Hemen her koşulda birbirimizi yemeye öyle koşullanmışız ki, bir araya gelmemiz ancak çok acılı günlerde ya da ulusal meselelerde oluyordu.
Beşiktaş’ın önceki akşam Liverpool karşısında kazandığı zafer, en uçlardaki kitleleri bile orta noktada buluşturdu. Demek ki bu o kadar da zor değilmiş!
Seçim öncesinde giderek gerginleşen ortamı nasıl yumuşatırız diye reçete arayanlara, işte reçete:
Başarı, başarı, başarı...
Zaferlerin her derde deva olduğuna inandık, başardık ve bir kez daha gördük...
Ama bu başarı sadece sporla sınırlı kalmamalı.
Hemen her alanda, hepimizi aynı şemsiye altında toplayacak başarılara ihtiyacımız var.
Kin ve öfke sadece yoruyor. Başarı ise her şeyi unutturuyor, yeni başarılar için umut veriyor...
Beşiktaş, en zor olanın bile, imkânsız olmadığını bize gösterdi.
Yeter ki isteyelim. Arkası gelecektir. O geldikçe de öfkenin yerini hoşgörü alacaktır!..
Bakın işte o zaman seçim meydanları, muharebe alanlarına değil karnaval şölenine dönüşecektir...
Teşekkürler Beşiktaş, bize unuttuğumuz duyguları hatırlattığın için...
Niye hep öğretmenler?
Siyasi literatürde bir söz var. Bir ülkeyle oynamak istiyorsanız önce eğitimiyle, eğitimiyle oynamak istiyorsanız da öğretmen yetiştirme ve atama sistemiyle oynayın, gerisi kendiliğinden gelir derler...
Yüzlerce yıllık tarihimize baktığımızda, öğretmenliğin dışındaki mesleklerde örneğin, tıp, hukuk, mühendislik eğitiminde, revizyonlar yapılmıştır ama çok köklü değişiklikler olmamıştır.
Bir de öğretmenliğe bakın! Neredeyse her on yılda bir öğretmen yetiştirme ve atama sistemi sil baştan değişti.
Bakın yine eğitim fakülteleri kapansın yerine farklı modeller gelsin isteniyor.
Hani en iyisi buydu?
Bu değişimleri gerçekleştirenlerin elbette hepsi de art niyetli değildi. Ama sonuç ortada.
Her defasında öğretmenin kalitesi düştü. Atama sistemi sıradanlaştı. Öğretmenlerin idealizmi söndürüldü...
Sonra da çıkıp eğitim ve ülke niye bu hale geldi diye tartışıyoruz...
Sizce kabahat kimde?..
Bilim müzeleri?
Yurtdışındaki bilim müzelerini, özellikle de Amerika’dakileri gezdiğimde niye bizde de yok diye hayıflanmıştım.
Bilim mi var ki müzemiz olsun diyenler mutlaka olacaktır ama uzun bir tarihi yolculuğa çıktığımızda eminim ki bizim de göz kamaştırıcı bir bilim tarihimiz olduğu ortaya çıkacaktır.
Ural Hoca her hafta cuma günleri Milliyet’le birlikte ücretsiz olarak verdiğimiz Milliyet Akademi‘de dünya Bilim Tarihi’ne yolculuk yapıyor. Arada bizden de örnekler veriyor. Umarım yakında yazılarını kitap haline getirir ve çok önemli bir boşluğu doldurur.
Prof. Akbulut, bilim tarihi hocası ve bilim tarihine müthiş ilgisi var. Rektörlüğü döneminde ODTÜ’nün hem Ankara hem de KKTC kampüsünde bilim müzeleri açtı ama çok ufak. Keşke çok daha büyük kaynaklarla bir fon kurulup başına da Ural Hoca getirilse. Bakın o zaman ortaya neler çıkacaktır neler!..
Aslında bu işi maddi doyuma ulaşan zenginlerin yapması gerekiyor. Öyle ya da böyle yapanlar var ama dünyadaki örneklerinin çok uzağındalar...
Niye bilim toplumu olmuyoruz diye kendimizi sorguladığımız çok oldu. Ancak bu bir anda olmuyor.
Bilim müzeleri açacaksınız, dizilerde rol model olarak arada bir bilim insanlarını da öne çıkaracaksınız, her şeyden önce de bilim insanlarına sadece devlet nezdinde değil yaşamda da değer vereceksiniz. Yoksa zor!
Bu çerçevede, üniversitelerin düzenlediği Yılın En’leri yarışmalarındaki popülistliğe de son verip, bilime herkesten önce bilim yuvalarının sahip çıkmalarını sağlamalıyız.
Medyaya gelince, onu ne siz sorun ne de ben anlatayım. Çuvaldızın belki de en büyüğünü kendimize batırmamız gerekebilir...
Özetin özeti: Beşiktaş gibi bir de Nobel ödülü alan bilim insanlarımız olsaydı fena mı olurdu!..