Dün ve bugün gibi gelecek de çok önemli.
Dünün tecrübesiyle bugün yapılanlar, bir anlamda geleceğimizin teminatıdır.
Bu yüzden dün ve bugünden ne kadar dersler çıkarırsak, geleceğimiz o kadar güçlü olacaktır.
Önümüzdeki yıllar, dünden ve bugünden çok farklı olacak!
Fazla değil çocukluğunuz ya da gençliğiniz ile bugünü kıyaslayın ve 10’la çarpın, geleceğimiz nokta işte o olacak!
Bazı sektörler yok olup gidecek, bazıları inanılmaz boyutlarda gelişecek, bazılarını ise ilk kez tanıyacağız.
Gelişime ayak uydurmanın yolu ise eğitimden geçiyor.
Bu değişimi yakalayan üç adım öne çıkacak, farkına varamayanlar geride hem de çok geride kalacak.
Üniversite başvurularında bu yıl yeni bir rekor daha yaşandı. Başvuran sayısı geçen yıla göre yüzde 25 arttı.
Adaylar içerisinde 88 yaşında olan bile var.
50-88 yaş aralığında 43 bin 787 adayın yer alması, “Okumanın yaşı yok” söylemini haklı çıkartıyor.
Adayların yarıdan fazlası, daha önce bu sınava defalarca girenlerden oluşuyor. Kadın erkek dağılımı ise neredeyse bire bir.
Peki ya sonrası sorusunun cevabına geçmeden önce isterseniz gelin rakamlara bir göz atalım.
Rakamlar
18-19 Haziran’da yapılacak olan 2022-YKS’ye 3 milyon 243 bin 425 aday başvurdu.
18 Haziran Cumartesi günü yapılacak olan Temel Yeterlilik Testi’ne (TYT) 3 milyon 234 bin 409 aday, 19 Haziran Pazar sabah oturumu olan Alan Yeterlilik Testleri’ne (AYT) 2 milyon 56 bin 512 aday, öğleden sonra yapılacak Yabancı Dil Testi’ne de (YDT) 168 bin 430 aday katılacak
Kaliteli ara insan gücü tıpkı KOBİ’ler gibi ekonominin olmazsa olmazlarından birisi.
Onlar yoksa ne ekonomiye ayakta tutmak mümkün ne de yaşam kalitesini...
Son zamanlarda evinizde, iş yerinizde ya da herhangi bir yerde, herhangi bir ustaya işiniz düştü mü?
Memnun kaldınız mı?
Yaptığı iş içinize sindi mi?..
Bu konuda öylesine can yanmışlık var ki, bir dokunuyorsunuz bin ah işitiyorsunuz...
Yüz binlerce işsiz mühendisimiz var ama elinden iş gelen teknisyenimiz, teknikerimiz yok!
Yüz binlerce işsiz ziraat mühendisimiz, veterinerimiz var ama bağınızı bahçenizi, hayvanlarınızı teslim edeceğiniz iş bitirici bahçıvanımız, çobanımız yok...
Her ne kadar günlerdir yağmur ve kar yağıyor olsa da kuraklık riski sona ermiş değil.
Dünyanın en önemli gündem maddelerinden biri de bu.
Küresel iklim değişikliği, tarımı fena halde vurdu, vurmaya da devam edecek.
Dün, Dünya Su Günü’ydü. Bu vesileyle açıklanan rakamlar korkunç:
“Bugün itibarıyla dünyada yaklaşık 1,5 milyar insan temiz içme veya kullanım suyundan yoksundur. Her yıl yaklaşık 5 milyon insan temiz suya ulaşamama kaynaklı hastalıklardan dolayı ölmektedir. Kentleşmenin hızlı artısıyla birlikte 2025 yılında dünya nüfusunun üçte birinin şiddetli derecede su sıkıntısı çekeceği öngörülmektedir.
Su, gıda güvenliğinin ve gıda güvencesinin sağlanmasında olmazsa olmazlardan biridir. Su güvencesi olmadığında gıda güvencesinden, su güvenliği olmadığında ise gıda güvenliğinden söz etmek mümkün değildir. Dünya besin tüketiminin yüzde 65’i sulanan alanlardan karşılanmaktadır.”
Yani su yoksa hayat da yok. Ne olur artık bunu kavrayalım ve ona göre hareket edelim. Eğitimin
Eğitimden neden asla vazgeçmeyin? Üniversite diploması için büyük bedeller ödüyoruz.
Öğrenciler sınavlar yüzünden çocukluğunu ve gençliğini yaşayamıyor, aileler maddi ve manevi yönden inanılmaz fedakârlıklarda bulunuyor, devlet ise bütçeden en büyük payı eğitime harcıyor.
Peki, buna değiyor mu?
O hepimize çok pahalıya mal olan diplomalar alındığında, mezunlardan ne kadarı iş bulabiliyor, ne kadarı öğrenim gördüğü alanda çalışıyor?
Kalifiye elemanlarımızın pek çoğu, alakasız işlerde çalışıyor ve pek çoğu için de o kadar eğitime hiç gerek yok.
Bu duruma, hemen her iş kolunda eğitimli insan sayımız artıyor diye sevinmeli miyiz yoksa aldıkları eğitime yazık oldu diye karalar mı bağlamalıyız?
YÖK ve ÖSYM bu konuda istihdam odaklı daha ciddi bir insan gücü planlaması yapsa eminiz ki tüm taraflar çok daha mutlu olacak.
İşverenler kalifiye eleman bulmanın sevincini yaşarken, gençler ve aileler de iş bulmanın ve sevdikleri bir alanda çalışmanın mutluluğuyla bu kervana katılacaklardır.
Ukrayna’daki savaş nedeniyle Avrupa tarihinin en büyük göçlerinden biri daha yaşanıyor.
Çok acı bir tecrübeyle de olsa eminiz ki bundan sonra bizi çok daha iyi anlayacaklardır.
Ana vatanından, toprağından, evinden, barkından kopmak hayatta insanın başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri. Hele ki bir de mücbir sebepler nedeniyle bu bir zorunluluk haline geldiyse, hele ki karda kıştaysa, hele ki çoluk çocuğunu, kadınını yaşlısını tek başına göndermek zorunda kaldıysanız.
Ukrayna’da yaşananları bugünün dünyasında anlamak zor. Dün Ortadoğu, bugün Avrupa, peki yarın neresi?
Savaşlara, mülteci akınlarına, yaşanan acılara şimdi dur denilmeyecek de ne zaman denilecek?
BM ve benzeri kuruluşlar çoluk çocuk, kadın yaşlı, hasta öğrenci mağduriyetlerini önlemeyecek de ne yapacak?..
Türkiye farkı
Bulunduğumuz coğrafya ve jeopolitik konumumuz nedeniyle ülke olarak hep göç aldık. Kapımız her zaman herkese açıktı. Bir lokma ekmeğimiz olsa da onlarla paylaştık. Misafirperverliğin en güzel örneklerini gösterdik.
Üniversiteler eskiden bulundukları kentin adını alırdı. Köklü üniversitelerin pek çoğu halen öyle.
Üniversite sayısı arttıkça ya da el değiştirdikçe isimler de çeşitlendi. Bu arada birkaç yıl içerisinde iki üç kez ismini değiştirenler oldu.
Yeni açılan üniversitelere önce devlet büyüklerinin adı verildi.
İlk uygulamalar yaşayan devlet adamlarından çok ebediyete göç edenler yönündeydi. Sonraki yıllarda, hayatta olanların isimleri de verilmeye başlandı.
Vakıf üniversiteleriyle birlikte kurucu şirketlerin ya da ailelerin isimleri öne çıktı.
Giderek yaygınlaşan bir başka uygulama ise bulundukları semtin ya da bulundukları kentlerin sembol isimlerine yönelik tercihler.
Tuttu mu, kalıcı olur mu? Onu da zaman gösterecek.
Üniversite sayımız 200’ü çoktan aştı. Daha da artıyor.
Eğitim konusunda velilerin kafası karmakarışık.
“Çocuğumu asla sınav yarışının içerisine sokmayacağım” diyen veliler bile bir anda kendini bu yarışın içerisinde buluyor.
Bu yönde öylesine bir mahalle baskısı var ki, öğrenci ya da aile, asla bu çemberin dışında kalamıyor ve bir anda bu yarışın bir parçası haline geliyor.
Öğrenciler arkadaşlarından geri kalmamak, aileler de ileride büyük pişmanlıklar yaşamamak için bu maddi ve manevi işkence sürecini bizzat kendileri başlatıyor.
Oysa yapmak istedikleri ile yaptıkları taban tabana zıt. Bunun da farkındalar ama işte o mahalle baskısı yok mu, her şeyi altüst ediyor!..
İşte bu noktada, eğitimden beklentilerimizi her çocuğumuz ve her öğrenci için yeniden gözden geçirmeliyiz.
Sınav ve diploma odaklı bir eğitim mi istiyoruz yoksa çocuklarımızın çocukluğunu, gençlerimizin gençliğini doyasıya yaşadığı, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yetkinlikler kazandığı, mezun olduğunda, öğrenim gördüğü alanda iş bulabilen mutlu evlatlar mı hedefliyoruz?
Görüşler hep ikinci yö