Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bizde âdettir. Bir köşeye bir bakkal dükkânı açılıp iş yaptı mı, aynı sokağa hemen üç tane daha açılır. Atatürk filmleri de sanki öyle oldu. Yıllarca hiç film çevrilmedi. Bir yıla üç tane sığdırıldı.
İlki Mustafa’ydı. Çok tartışıldı. Arkasından Veda geldi. Şimdi ise Dersimiz Atatürk. Hepsi de birbirinden farklı. En iyisi şu diye bir kıyaslama yapmak, yanlışların en büyüğü olur. Ama her üçünün de beklentileri karşıladığı söylenemez.
Livaneli’nin Veda’sı film gibi başladı, aynı tempoyla gitseydi, müthiş bir farkındalık yaratırdı. Ama sanki sonrasında gelecek eleştirileri hafifletmek için, film ara ara olması gerekenden farklı noktalara götürülmüş. Özgürlüğü sanki biraz kısıtlanmış gibiydi.
Can Dündar farkındalık yarattı. Zaten bu yüzden çok konuşuldu. Eksikleri, hataları yok muydu? Fazlasıyla. Ama dikkat çekti, yol açtı. Dersimiz Atatürk ise diğer iki film yanında çok amatör kaldı.
Feyyaz Berker, Turgut Özakman, Birol Güven, Hamdi Alkan ve Çetin Tekindor gibi gibi deneyimli isimlerden çok daha etkileyici bir film çıkmalıydı.
Dersimiz Atatürk ile ilgili o kadar çok not aldım ki hepsini yazsam, ancak can sıkar. Oyuncu kadrosundan animasyonlara, mekân, makyaj ve anekdotlardan film içi konuklara, o kadar çok aykırılık ve sıradanlık vardı ki, sık sık, “Hoppala, şimdi bu da nerden çıktı!” dedirttiler.
Ama hepsinin de eline, yüreğine sağlık. Çok zor olana soyundular. Ne yapılsa eleştirilecekti. Nitekim acımasızca eleştirildiler de. Peki eleştiriler haksız mıydı? En azından hepsi değil. Ama görünen o ki, artık Atatürk filmi çekmek, her zamankinden çok daha zor olacak. Çünkü onca fedakârlığın karşılığı bu olmamalıydı...

Sanki eşantiyon fuarı
Antalya Kaleiçi Rotary’nin gerçekleştirdiği Üniversite Tanıtım Fuarı’nın 10’uncusu gerçekleşiyor. Günübirlik de olsa yıllardır katılıyorum. Çünkü hemen her yıl ÖSS’de ilk 5’e giren Antalyalı öğrencilerle sohbet gerçekten çok keyifli oluyor.
Ama sanki bu yıl, öğrencisinden katılımcılara kadar her şey çok farklıydı.
50’nin üzerinde üniversite katılmıştı. Koridorlar tıklım tıklımdı. Öğrenci otobüslerinin biri gidiyor, diğeri geliyordu. Ama ruh yoktu. Öğrenciler sanki bilgilenmeye değil, stantlarda dağıtılan birbirinden farklı eşantiyonları almak için gelmişlerdi...
Kaleiçi Rotary, Türkiye’de bu işin öncüsü oldu. Eminim ki gelecek yıldan itibaren, yeniliğin de öncüsü olacaktır...

Katsayı bilmecesi
YÖK ile Danıştay arasında pinpon topuna dönen katsayılar, görünen o ki yine Danıştay’dan dönecek. Çünkü YÖK bu konuda sanki hükümetin yargıyı yıpratma politikasına uygun olarak hareket ediyor.
Amacı sanki katsayı sorununu çözmek değil. “Bakın biz sorunu çözmek istiyoruz ama yargı engel oluyor” havası yaratmak. Ama bunu öylesine eline yüzüne bulaştırdı ki, yakında hükümet bile “Yetti artık” derse şaşırmayın.
YÖK de, Danıştay da anayasal kurumların başında geliyor. Ya Çankaya’da ya da farklı ortamlarda bir araya gelip bir an önce bu işi çözmek zorundalar.
Sınav yaklaştıkça öğrencilerin tedirginliği daha da artıyor. Kafaları zaten yeterince karışık. Ne yapılacaksa bir an önce yapılmalıdır...

YÖK bunu hep yapıyor
Sadece katsayılar konusunda değil daha pek çok konuda YÖK’ün de kafası karışık. Konuları enine boyuna araştırmadan çok çabuk karar alıyor. Ama ya arkası gelmiyor ya da geri adım atmak zorunda kalıyor. Örneğin yurtdışından gelen öğrencilere yönelik karar gibi.
Liseyi yurtdışında bitiren öğrenciler için sınavı kaldırıp, üniversitelere girişi serbest hale getirdi. Ama daha aradan on gün geçmeden, bu işten vazgeçti. Çünkü çok büyük tepki aldı. Keşke kararı açıklamadan önce biraz nabız yoklasaydı. Bu konuda hükümeti örnek almalı. Bakın onlar anayasa değişikliği paketini sadece muhalefete değil, sivil toplum örgütleri ve üniversitelere de gönderiyor. YÖK de bir karar alırken ilgili kurum ve kişilerden bilgi alsa daha iyi olmaz mı?..
Özetin özeti: Başta parlamento, yargı ve üniversiteler olmak üzere anayasal kurumlarımızın yıpratılmaması için herkesin özen göstermesi gerekiyor. Ama en çok da kendileri...