Bir milyon 200 bin öğrenci için zor süreç başladı. TEOG sınavlarının birinden çıkıp diğerine girecekler.
Bu süreç ikinci yarıyılda da artan bir şekilde devam edecek.
Aslında her şey sınavla başlayıp, sınavla bitse, çok daha adil olacak. Niye mi? Çünkü şişirilmiş notlar, tüm dengeleri altüst ediyor.
Sınavda full çeken öğrenciler bile, okul derslerinden sadece birinde dahi 5 yerine 4 aldığında, binlerce kişinin gerisine düşebiliyor. Devlet okullarının öğretmenleri not verme konusunda çok cimriler ama özel okullar için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Hele bazı kolejler var ki, tüm öğrencilerine tam puan veriyor. Bu da, kendi öğrencilerini, bu yarışta bir adım öne taşıyor.
MEB’in bu durumu ortadan kaldırmak için sınav puanları ile okul başarı puanları arasındaki korelasyona yani paralelliğe dikkat etmesi gerekir ama yıllardır yazılıp çizilmesine rağmen nedense özellikle üzerine gidilmiyor…
Bugünkü sınav sonuçları ne olursa olsun yarına daha zinde başlamalısınız.
Çünkü yeni sınavlar var.
Yarından sonra da okul derslerine her zamankinden daha fazla önem vererek olabildiğince yüksek notlar almalısınız. Peki, sınav sonuçları ne zaman açıklanır? Fazla uzun sürmez.
Eminim ki sadece Amerika’da değil, dünyanın dört bir yanında, hemen her ortamda Trump konuşuluyor.
Kimi geyiğini yapıyor kimi de felaket senaryoları üretiyor.
Amerika’nın son başkanı diyen de var. Daha göreve başlamadan azledileceğini söyleyenler de.
Bu arada Amerika battığında, dünya lideri kim olacak diye arayışa girenler de çok.
İlk akla gelen de Çin!
Niye mi?
Habere göz atalım anlarsınız:
Sınav maratonunun başlamasına sayılı saatler kaldı. Konular az olduğu için ilk sınavlarda başarılı olmak, ikinci tura göre daha kolay.
Sakın ola bu avantajı, dezavantaja dönüştürmeyin. Alabileceğiniz en iyi puanı alın. Peki, sorular yoruma mı dayalı olur yoksa bilgiye mi?
Hangi durumda ne yapmak gerekir? Örneğin, tereddütlü olduğunuz soruları boş mu bırakmalısınız yoksa mutlaka bir cevap vermeli misiniz? Müfredat dışından soru gelecek mi, sınavı kaçırırsanız ne olacak? Kafanızda sınavla ilgili onlarca sorunun uçuştuğunu biliyoruz. Ama sakin olun, çünkü her sorunun bir cevabı var…
TEOG sürecinde yaşanan tedirginlik son günlerde had safhaya çıktı. Çünkü en ufak bir hata bile geleceğinizin akışını değiştirebiliyor. Örneğin bir soru eksik yapmanız halinde, on binlerce adayın gerisine düşebiliyorsunuz.
Trafiğe takıldığınızda ya da gözetmenin size takması halinde moraliniz altüst olabiliyor. Yine aynı şekilde son dakika huzursuzlukları ve hastalıkları da, sınav motivasyonunuzu altüst edebilir. Ve sakın ola bütün bunlar benim başıma kesinlikle gelmez demeyin. Çünkü neyin, ne zaman, kimin başına geleceği hiç belli olmuyor… Şu saatten sonra, mümkün olduğunca çalışma, yemek ve uyku düzeninizde
İlanla rektör aranması yeni bir şey değil.
Pek çok ülkede uygulamaları var.
Ama bizdeki kadar sıradan olanını Afrika cumhuriyet- lerinde bile bulamazsınız!
Dünyanın iyi üniversiteleri ilanla rektör aramaya en az 6 ay, hatta bir yıl önceden başlıyor.
Aradıkları kriterler ise en az 20 madde.
Bugüne kadar hem akademik olarak hem de idareci olarak ne yaptığı, adaylığa neden talip olduğu, yeni kaynaklar nasıl yaratacağı, mevcut kaynakları nasıl yöneteceği, öğrenciyle ilişkileri nasıl geliştireceği, verimliliği nasıl artıracağı, öğrenci sayısını nasıl yükselteceği, yabancı öğrenci ve öğretim üyesi bulma konusunda hangi yolları izleyeceği, üniversite-sanayi işbirliğini nasıl geliştireceği, hangi yeni bölümleri açacağı ya da kapatacağı, bulunduğu kente ya da ülkeye hangi katma değeri kazandıracağı, aday olduğu üniversiteye bugüne kadar ne kazandırdığı gibi çok farklı sorular yöneltiyorlar.
Ve hemen her kriter için kılı kırk yarıyorlar.
Görüşme süreci bazen aylarca sürebiliyor...
TEOG benzeri çok adayın yarıştığı sınavlarda, yığılma olmaması için soruların en azından bir bölümünün, çok seçici yani çok zor olması gerekir. Eskiden bu böyleydi ama son bir kaç yıldır, sorular çok kolaylaştı. Çünkü MEB, hem veli ve öğrencileri üzmek istemiyor hem de akademik anlamda bir eşitlik sağlamaya çalışıyor.
Ortaokulların yüzde 20’sinde ileri derecede yoğun bir sınava hazırlık süreci ve takviyeli eğitim varken, geri kalınında vasata yakın bir eğitim söz konusu. Yani soruları zorlaştırmak, iyi okullardaki öğrencilere avantaj sağlayacağı için, tüm öğrencileri kavrayıcı sorulara yöneldiler.
Böylece hem her öğrenci sınavdan mutlu çıkıyor hem de sosyal anlamda bir eşitlik sağlanmış oluyor...
Peki, kolay sorular sistemi tıkamaz mı? Örneğin aynı puanda yığılmalar olmaz mı? Elbette oluyor ve bu da kayıtlar sırasında sıkıntılar yaratıyor ama bu kimin umurunda ki!..
Gelelim sınava!
Şu saatten sonra sadece ve sadece sınava odaklanın ve aklınızda başka hiçbir şey olmasın. Her ne kadar mazeret sınavı olsa da sakın hasta olmayın. Yorulmayın. Uykusuz kalmayın.
Sınava ne kadar moralli girerseniz o kadar başarılı olursunuz. Ve şunu sakın unutmayın! İyi lise yoktur, iyi öğrenci vardır. İyi
Bukle Ünaldı, Çevre Koleji 11. sınıf öğrencisi.
Belki de ülkemizin en genç yazarlarından biri.
Öyle çiçek böcek yazanlardan değil, ülkemizin temel sorunlarına kafa yoruyor.
Nisan ayında yayımlanan kitabının adı “Türkiye’de Genç Olmak”.
Kitabın çok çarpıcı içeriğine geçmeden önce, biraz olsun içinde yetiştiği ortamdan söz etmek istiyorum.
Cuma akşamüzeri onun okulunda, öğretmenliği, öğretmenleri ve eğitimi konuştuk.
Eğitim sisteminin en ağır işçileri olan öğrenciler yoktu. Zaten çoğu, pek çok okulda olduğu gibi, TEOG ve YGS hazırlıkları nedeniyle, dünyayla ilişkisini kesmiş durumda...
Dünya değişti, çocuk ve gençler değişti, eğitim sistemleri ve öğrenme yöntemleri değişti ama öğretmen yetiştirme ve öğretmenin rolü hâlâ aynı!
Peki öğretmen, öğreten olarak kalmaya devam mı etmeli yoksa yönlendiren misyonu mu yüklenmeli?
Binlerce yıldır öğretmen odaklı bir eğitim sistemi vardı.
En önemli bilgi kaynağı öğretmendi.
O ne kadar donanımlı ve ne kadar öğreticiyse, öğrencileri o kadar başarılı oluyordu.
Oysa şimdi çocuklarımız bilgi bombardımanı altında.
Özellikle de internetin, televizyonun, sosyal medyanın dayatmalarıyla karşı karşıya...
Öyle bir noktaya geldik ki en konuşulması gereken konular bile konuşulmuyor.
Daha da önemlisi, atılması gereken adımlar atılmıyor.
Hemen herkeste bir korku, çekingenlik, savsaklama hali var ve bunlara da bir gerekçe üretiyorlar: Konuşursam başım belaya girer, yaparsam canım yanar, gidersem yanlış algılanır...
Peki, bu çekingenlik, öteleme ve kandırmaca daha ne kadar devam edecek?
Hani çok önemli bir konumdasınızdır, ağzınızdan çıkan her söz ortalığı karıştırır, o zaman belki makul karşılanabilirsiniz.
Ama en sıradan insanlar bile korku içerisinde ise işte bu durumu sosyolojik açıdan sorgulamak gerekir...
Mazeret toplumu olduk