Hemen herkes makam sahibi olmanın peşinde.
Hele şu günlerde on binlerce kişi milletvekili olmak için sıraya girmiş.
İçlerinde memlekete hizmet etme sevdasında olanlar elbette var. Ama öyle isimler duyuyoruz ki, şaşırmamak elde değil.
Bir bugüne kadar yaptıklarına bakıyorsunuz, bir de aday olduğu makama, o mu ülkeyi yönetecek demeden geçemiyorsunuz...
Biraz azalsa da diploma sevdasından vazgeçmiş değiliz.
Hele bir diplomam, sermayem, makamım olsa neler yaparım neler diyenler o kadar çok ki!..
Peki makamlar mı insana değer katıyor yoksa kişiler mi oturdukları makamı önemli hale getiriyor?
Eğer bir kişi, o kudretli makamdan ayrıldıktan sonra da aynı ilgiyi görüyorsa, demektir ki, o makama değer katan, o kişidir.
Yok eğer, o makamdan düştükten sonra, yüzüne bakan yoksa, vay onun haline. Yaşamının ondan sonraki bölümü hiç kolay geçmeyecektir...
Bu konuda www.egitimajansi.com’da Ömer Orhan’ın yazısında geçen çok çarpıcı bir öykü var. Birini işe alırken ya da ona arka çıkarken aman dikkat diyerek bunu sizinle paylaşmak istedim.
Başarı kimin?
Büyük bir şirkette insan kaynakları direktörü olarak görev yapan birisine, bir arkadaşı, yakın bir dostlarının işe alınması için ricacı olur. Direktör, şirkette boş bir pozisyon olmamasına rağmen bu ricayı geri çeviremez ve onu işe alır. Alınan yeni elemana, şirketin girişinde bir sandalyede oturması ve giren çıkanı takip etmesi söylenerek bir iş uydurulur. Birkaç gün öylece oturan yeni eleman, elindeki kâğıt kalemle giren çıkanları önce kadın, erkek olarak tasnif eder, sonra da yaşlarına göre istatistik tutmaya başlar. Bu çalışma cansiperane şekilde günlerce devam eder ve sonuçlar sürekli direktöre iletilir.
Eleman, bir ay sonra iyice biriken belgelerin bilgisayara aktarılması için bir bilgisayar ve masa talep eder. Eleman, yaptığı işi o kadar ciddiye alarak yapmaktadır ve detaylıdır ki, bu isteği kabul görür. Kendisine bir masa ve bilgisayar tahsis edilir.
Artık gelip gidenlerle ilgili kayıtlar bilgisayara işlenirken, kişilerin ne amaçla geldikleri, beklentileri gibi detaylar da sorulmaya ve kayıt altına alınmaya başlanır. Elbette hazırladığı raporları da sunmaya devam eden yeni elemanın bu performansı direktörün ve diğer çalışanların dikkatinden kaçmaz. Yaklaşık iki ay sonra, yeni kriterlere göre düzenlediği diğer raporları ekleyen yeni elemanın iş yükünün her geçen gün arttığı da gözlerden kaçmamaktadır. Bir gün kendisine bir yardımcı alınırsa çok daha hızlı bir şekilde sonuç alabileceğini söylediğinde bu çok makul karşılanır ve bir de yardımcı görevlendirilir.
Artık yeni eleman, yardımcısıyla birlikte müthiş raporlar sunmaya başlamıştır. Şirkete gelen kişilerin cinsiyetleri, yaşları, geliş amaçları, hangi departmana geldikleri, kiminle görüştükleri, ne yanıt aldıkları, memnuniyetleri, memnuniyetsizlikleri ve daha birçok sorunun yanıtı da alınmaya başlamıştır.
Eleman bir yıl boyunca bu şekilde gece gündüz süren yoğun bir çalışma temposuyla çalışır ve bir gün direktöre; gece geç vakte kadar çalıştığından evine gidebilmek için taşıt bulamadığını söyleyerek şirket araçlarından birini alıp alamayacağını sorar. Direktör, onun bu azmine yakından şahit olduğu için bir araç tahsis edebileceğini söyler. Ancak bir sorun daha vardır. Ehliyeti olmadığından kendisine bir de şoför görevlendirilir. Patronu bir sabah işe geldiğinde, binanın önüne şirket araçlarından birinin yanaştığını ve şoförün tanımadığı birinin kapısını açtığını görür. Odasına geçtikten sonra tanımadığı bu kişinin kim olduğunu öğrenir ve insan kaynakları direktörünü çağırarak ondan yeni elemanın şirketteki hikâyesini dinler.
Patron bir süre düşündükten sonra direktöre dönerek, yeni elemanın insan kaynakları direktörü olarak görevlendirilmesini ve kendisine ihtiyaç kalmadığı için de muhasebeye uğrayarak hesabını kestirmesini söyler.
Özetin özeti: Bu öyküden herkes kendisine göre bir ders çıkartabilir...