Eğitim ve bilimde marka olmadan bir ülkenin kalkınması mümkün değil.
Bu konuda bugüne kadar yüzlerce yazı yazdım.
Dünya bilimine katkı sıralaması ile kalkınmış ülkeler arasındaki korelasyon bunun bir örneği.
Konu, dün Antalya’da başlayan Eğitim Kongresi’nde yine gündeme geldi.
Bakan Yılmaz, kendinden önceki konuşmacıya hitaben “Memiş Bey, eğitimimiz neyse, ekonomimiz de odur dedi. Ben de ekonomimiz neyse eğitimimiz de odur diyorum” şeklinde konuştu.
Kimilerine göre, bu durum, yumurta tavuk hikâyesi gibi algılansa da güçlü ekonomilerin, güçlü eğitim modellerini ortaya koyduğunu söylemek mümkün değil.
Örnek mi istiyorsunuz.
Bakın petrol zengini Arap ülkelerine.
Eğitim şart ama mesleki eğitim de bir ülke için olmazsa olmazların başında geliyor.
Hem devlet hem de aileler olarak, eğitime deli gibi para harcıyoruz.
Daha da önemlisi, çocuklar çocukluğunu, gençler de gençliğini yaşayamıyor.
Peki, eğitim için verilen onca mücadelenin ve fedakârlığın karşılığı ne?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Rektörlük seçim sistemi değişmeli” dedi.
YÖK Başkanı Saraç da, seçimlerin üniversitelere zarar veren bir uygulama olduğunu dile getirerek, kendisine destek verdi.
Peki, sistem değişirse, her şey çok daha güzel mi olacak?
Üniversitelerimiz çağ mı atlayacak?
Çok daha önemlisi, seçim sisteminin ortaya çıkardığı arızalar neler?
Hangi üniversitede seçim nedeniyle kutuplaşma oldu, olaylar yaşandı?
Ayrıca, her ne kadar seçim yapılıyor olsa da sonuçta seçim kazanan adaylar değil de istenilen adaylar atanmıyor mu?..
Dünden bugüne?..
ir eğitim sistemiyle bu kadar oynanır mı?
Oynanmaması gerekir.
Ama nedense, biz de oynayan oynayana!..
Eğitim sistemimizin reform yorgunu haline geldiğini bilmeyen yok.
Öylesine yüzeysel reform paketleri açılıyor ki, bir süre sonra, bu projeyi hayata geçirenler bile sahip çıkmıyor.
Son 20 yılda çöpe atılan projelere bir bakın!
Açıklandıklarında hemen hepsi de Cumhuriyet tarihinin en önemli projeleriydi.
Alaca karanlıkta eğitim, dünden bugüne hep vardı.
Görünen o ki, daha uzun süre olmaya devam edecek.
Çünkü okul sayısındaki artış, öğrenci sayısındaki artışın çok gerisinde…
Boşaltılan askeri alanların, eğitim kampüsleri haline getirilmesini işte bu yüzden istiyoruz…
Sabahları öğrenci servislerine hiç denk geldiniz mi? Öğrencilerin tamamına yakını derin uykuda oluyor.
Pek çoğu kahvaltı bile yapmadan evden çıkıyor. Okula vardıklarında da durum değişmiyor! İlk derste kendilerine gelmeleri çoğu zaman mümkün olmuyor. Eğitimin eziyet haline gelmesi, öğrencilerin okuldan soğuması, biraz da bu yüzden.
İstanbul gibi büyük kentlerde, günde en az, iki, üç saati yollarda geçen öğrenciler var. Yazık değil mi? Güya, ikamete dayalı kayıt sistemi olacak ve herkes en yakınındaki okula gidecekti! Ama mahalle okulları o kadar vasat ki, herkes en uzaktaki okulların peşinde.
Oysa servisler için harcanan para, en yakındaki okullar için harcansa, MEB ve yerel yönetimler de onları iyileştirmek için samimi bir çaba içerisinde olsa, en azından, mini minnacık öğrencilerin yollarda heba olmasının önüne geçilir. Ama ara ki, eğitime sahip çıkan birilerini bulasınız…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, rektör atamalarındaki mevcut sistemden vazgeçilmesinin, üniversitelerimizin de ülkemizin de yararına olacağını söyledi.
Beştepe Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen 2016-2017 Yükseköğretim Akademik Yılı Açılış Töreni’nde rektörlere seslenen Erdoğan, “Görünüşte demokratik olan rektörlük seçimleri üniversitelerde gruplaşmaları, hizipleşmeleri, kırgınlıkları artıran bir işleve bürünmüştür. Üniversite içinde zaten çok yıkıcı bir şekilde yaşanan bu süreç YÖK’ün ve cumhurbaşkanının takdiriyle daha da sıkıntılı bir boyut almaktadır. Bunun için rektör atamalarındaki mevcut usulden vazgeçilmesi, üniversitelerimizin de ülkemizin de yararına olacaktır diye
düşünüyorum” dedi.
Mevcut sistemde, önce üniversitelerde seçim oluyor ve en fazla oy alan 6 aday YÖK’e bildiriliyor. YÖK de bu sayıyı 3’e indirerek Cumhurbaşkanı’na gönderiyor. O da onlardan birini rektör olarak atıyor.
YÖK kurulmadan önce, rektörler direkt seçimle işbaşına geliyordu.
YÖK’ün ilk yıllarında ise YÖK’ün önerdiği isimler genelde Cumhurbaşkanı tarafından atanıyordu.
Şimdi nasıl bir sistemin önerildiği ise henüz belli değil.
Yeni bir atama sisteminin gerçekleşmesi için öncelikle Anayasa ve YÖK Yasası’ndaki il
Hemen her şey öylesine hızlı değişiyor ki hızına yetişebilene aşk olsun.
Bırakın binlerce yıl öncesini, son 100 yıla bakalım.
Enerji çeşitliliğiyle birlikte teknoloji ve hele hele bilişim aldı başını gitti.
Otomobillerin hızları 30 kilometreden 300 kilometreye ulaştı.
Ev telefonlarının artık yüzüne bakan yok.
Beyaz eşya, bilgisayar, televizyonlarda neredeyse altı ayda bir model değişiyor.
Pırpır uçaklardan çift katlı devasa uçaklara geçildi, tek seferde kıtalar arası yolculuklar yapılıyor.
Bu arada insan ömrü de 50’den 80’e merdiven dayadı.
Müjde, müjde, müjde!..
Yüksek- öğretime kalite geliyormuş.
YÖK Başkanı Saraç’tan sonra, Milli Eğitim Bakanı Yılmaz da uzun uzun anlattı.
Yılmaz, yükseköğretim reformunu hayata geçireceklerini, bu kapsamda “Yükseköğretim Kalite” ve “Yükseköğretim Planlama” kurulları kuracaklarını söyledi.
Oysa YÖK Başkanı, kalitenin önce ilk ve ortaöğretimde gerçekleştirilmesi gerektiğine dikkat çekmişti.
Keşke bu reform tepeden aşağı değil de aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşseydi!
Temel sağlam olmadan, girdi kaliteli olmadan, üniversiteye bir tane değil, bin tane kalite kurulu kursanız, ne olur ki!