ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan’dan sonra YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan da sınavsız üniversiteden söz etmeye başladı. Ama görünen o ki pek çok konu gibi bu konu da istismara çok açık. Çünkü yine tam bir kandırmaca söz konusu.
YÖK Başkanı Özcan, Almanya’da isteyen herkesin hukuk fakültesine girebildiğini söylüyor ki, bu doğru değil. Almanya’da üniversiteye gitmek ciddi bir süreci ve ciddi bir başarıyı gerektirir. Koşulları sağlamadan elini kolunu sallayarak üniversiteye girmek mümkün değil. Ayrıca mezun olmak da bir o kadar zor.
Prof. Özcan’ın sözünü ettiği yöntemi bir ara İtalya uyguladı. İsteyen herkesi hukuk fakültesine aldı. Ama bir koşulla. Örneğin birinci sınıfa 50 bin kişinin kaydını yapıp, ikinci sınıfa sadece 5 bin kişi geçer dedi. Sınıflar yükseldikçe de geçen sayısı azaltıldı...
Ama sonunda sistem iflas etti ve kaldırıldı. Çünkü devreye siyasetçiler girdi. Bir sınav, bir sınav daha derken, tümünün eğitime devamı için şartlar zorlanmaya başladı ve proje elde patladı.
YÖK Başkanı Özcan eğer böyle bir sistem öneriyorsa, aman ne olur kalsın. Yükseköğretimin yeterince sorunu var, bir de bu eklenmesin. Yok eğer kontenjanları zaten dolmayan fakülteler için, öğrencilere sınav stresi yaşatmanın gereği yok diyorsa, tamam deriz. Ama şerh de koyarız. Çünkü, Türkiye’de ülke geneline yayılan objektif bir ölçme değerlendirme sistemi yok. A okulunda 100 alan bir öğrenci, B okulunda sonuncu olabiliyor. Binlerce lise birincisi, üniversiteye giremeyip açıkta kalabiliyor. Diploma notuna göre öğrenci alan süper liselerin batması da bu yüzden oldu.
Sınavsız geçişin hayata geçmesi halinde Almanya ve Fransa’da olduğu gibi lise sona bir bitirme sınavının konulması gerekir ki, bu da sonuçta bir sınav. Yani neresinden bakarsanız bakın merkezi bir ölçme değerlendirme yöntemi geliştirmeden not ortalamasına göre öğrenci almak, yeni sorunlar yaratmanın ötesinde bir işe yaramaz.
YÖK ve ÖSYM başkanlarının haklı oldukları nokta, geçen yıl 110 bin, bu yıl ise daha fazla kontenjanın boş kalma olasılığı. Açık kalan her kontenjan, milli servetin erozyonu demek. Bir yanda üniversiteye girmek için can atan 1.5 milyon genç, öte yanda boş kalan on binlerce kontenjan. Üstelik yarıya yakını da devlet üniversitelerine ait. Bu konuda mutlaka yeni açılımlar gerekiyor. Ama bu açılım, sınavsız üniversite mi? İşte bu iyi düşünülmelidir.
Neden iyi düşünülmeli? Çünkü iki çok önemli sorun var. Bunlardan ilki kalitenin düşmesi, ikincisi ise işsizlik.
Kalite ne olacak?
Sınavsız üniversite projesine, herkesten çok, üniversiteler karşı çıkacaktır. Liseden gelen öğrencilerden zaten fazlasıyla şikâyetçilerdi. Şimdi daha da veryansın ederler. Haksız da sayılmazlar. Türkiye ortalamaları o kadar düşük ki, barajı aşmak için yüzde 15’lik başarı yetiyor. Kontenjanlar da boş kaldığı için barajı aşan herkes zaten isterse üniversiteye girebiliyor. Şimdi bu yüzde 15’lik başarı barajı da kaldırdığınızda “teneke“ diye tabir edilen öğrenciler de üniversiteli olabilecek.
Peki ya sonra? Ya 60’lı yıllarda olduğu gibi “Denize nazır, diploma hazır“ mantığı geri gelecek ya da üniversiteye girmek kolay, mezun olmak zor olacağı için, gençler tam bir maceranın içine itilecek.
Bazıları, “Zaten liseyi bitirmişler, bu yetmez mi?” diyor. Bence yetmez. Yetmediği de ortada. Bunun aksini de kimse iddia edemez. Yani bakalorya tarzı merkezi bir bitirme sınavı getirilmeden, sınavsız üniversite macera olur...
İşsizliğe çare mi?
Lise mezunları iş bulamıyor da, üniversite mezunları çok mu kolay iş buluyor? Kesinlikle hayır. İşsizlerin ilk sırasında üniversite mezunları geliyor. Bu gidişle açık ara önde gitmeye daha uzun yıllar devam edecekler.
Üniversiteye olan talebin altında yatan üç önemli gerekçe vardı. İş, askerlik ve sosyal statü. Şimdi üçünün de yerinde yeller esiyor. İş ararken avantaj sağlamıyor, askerlik herkes için eşit süreye getiriliyor, sosyal statü de ayaklar altında. Peki gençler şimdi onca eziyeti ve masrafı ne için yapsın?..
Özetin özeti: Ülkelerin insan gücü planlaması ciddi bir iştir. Ben yaptım oldu diyerek ya da deneme yanılma yöntemiyle gençlerin hayatına yön veremezsiniz!..