Yarın, Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıldönümü. Her geçen yıl daha bir coşkuyla kutlanıyor. Yarın ve sonrasında da Türkiye’nin dört bir yerinde bu kutlamalara şahit olacağız...
Peki, Köy Enstitüleri’ni böylesine önemli kılan ne ki, hâlâ konuşuluyor, hâlâ özlem duyuluyor? Her ne kadar, bilmeden, tanımadan kızanlar olsa da...
Köy Enstitüleri sadece Türk eğitim tarihine değil, dünya eğitim literatürüne de altın harflerle kazınmış bir eğitim mucizesi.
Bu projeyi öyle ya da böyle siyasallaştıranlar varsa o onların sorunu.
Ama tıpkı dün olduğu gibi bugün de hâlâ Türkiye adına pek çok güzelliği siyasi ihtirasların kurbanı yapıyoruz.
Köy Enstitüleri’nin kapanmasında Demokrat Parti ne kadar sorumlu ise CHP de o kadar sorumludur. Çünkü kapatılma noktasına elbirliğiyle getirmişlerdir.
Zaten geri dönüp dönüp tartışmaları yeniden alevlendirmenin de bir anlamı yok. Dün dünde kalmıştır. Önemli olan gelecek.
Çünkü ortada atık ne Köy Enstitüleri var ne de Köy Enstitüleri’ne o günler kadar ihtiyaç duyan bir Türkiye var.
Ama eğer Köy Enstitüleri’ni farklı kılan meziyetleri yakalar ve bugüne uyarlayabilirsek, çocuklarımız ve ülkemiz için işte en büyük kazanım bu olur.
Peki Köy Enstitüleri’ni bu kadar faklı kılan neydi?
İşte sadece bir aç farkındalığı. O zaman yaratılıp da bugün yanına bile yaklaşamadığım, farkındalıklar.
Üreten insan modeli
Köy Enstitüleri ile bugünkü eğitim modeli arasındaki en temel farklılık, yapan, üreten, soran, sorgulayan insandan, ezberleyen, sorgulamadan kabullenen, üç beş seçeneğin ötesinde farklı doğruların da olacağını düşünmeyen, sadece ve sadece tüketen insana geçtik.
Ezberci test sistemi Türk eğitimini bitirdi. Daha da önemlisi, idealizmi yok etti. Ülkemin her karesi benim memleketim diyen öğretmenden, yıllarca atanamadığı için kişilik erozyonuna uğrayan öğretmenlere geldik.
Çevresine ve sorunlarına duyarlı öğrencilerden, olup bitenlerin neredeyse hiçbirine duyarlılık göstermeyen nesillere geldik.
Son 40-50 yılda yetiştirdiğimiz nesiller, her şeyden öylesine uzaklaştırıldı ki, artık pek çoğunun kendilerine bile hayrı yok.
Sanattan, kültürden, üretimden, saygıdan, idealizmden, derinlikten bihaberler. Kabahat onların mı? Kesinlikle hayır.
Dün Köy Enstitüleri’ni yaratan da bizim insanlarımızdı, bugün bu noktaya getirenler de. Kabahati hiç uzaklarda aramayalım, senaryolar üretmeyelim.
Aradan 60 yıl geçmesi, o mucizeyi yeniden yaratmamıza mani olmaz. Yeter ki isteyelim.
O günleri bugünden farklı kılan, sadece ve sadece inanç farklılığı.
O günün siyasetçileri, bürokratları, öğretmenleri ve öğrencileri, bizlerden çok daha ötesini düşünüyorlardı. Hepsi bu. Eğitimin Türkiye’nin geleceği için olmazsa olmaz olduğuna inanıyor ve tüketen değil üreten insanlar yetiştirilmesi gerektiğine inanıyorlardı.
Ülke sevgisini, insana saygıyı, üretime olan inancı büyük bir kararlılıkla harekete geçirdiler ve çok kısa sürede çok önemli sonuçlar aldılar. Ve bugün biz hâlâ onları konuşuyoruz.Peki ya bugünkü yapılanlar? Bırakın 60 yıl sonrasını, 60 ay sonra bile hatırlayan olmayacaktır. 60 ay öncesini, yani üç beş yıl önceyi hatırlayan var mı ki, bugünler hatırlansın!..
Köy Enstitüleri ve ardından da Demokrat Parti kapatılmasaydı, Türkiye bugün çok farklı noktalarda olabilirdi.
Kalkınma da demokratikleşme de çoktan tamamlanmış olurdu.
Hâlâ okuma yazma kurslarıyla değil, Ar-Ge ile uğraşıyor olurduk.
Kent Enstitüleri?
Köye dayalı toplumdan, kentsel yaşama döneli çok oldu. Bunun geri dönüşü olmaz. O halde dün Köy Enstitüleri ile gerçekleştirdiğimiz eğitim modelini, Kent Enstitüleri ile yeniden hayata geçirebiliriz.
Bakan Çubukçu bu konuda duyarlı ama yapayalnız. Baş belası sınavlardan kurtulmak için bile destek bulamıyor. Oysa geleceğin Türkiye’nin yeniden inşaatı için büyük kararlar alması gerekiyor. O da yapayalnız olmuyor.
Özetin özeti: Köy Enstitüleri başta olmak üzere ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği için katkıda bulunan ve bulunacak olan herkese canı gönülden teşekkür ediyoruz.