Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Aslında başlığı lezzetin başkentlerinden Antakya şeklinde atmak daha doğru olurdu. Çünkü diğer kentlerimize haksızlık etmiş oluruz. Serzeniş dolu mailler geldi. Hepsi de haklı. En az 10 ilimiz var ki mutfağı, hiç de Antakya’dan aşağı değil.
Peki, Antakya’yı diğer kentlere göre farklı kılıp, bu başlığı atmamıza neden olan ne? İlki medeniyetlerin beşiği olması, ikincisi bunu mutfağına yansıtması, üçüncü ve asıl önemli olanı da bu konuda diğer mutfakların tanıtımını da üstlenmesi.
Akşamları Antakya yemeklerini, öğleleri de Halep, Kahramanmaraş ve Osmaniye yemeklerini tattık. Örneğin Maraş mutfağı çok başarılıydı. Yüzlerce kilometre öteden gelseler de damak tadı bıraktılar, dondurmalarıyla da sükse yaptılar. Halep mutfağı da her ne kadar bize çok benziyorsa da her şeyiyle farklı lezzetler sundu. Osmaniye’yi henüz tatmadığım için bir şey diyemiyorum ama eminim ki onlar da bir farkındalık sunacaklardır.
Antakya’da valisinden belediye başkanına, ticaret ve sanayi odalarından borsa ve sivil toplum örgütlerine kadar hemen herkes kentin ve özellikle de mutfaklarının tanıtımı için seferber olmuş durumda. Bir tek kurum var ki hiç ortada gözükmüyor. O da üniversite. Ne gastronomi bölümü açmaya yanaşıyor ne de bu tür çalışmalara destek veriyor. Sanki farklı bir dünyada yaşıyorlar!..
Antakya, dünyanın en eski yerleşim yerlerindin biri. İlk kilise burada. Anadolu’da inşa edilen ilk cami de. Onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış. Başta hoşgörü ve mutfak zenginliği olmak üzere her birinden bir şeyler kalmış geriye. Şimdi onları yeniden parlatmaya ve yaşatmaya çalışıyorlar.
Birkaç yıl öncesine kadar direkt uçuşlar yoktu. Uçak seferleri başlayınca o minik havaalanı yetmemeye başlamış. Şimdi çok daha büyüğü yapılıyor. Suriye’ye vize kalkınca, hareketlenen sadece ticaret olmamış. Karşılıklı turist trafiğinde de patlama olmuş. Ve bu durumdan her iki taraf da fazlasıyla memnun.
Her güzelin bir kusuru olduğu gibi Antakya’nın kusuru da organizasyon yeteneğinin bazen zaafa uğraması. Aslında hemen her konuda her şeyin en iyisine sahipler. Ama iş helva yapmaya gelince, belki de ustaların çokluğundan yetki karmaşası yaşanabiliyor. Ve buna en çok üzülen de yine kendileri. Çünkü çok daha iyisini yapabileceklerine inanıyorlar. Yapıyorlar da. Şu anki sorunları en iyileri, en iyi şekilde değerlendirememeleri. Örneğin Kayseri’yi, Gaziantep’i farklı kılan da sanki bu! Ama eminim ki bu minik sorunu da aşacaktır.

Hıdırbey köyü
Antakya’da o kadar tarihi mekân var ki, gezmek için değil günler, haftalar yetmez. Bir kısmını daha önce gezmiştim. Bazılarını da şimdi görme olanağı buldum.
Örneğin, kente 35 kilometre uzaklıktaki Hıdırbey köyünün tarihi oldukça eski. En az iki bin yıl olduğu söyleniyor. Köy meydanındaki çınar ağacı da bunu doğruluyor.
Hikâyesi şöyle: Hz. Musa ile Hz. Hıdır, Samandağı’nın deniz sahilinde buluşup, oradan Musa Dağı’nın eteklerindeki Hıdırbey’e gelirler. Hz. Musa, köyün ortasından akan suyun kenarında dinlenirken asasını yere batırır. Giderken asasına burada unutur. Almak için geri döndüğünde ise yeşermiş olduğunu görür. İşte o asanın bugün, gövde çapı 35 metreyi bulan köy meydanındaki bu çınar olduğu söyleniyor.
Muhtar Selahattin Yeter, Vali Celalettin Lekesiz ve Kaymakam Tahsin Kurtbeyoğlu’nun da desteğiyle köyün yeniden düzenlenerek turizme açılacağını söylüyor.
Cumhuriyetten önce Ermeni köyü olan Hıdırbey ve çevresinde hâlâ yaşayan Ermeniler var. Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı da yine burada. Kiliselerini ziyaretimiz sırasında çocuklar, hem Türkçe hem de Ermenice şarkılar söyledi. Çikolata ve likör ikram ettiler.
Portakal ve zeytin ağaçları arasında, tarihi taş evlerin gölgesinde, şırıl şırıl akan suların kenarında kahvaltı ya da yemek keyfi yaşamak isterseniz yolunuzu bu iki bin yıllık Hıdırbey köyüne düşürün. Pişman olmazsınız.
Dönemin en büyük limanlarından birini korumak amacıyla binlerce yıl önce doğal yöntemlerle oluşturulan belki de tarihin ilk ve en büyük tüneli Titus, Hızırbey Türbesi, kaya mezarlar ve St. Simon Manastırı da çok yakında. Onlar da kesinlikle görmeye değer.
Özetin özeti: Ülkemizin her yeri, her şeyiyle bir başka güzel. Bunu bir kez daha görmenin keyfini yaşadık...