ÜNİVERSİTELERİMİZ ne kadar akademik hüviyete sahip? Genel olarak bakarsak geçerli not almaları biraz zor. İçlerinde dünya klasmanına girenler olduğu gibi,
"yüksek lise" düzeyini aşamayanlar da var.
Dünya bilimine katkı sıralamasında her yıl birkaç basamak yükselsek dahi henüz ilk 25'e girebilmiş değiliz. Aslında bu konuları merak eden de pek fazla yok. Bu yüzden üniversiteler, ciddi bir şekilde ne idari, ne de bilimsel açıdan bir denetim altındalar. Batılı ülkelerde olduğu gibi ne daha fazla çalışana teşvik var, ne de sırtüstü yatanın dikkati çekiliyor. Pek çoğu tam anlamıyla adeta
"çiftlik" görünümünde.
Üniversitelerdeki kadrolaşmaya bakıldığında, Batılı üniversitelerle tam bir çelişkiler yumağı taşıyor. Onlar, idari kadroları sırtlarında bir yük olarak görüp sayılarını mümkün olduğu kadar azaltırken, bizde
"arpalık" mantığıyla diğer KİT'lerde olduğu gibi ağzına kadar doldurulmuşlar.
Üniversitelerde halen 20 bin öğretim üyesine karşılık 67 bin idari personel var. Öğretim üyesi başına 66 öğrenci düşerken, idari personel başına 20 öğrenci düşüyor. Buna rağmen üniversitelerde idari işlerin tıkır tıkır yürüdüğünü kimse söylemeyemez.
Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi'nden Doç. Dr.
Muammer Kaya, "Üniversitelerdeki Personel Dağılımının Genel Durumu" konulu bir araştırma gerçekleştirmiş. Oldukça ilginç veriler var. Örneğin Türkiye'deki öğretim üyelerinin yüzde 57'si Ankara, İstanbul ve İzmir'de görev yapıyor.
Kaya'nın dağılıma ilişkin şu tespiti de dikkate değer:
"Türkiye'deki öğretim üyesinin yüzde 38'i profesör, yüzde 22'si docent, yüzde 40'ı da yardımcı doçenttir. Dağılıma bakıldığında üç temel şekil göze çarpıyor. Tabanı geniş üste doğru azalan piramit, ters piramit ve alt ve üstü geniş ortası dar kumsaati. İdeal olanı düz piramit. Ama 72 üniversiteden sadece 11'inde bu durum söz konusu. 14'ünde ters piramit, geri kalanlarda ise kumsaati şekli var. Taban ve tavanı geniş, yani profesör ve yardımcı doçenti fazla, doçenti az durum dikkati çekiyor..."Üniversite hocalığı, 15 - 20 yıl öncesine kadar, en parlak öğrencilerin hayalini süsleyen bir meslekti. Ama üniversitelerle birlikte, hocalar da itibar erozyonuna uğradı. Durum böyle olunca da hocalık, başarılı öğrencilerin değil, dışarıda iş bulamayan öğrencilerin bir umut kapısı oldu. Üniversiteler bugün hala ayakta durabiliyorlarsa, bunu, her türlü olumsuzluğa rağmen, akademisyenliğe gönülden bağlı bir avuç hocaya borçlu. Ne politikaya soyundular, ne de holding profesörlüğü ve tariktaların peşinde koştular. Tek amaçları bilimsel çalışmaları ve yetiştirecekleri öğrenciler. Yılmadan da bu amaçlarını gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Türkiye'nin bu değerli hocalarımıza kocaman bir şükran borcu var. Ama nedense ulufe gibi devlet nişanı dağıtanlar bunu bir türlü görmüyor.
Yazara E-Posta: a.guclu@milliyet.com.tr