İşsizlik rakamları açıklandı. İlk sırada yine üniversite mezunları var... Önceki gün, milyonlarca diplomalı işsize karşın, kalifiye elaman bulmakta zorluk çekildiğini yazmıştım. Yüzlerce yorum geldi. En çarpıcı olanı, en uzaktan geleni.
Kanada’dan, mimar, emekli profesör Aygen Toruner’den geldi.
Önce gelin onun yazdıklarını okuyalım:
Niye iyi eleman yetişmiyor?
“İşsiz üniversite mezunlarıyla ilgili sorunuzun cevabı çok kolay.
Üniversitelerden kalifiye eleman çıkmıyor. Bunun iki nedeni var:
1- Kalifiye elemanları yetiştirecek hocaların kendileri kalifiye değil.
2- En azından lisans boyutunda, üniversitelerin görevi kalifiye eleman yetiştirmek değildir.
Dünya çapında, bütün üniversitelerin görevi, öğrenmeyi öğretmektir.
Sizi bilmem ama, üniversiteden mezun olan gençlerin çoğunun mezun oldukları gün, ‘eyvaaaahhhh şimdi biz ne yapacağız?’ diye gerilim içine düştüklerini biliyorum.
Merkezi sınav ve alınan puana göre yerleştirme sistemiyle kimin hangi meslekle ilgili eğitimi, hangi üniversitede alacağına karar veren bir ortamda yüz binlerce öğrencinin, asla istemedikleri, yeteneklerine uygun düşmeyen, iş ortamında asla başarılı olamayacakları için mutsuz yaşayacakları mesleklerle ilgili diplomalara sahip olduklarını unutmayın.
İşverenlerin eleman yetiştirmeye vakitleri yoktur. Onlar işe aldıkları kişinin ertesi gün verimli olmasını beklerler.
Feryatlarının nedeni aradıklarını bulamamalarındandır.
Peki ne yapılmalı?
1960’tan beri bin bir şekle girmiş ve her değişiminde daha kompleks daha karmaşık, daha içinden çıkılmaz hale gelmiş olan merkezi sınav sistemlerinden hemen vazgeçilmelidir.
YÖK kesinlikle kapatılmalı, üniversitelere tam özerklikleri iade edilmeli, dershanelerin açılmasına imkân tanıyacak hiçbir sınav türü, muhafaza edilmemelidir.
Üniversitelere girişin orta öğretim performans düzeyine göre sınavsız olmasının çeşitli opsiyonlarının araştırması yapılmalı ve en basit ama en güvenilir olanının, dünyadaki örnekler de göze alınarak, uygulanmasına geçilmelidir.
Bütün üniversite öğretim üyelerinin, asistanken en az bir, doçentken en az iki, profesörken de en az üç yabancı dili en akıcı şekilde konuşur, yazar ve okur olmasının şart koşulması gerekir.
Her hocanın yılda en az 4 özgün bildiri, 4 de yabancı bildirilerden çeviriler yayımlatması şart koşulmalıdır. Yatay terfilerde bu kriterlere uymayanlar terfi ettirilmemelidir. Meslekteki ilerlemeleri izleyebilmenin en kesin yöntemi budur.
Bunları yapmayanlar öğrencilerine 20 yıl önceki bilgileri vereceklerdir. Bu da kabul edilemez.
En iyi örnekler?
Bildiğim en harika eğitim yöntemini Kanada’da Hamilton’daki Mac Master Üniversitesi vermektedir. Her yılın birinci yarı yılı teorik eğitim, ikinci yarı yıl ise piyasada meslek dalıyla ilgili ve üniversiteyle anlaşmalı firmalarda yapılan stajlarla geçmektedir. Staj notlarını firma yöneticileri vermektedir.
4 yılda iki yıl teorik, iki yıl da pratik eğitimden geçtikten sonra mezun olunduğunda öğrenciler için reklamcılığın, pazarlamacılığın, editörlüğün, tasarımcılığın gizli kapaklı hiçbir yönü kalmamakta, işe başladıkları gün tam hız ve verimle meslek hayatına başlamaktalar.”
Sorun sistemde mi, yoksa?..
Üniversitelerin meslek okulu olmadığı kesin. Ama Türkiye’deki algılanması ve işlevi maalesef bu yönde. Peki iyi bir mesleki eğitim veriyor muyuz? Örneğin iyi öğretmen, doktor, mühendis, hukukçu, gazeteci, reklamcı yetiştirebiliyor muyuz?
Elbette hepsini aynı kefeye koymamak gerekir.
Dünyanın dört bir yanında rahatlıkla iş bulabilecek donanıma sahip olanlar da var, en ufak bir birikimi olmayanlar da.
Bilim üreten üniversitelerimiz yok mu? Tabii ki var. Ama üzerlerinde öylesine fazla öğrenci yükü var ki, çoğu zaman araştırma yapmaya fırsat bulamıyorlar.
Özal döneminde gündeme gelmişti, sonra rafa kalktı. Ne yapıp edip bilim ve araştırma odaklı üniversiteler ile meslek adamı yetiştirmeye yönelik olanlar birbirinden ayrılmalıdır.
Ve tabii ki para olmadan bilim üretilmeyeceğine göre de kesenin ağzını açmak gerekiyor...
Dışarıdan gazel okumak kolay yaklaşımı ise en kolay olanı!...
Özetin özeti: Hiç olmazsa, aklımızı bu konuda kullanalım!..