaah vre çocuklar, ben Tanasinin gençliğini bilirim. Öyle iyi, öyle yakışıklı bir delikanlıydı ki Tanasi, Türkler ne diyorlar, diyorlar yakışıklı adamın nah burası da," yüreğini gösterdi," güzel olur, diyorlar. Bütün bu adalardaki, kıyılardaki kızların hepsi ona aşıktı. Boyu da sizin boylarınız kadardı, nah böyle uzun."
Ana, deniz beni öldüremedi ama, sen beni acımdan öldüreceksin."
Hayde yavrisumu, sen uyu. Ben hemen sana şimdi ekmek, pilav yaparım. Hemen yavrisimu, sonra sen hiç ölmeyecek."
Lena sevinçle merdivenleri indi.
Vasili, yere bakarak, duyulur duyulmaz:
"Poyrazimu, kardeşimu sen yat şimdi, ben de Lenaya yardım edeyim."
Poyraz mutlu, gülümseyerek başını yastığa koyarken, gözleri yaş içinde kalmış, hey insanoğlu, güzelim insanoğlu, sen ne biçim bir yaratıksın böyle, ne anlaşılmaz... Onun düşmanları yoktu. O hiç bir yaratığa düşman değildi. Kurda kuşa, börtü böceğe, yılana çıyana hayrandı. Her yaratığın bir güzelliği vardır, bir güzel yanı. Ne demiş ermiş Tanasi, yeter ki bir damla insan teri boşa gitmesin. İnsan soyunun güzelliği alın terindedir. Hey bire Tanasi, boşa giden, insanın karnına girmeyen bir buğday tanesi, bir tek zeytin, bir elma, bir... Neye, ne kadar alın teri dökmüşse insanoğlu hepsi bizden sonra bu adaya geleceklere analarının sütü gibi helal olsun, demiş ermiş Tanasi.
Lenayla Vasili Poyrazı üç gün yatağından çıkarmadılar. Ölmüş dirilmiş Poyrazın da yataktan çıkacak hali yoktu ya.
Poyraz Musa yatağından zorlukla doğruldu. Hep mutlu gülüyordu. Ellerini döşeğe bastırdı, ayağa kalktı sallandı, düşecekken Vasili yetişti koluna girdi, birlikte yüz numaraya kadar gittiler, o işini görürken Vasili onu tuttu.
Ayağa Vasilinin yardımıyla kalkınca, onun yüzüne bakamadan:
"Kusuruma kalma Vasili," dedi, "senin bana yaptıklarını anam, babam bile yapmadı."
Vasili kıpkırmızı kesildi, sesi titriyerek:
"O nasıl sözdür ağzından çıkan. Ben sana ne yaptım ki?"
"Sen kardeşlerimden bile ileridesin benim için."
"Suuus," diye kızgınlıkla konuştu Vasili. "Bir daha böyle konuşma."
Yatağına yatırdı.
"Hep böyle kalmam, değil mi Vasili?"
"Kalmazsın Poyrazimu. Yakında iyileşeceksin. Çok su yutmuş, dalgalar seni çok derinlere çekmiş. Seni deniz diplerine vurmuş ama altta çok kalmamışsın, dibe almış dışarıya atmış, dışarıya atmış hemencecik de dibe çekmiş. Deniz her zaman böyle olmaz Poyrazimu. Senin talihin varmış, çabuk iyileşeceksin. Deniz çoğu zaman bir alırsa, dışarıya ancak ölüsünü atar.""Ben bu kadar beladan sonra iyileşsem ne olur ki... Sarıkamıştan, Allahuekberden, çöllerden, kırımlardan, kanlardan sonra..."
Gözleri büyümüş, yüzü birden sarı yeşile kesmişti.
Vasili onun yorganın üstündeki elini tuttu, sıcacık gözleri dolarak sıktı. Bu anda da Poyrazın gözleri yaşardı. O da onun elini sıktı.
"Ben de Çanakkaleyi gördüm Poyrazimu. Ben de... Ben de... Ben de... Bütün savaşlarda düşmanla çarpıştıktan sonra... Amele taburuna verdiler beni. Dumlupınar ovasından saatlarce uzaklara kokmuş, çürümüş, sırtımda parça parça ölüleri dağın dibindeki dereye taşıdım. O kadar yara aldım ölmedim de ölülerin kokusu ciğerlerimi söküyor, beni öldürüyordu. Birkaç gün daha ölü taşısaydım, mümkünü yok ölürdüm. Çok arkadaşımız, üstlerinde ölü, dizüstü çökmüşler, öyle ölmüşlerdi. Çanakkalede yan yana çarpıştığımız bizim bölükten Vanlı Ahmet Çavuş beni gördü de koştu geldi. Üstümdeki ölüyü aldı attı, beni binbaşıya götürdü. Benim hakkımda çok şey söyledi de binbaşı bıraktı, "kusura kalma oğlum Vasili. Çanakkaleden geriye kalanlara böyle işkenceler, ölümler reva değildir. Sarıkamış bozgunundan sonra ben de nasıl eski Vasili olurum kardeşimu? Bizi sakatladılar kardaşimu, bizi yaraladılar, yüreğimizi söküp yerinden kopardılar aldılar. Biz nasıl eski..."
"Suuus Vasili," dedi Poyraz. "İnsan isterse her sabah gün atımıyla birlikte yeniden doğabilir, kirlerinden, acılarından, yaralarından arınabilirmiş."
"Öyle mi?" diye sordu Vasili kuşkuyla ona bakarak.
"Öyle," dedi Poyraz. "Ben şimdiden arındım bile, seni, Lenayı gördükten sonra. Bu dünya hep karanlık, hep kan, hep savaş değilmiş. Sizler de varmışsınız bu dünyada."
"Öyle mi?" dedi Vasili, kuşkulu.
"Öyle," dedi Poyraz. "Kaç geceyi gördük sabah olmamış."
"Kaç insanı gördük yaralanmamış."
"Sus Vasili, sus! Sonra bol bol konuşuruz."
Gözlerini kapattı. Yüzü rahattı, az sonra derin bir uykuya daldı.
7. BÖLÜMÇok düşündüm, Kafkasyaya göçmüşler, Kafkasyadaki köylerine gitmişlerdir, diye çok düşündüm. Ne Bedeviler, ne bir şey. Sen mezarlığa gittin mi?"
"Gittim. Gittim de işte orada kurşun yağmuruna tuttular beni."
"Taze mezar var mıydı?"
"Yoktu."
"Bir ay, beş ay sonra bile taze mezar belli olur."
"Öyle olur."
"Evlerin kapıları ardına kadar açık mıydı?"
"Söyledik ya, açıktı."
"Köyde bir kedi, bir köpek gördün mü?"
"Görmedim."
"Evlerin içindekiler olduğu gibi duruyordu, öyle mi?"
"Duruyordu."
"Köy Kafkasyaya göçmüştür."
"Bütün köy, hep birden mi?"
"Hep birden."
"O yanlardaki öteki Çerkez köyleri yerlerinde duruyorlar mıydı?
"Bilemem."
"Onlar da göçmüşler mi, hep birden?
"Bilmiyorum, bilemem."
"Bilemezsin."
"Benim bu işe aklım ermedi."
"Benim erdi. Benim bir dedem vardı, adı da Vasili Atoynatanoğlu derlerdi ona."
Atoynatoğlu Vasili, nasıl düştüyse bir gün adaya düşüvermiş. Geldiğinin ilk ayında köyün en zengin adamının güzel kızıyla evlenmiş. Parası varmış, çok da güzel iki katlı, bol odalı bir ev yaptırmış. Yakışıklı bir adammış. Büyük mavi gözleriyle dünyaya sevgiyle bakarmış. Burma kırmızı bıyıkları, geniş alnı, kartal burnu, geniş omuzları, uzun bacaklarıyla heybetli bir adammış. Evlendikten bir ay sonra Vasili ortadan yok olmuş. Ada halkı bu yitişe şaşırmamış, geldiği gibi gitti, demişler. Arkasından da bir sürü dedikodu çıkarmışlar. Karısını, karısının babasını suçlamışlar. Dün geldi, nenin nesidir, diye sorulmadan böyle bir adama varılır mı, kız verilir mi, demişler. Adalarının en güzel kızının böylesine bırakılmasını kendilerine yedirememişler. Bu ada, ada oldu olalı başlarına böyle bir hal gelmemiş. Kız da
gebe kalmış. Daha çocuk doğmadan Vasiliyi unutmuş, adını bile anmaz olmuşlar. Sanki adaya Vasili adında biri ne gelmiş, ne de gitmiş.Bir gün öğleye doğru uzaklardan büyük bir tekne gözükmüş, adalılar iskeleye koşuşmuşlar. Adaya ne zaman böyle bir tekne uğrasa iskele çoluk çocuk, kadın erkek, kedi köpek dolarmış.
Tekne iskeleye burundan yanaşmış. Düz burun tahtasını iskelenin üstüne yatırmışlar. Tekne açılınca çok güzel, uzun bacaklı, eyeri, dizginleri
gümüş savatlı, yerinde duramayan, eşinen bir kır atın üstünde Vasiliyi görmüşler. Vasilinin yüzü, burma bıyıklarıyla yaramaz bir çocuğun yüzüymüş. Yüzünde hınzırca gülümsemeye benzer bir şeyler varmış. Atın üstünde dimdik duruyormuş. Çok güzel, lacivert giyitleri, ayaklarındaki körüklü parlak çizmeleri, sağ yanına yatırdığı mor püsküllü fesi ona çok yakışmış. Kalabalığa bakmadan atını üzengilemiş tekneden çıkmış, doğru evine sürmüş. İskeledekilerden çıt çıkmamış, arkasından bakakalmışlar. Evin avlusunda atını durdurduğunda karnı burnunda karısı onu karşılamış, atının başını tutmuş. O da atından atlamış, atlar atlamaz da karısına sarılıp öpmüş. Heybeyi terkiden karısıyla birlikte almış, içeriye girmişler. Az sonra adalılar evin avlusunu doldurmuşlar, herkes sevinç içindeymiş. Gelen, görkemli kır atın yöresinde dönerek inceden inceye, at cambazıymışlar gibi, atı inceliyorlarmış. Adada şimdiye kadar hiç bir at görmemişlermiş. Vasili kalabalığı görünce dışarıya çıkmış. Ona hep bir ağızdan, "hoş geldin Vasili," demişler. Vasili de sevinçli bir sesle onlara karşılık vermiş. Hoş beş etmişler, "atın çok güzel Vasili," demişler, oradan ayrılmışlar.
Vasili ikinci sabah erkenden atına binmiş, kıyı kıyı giderek adayı dolanmış. İkinci gün tepelere çıkmış. Üçüncü gün Zeytinli Koyağa girmiş, beşinci gün... Adada gitmedik yer bırakmamış... Bundan sonra da her gün atına binip bir, birkaç kez adayı dolaşmış, yalnız, bilenler onun bir tek gün ata binmediğini söylerler, o da oğlunun doğduğu gün.
Atı öldüğü gün ağlamış, yas tutmuş günlerce. Ardından da gene yitip gitmiş. Uzun bir süre sonra da gene görkemli kır bir atın üstünde geri gelmiş.
Düğünlerde, bayramlarda at üstünde türlü cambazlıklar yapar, doludizgin attan atlar, atlamasıyla ata binmesi bir olur, atı gene son hızla giderken, karnının altından girer, öbür yandan atın üstüne çıkar, sırtında dimdik durur, bu hiç at görmemiş adada herkesin yüreğini ağzına getirirmiş. Altındaki atla akla hayale gelmez çok başka hünerler de yaparmış. Adada kaldığı sürece çok at almış Vasili, çok da güzel atları olmuş her zaman.
Oğlu büyümüş, karısı kocamış, oğlu balıkçı olmuş. Vasili bunu hiç yutamamış. Doğan torununun adını Vasili koymuşlar.
Çok yaşlanmış Vasili, beli bükülmüş, gözleri bozulmuş, gene de atına biniyormuş her gün.
Bir gün Vasili gene ortadan yitmiş. Birkaç gün sonra da büyük bir tekneyle geri dönmüş. Tekne iskeleye yanaşmış. Köylü çoluk çocuk yediden yetmişe iskeleye doluşmuş. Atının sırtında yüzü adaya dönük, kıpırdamadan öyle dimdik duruyormuş. Ne beli bükük, ne de omuzları düşükmüş. İnce uzun yeşil bir dal gibi. Uzun bir süre hiç ses çıkarmadan, iskeledekilerle bakışmışlar. Neden sonra tekne iskeleden ayrılmış, Vasili de atının başını hemen adaya geri çevirmiş, arkada kalanlara bir el sallamış, hemencecik de elini geri indirmiş. O gözden yitinceye kadar kalabalık da teknenin üstünde, atının sırtında kıpırdamadan duran Vasiliye hiç ses çıkarmadan, gözden yitinceye kadar bakmış.
"Ondan sonra da babama Atoynatanoğlu, demişler. İşte ben böylece Atoynatanoğlu olmuşum. Soruyorum sana, Atoynatan Vasili niçin geldi bu adaya, ya sonra, beli bükülmüş, bu adadan niçin nereye gitti? Gitti de bir daha dönmedi?"
"Ne bileyim ben"
"Niçin gitti bu adadan?"
"Sen söyle niçin?"
"Niçin gitti onu bilemem ya, herkes bilir, bütün bir ada halkı bilir, o gece gündüz memleketi üstüne Rumca, Türkçe türküler söyler, memleketinin hasretinden ölür geberirmiş."
"Nereliydi?"
"Hiç kimseye söylememiş, büyük anama da, babama da... Yalnız, babam, anladığıma göre derdi, o Orta Anadolunun uçsuz bucaksız bozkırlık bir yerindendi. Söylediği türkülerden, gökleri hep çok uzağa çekilmiş gitmiş, yıldızları, güneşi göğün yedi kat üstünde olan sonsuz, uçsuz bucaksız dümdüz bir yerden olduğu anlaşılıyordu, derdi. Anam da, neden, nereden geldiğini bilmiyordu. O da o uzak gökleri, uçsuz bucaksız ağaçsız bozkırlık bir yerden olduğunu türkülerinden çıkardığını söylüyordu. Sonunda gitmiş işte. Niçin gitmiş sence?"
"Ne bileyim ben."
"Senin Çerkezler yurtlarından niçin çıkmışlar?"
"Savaştan dolayı. Yenilmişler, kaçmışlar."
"Pimdi niçin?"
"Pimdi savaş bitti mi sanıyorsun oralarda, savaş bitti de onun için mi gittiler, diyorsun?"
"Bilemem. Onlar bilir."
"Ya beni köyde kurşun yağmuruna tutanlar?"
"Bilemem."
"Ya Emir Selahaddine benim köyümü bulduklarını söyledikleri, ya kuşun kanadının altına saklansam da, yılanın deliğine girsem de beni bulacakları...?"
"Bilemem," dedi öfkeyle Vasili." Bu adada seni kim bulabilir. Bu Allahın bile unuttuğu ada kimin aklına gelir. Pu kasabada, kıyı köylerde insanların çoğu böyle bir adanın olup olmadığını bile bilmezler, bilenler de nerede, hangi yanda olduğunu, birkaç balıkçının dışında, arasalar bulamazlar."
"Tamam," dedi Poyraz Musa kızgın. "Öyle olsun. Biz şimdi işimize bakalım. Ben çok domates, biber, kabak, patlıcan, türlü türlü çiçek tohumu aldım, eksek mi? Vakit geç mi?"
"Tam zamanı," dedi Vasili.
Hemen işe koyuldular. Poyraz Musa geldiğinden bu yana koyağın ağzındaki sellerin getirip yığdığı milli toprağa göz koymuştu.Poyraz, bir takım çuvallar da almıştı. İki telis çuval seçtiler, koyağın dibine gittiler çuvalları toprakla doldurup bahçeye taşıdılar, akşama kadar bahçeye büyücek bir öbek milli toprak yığdılar. Poyraz, "çok yorulduk Vasili," dedi, "bu böyle olmayacak, yarın sabah erkenden kasabaya gitmeliyiz. Nasıl olsa benzinimiz çok."
"Çok," dedi Vasili sevinerek. "Birlikte gideceğiz, öyle mi?"
"Birlikte gideceğiz," dedi Poyraz. "Yarın ben laciverdimi çekip İstiklal Madalyamı takacağım. Tılsımlı muskam da boynumda. Sana o resimli evi alacağız. Bir de yatak, koltuklar, aynalar, bir eve ne gerekse hepsini.. Sana bir de güzel bir giyit alacağız. Bana da bir şeyler... Bu adada bir insana çok şey gerekiyor. Bir el arabası da alacağız. Çapalar, kürekler, testere, balta, orak, çok şey, çok şey. Kapkacak. Ne gerekse hepsini."
"Ne gerekse hepsini," dedi gülerek Vasili. "Bende o kadar para yok ki..."
"Bende var," dedi Poyraz ona biraz küskün bakarak. "Söyledim sana, bende var!"
"Var," dedi Vasili, "kızma arkadaş."
"Kızmadım," dedi Poyraz, "sen de amma alıngan olmuşsun arkadaş. Bu gece bizde kalır mısın?"
"Olur," dedi Vasili, "Olur ama resimli evden başka bir de o deniz kıyısındaki değirmeni istiyorum."
"Olur. Bahçeyi de büyüteceğiz."
Vasili gitti evinden yatağını sırtladı getirdi.
"Evden mis gibi bir
yemek kokusu geliyor, Lena ne pişiriyor, kimbilir."
"Kimbilir," dedi Musa.
"Kokusu..." Burnunu havaya dikti, burun delikleri bir atın burun delikleri gibi açılarak havayı kokladı. "Kimbilir."
Yemeklerini gülüşerek eğlenerek yediler.
Sabahleyin, daha gün ışımadan uyandılar, çeşmenin başında tıraş oldular, kahvaltılarını yaptılar, "Yaşasın ermiş Tanasi," diyerek güldüler, içerden bir teneke benzin alıp kayığın deposunu doldurdular. Kayık denize açılırken Lena arkalarından bir tas su döktü iskelenin tahtalarının üstüne.