Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen hafta 4 üniversite öğrencisi geldi. Benimle röportaj yapacaklardı.
İstanbul’daki vakıf üniversite- lerinden birinde, iletişim fakültesinde okuyorlar.
Hem de yüzde 75 burslu.
Kimi gazeteci kimi de televizyoncu olmak istiyordu.
Yani çok yakında kendileriyle meslektaş olacağız!..
Aman ne güzel deyip akıllı telefonun kayıt tuşuna bastılar...
Böylesi durumlarda, gelenlerin donanımını görmek için ilk birkaç soruyu genelde ben sorarım.
Yazılarımı ve televizyon programımızı çok beğendiklerini söyledikleri için ilk sorular kendi yaptıklarımla ilgili oldu.
En beğendiğiniz yazım ya da konuklarımız kim oldu dedim.
Final dönemi olduğu için son günlerde ne gazete okuyor ne de televizyon izliyorlarmış.
Peki, o zaman geçmişten aklınızda kalanlar var mı diye üzerlerine gidince, anlaşıldı ki bugüne kadar ne yazımı okumuşlar ne de Genç Bakış’ı izlemişler.
Olabilir, üzülmeyin, beni sevmiyor olabilirsiniz, peki bana üç gazete yazarı sayın dedim.
Milliyet’te oldukları için ille de Milliyet yazarı olması şart değil diye de özellikle belirttim.
Dört öğrencinin dördü de tek isim söyleyemedi.
Ama en vahimi de ne biliyor musunuz?
Türkiye, aylardır istifa eden 4 bakanı konuşuyor. Yüce Divan’a gitsin, gitmesin tartışması yaşanıyor. Geldikleri gün ve saatte de, TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nun bu yöndeki kararı bekleniyordu. Yani Türkiye bir anlamda o habere kilitlenmişti.
Hadi bir de kolay yerden soru sorayım da moralleri yerine gelsin istedim.
Ama ne mümkün!
Dört öğrencinin dördü de, bırakın dört bakanı, birinin adını dahi söyleyemedi...
Ve bu arkadaşlar, muhtemelen bir süre sonra, karşımıza gazeteci, televizyoncu ya da farklı rollerle çıkacaklar.
Kabahat onların mı?
Kesinlikle hayır!
Peki, o zaman kabahatli kim?..
YÖK mü, üniversite kurucuları mı, hocalar mı, veliler mi, ÖSYM mi, medya mı, yoksa hepsi birden mi?
YÖK, bu yıl tıp ve hukuk fakülteleri için taban puan getireceğini açıkladı.
Kısmen karşı çıkan olsa da büyük çoğunluk destekledi.
Hatta niye başka alanlara da getirilmiyor diye tepki gösterenler oldu...
Öğrencilerin bu halini gördükten sonra ben de iletişim fakülteleri için taban puan istiyorum.
Hocalarına gelince, hiç mi bu öğrencilere gazete okutmuyorsunuz, haber izletmiyorsunuz?
Bırakın iletişim fakültesi öğrencilerini, diğer öğrencilerin de dünyadan haberdar olmaları gerekmez mi?
Bu entelektüel olmanın ötesinde bir vatandaşlık görevi değil mi?
Peki, ya önüne gelene üniversite açma izni veren, hocası var mı yok mu demeden, yeni fakülte açtıran, en acısı da yüksek lisans ve doktora yaptıran TBMM ve YÖK’e ne demeli?..
Bu arada, o dünyadan bihaber, yeniyetme üniversitede master ve doktora yapıldığını da içimiz cız ederek hatırlatmakta yarar var...
ÖSYM’ye gelince, bu nasıl bir öğrenci seçimidir ki öğrencilerin ne seçtikleri alanla ilgili bir donanımları var ne de içlerinde merak uyandırılabilmiş...

Diploma enflasyonu
Üniversite sayısı 200’e yaklaştı. Daha da artacak. İyi oldukları sürece sorun yok ama halleri ortada.
En iyi diye bildiklerimiz bile eski havalarında değiller.
Yenilerin pek çoğu ise yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi üniversite demeye bin şahit ister...
Onlara yön vermek, denetlemek ve öğrenci seçmek için kurulan YÖK ve ÖSYM ise bu görevlerini artık yerine getirmenin çok uzağındalar. Çünkü onların kurulduğundaki sayılarla, şimdiki sayılar ve sınavlar arasında derin uçurumlar var.
Her şey bir yana, bu elbise artık onlara dar geliyor...
Peki, ne yapılması gerekiyor?
Eğitimin tümü gibi yükseköğretimin de sil baştan yeniden ele alınmasının zamanı geldi de geçiyor. Yoksa, bu gidişle ne üniversitelerin ne de üniversite diplomalarının bir anlamı kalacak...
Özetin özeti: Kendimizi daha nereye kadar kandırmaya devam edeceğiz?..