Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Garip bir ülkede yaşıyoruz. Hem de çok garip. Önceki yıl KPSS’de Türkiye birincisi olan öğretmen açıkta kalmıştı. Çünkü Fizik’ten hiç öğretmen alınmamıştı...
Şimdi aynı durumu, kendi branşında Türkiye birincisi olan diğer öğretmenler yaşıyor.
Örneğin Almanca’da Türkiye’nin en iyisi de olsanız atanmanız mümkün değil.
Uzun zamandır olduğu gibi yine Almanca’dan öğretmen alınmıyor.
Daha da komiği, pek çok branşta, pek çok öğretmen, 80 üzeri puanlarla açıkta kalırken, taban puan belirlenmediği için 15-20 puanı olsa da atanan öğretmenler var. Örneğin Rehberlik öğretmenleri.
Böylesine çelişki olur mu demeyin! Bal gibi oluyor.
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık’ta puan barajını ortadan kaldıran MEB, nedense aynı ders için çok yüksek puanlı Felsefe ve Sosyoloji mezunlarının atamasını yapmıyor. Üstelik formasyonları ve tamamlama eğitim sertifikaları olmasına rağmen.
Öğretmen atamalarıyla ilgili yanlışların bini bir para. Nereye el atsanız, sistem lime lime dökülüyor.
KPSS’deki kopya skandalı, buz dağının sadece görünen kısmı. Asıl çürümüşlük, görünmeyen kısımlarda. Ama nedense kimse el atmak istemiyor.
Oysa son Milli Eğitim Şûrası’nda öğretmen yetiştirme ve atama sistemi, çok yönlü olarak ele alınabilirdi. Alınmadı. Havanda su dövüldü!..

AB konusunda samimi miyiz?
Avrupa Birliği’ne girme konusunda hiçbir niyetimizin olmadığının en önemli göstergelerinden biri de, bu konuda bırakın pozitif yönde bir adım atmayı, tam tersine davranmayı adeta kendimize ilke edindik.
Örneğin AB’nin kuruluş felsefesi, çok kültürlülüğü ve çok dilliliği aynı çatı altında birleştirmek. Ama nedense bizim için yabancı dilin, hele hele Almanca, Fransızca ve diğer Avrupa dillerinin hiç ama hiçbir önemi yok.
Anadolu liselerinden ağırlıklı yabancı dille eğitim kaldırıldı. Güya yoğun İngilizce eğitimi veriliyor. Ama adı var kendi yok!
Bu arada ne yeterince İngilizce öğretmeni alınıyor ne de yabancı dil dersleri verimli geçiyor. Çünkü derslere kimi bulurlarsa onu sokuyorlar.
Böylesi yanlış ve iğreti bir uygulama yerine cıva gibi Almanca ve Fransızca öğretmenlerine neden şans tanınmaz ki?
Neden her yıl 50 bin civarı öğretmen atanırken, birkaç yüz Almanca ve Fransızca öğretmeni de alınmaz ki?
Hani bir değil, iki yabancı dil öğretecektik? En azından bu hedefi gerçekleştirmek için adımlar atılamaz mı?..

Yanlışa kim dur diyecek?
30 bin öğretmenin ataması 6 Aralık’ta gerçekleşecek. Ama ortalıkta dolaşan o kadar çok söylenti var ki, tartışmalar hiç bitmeyecek.
MEB, YÖK ve ÖSYM bu konuda içine kapanıklıktan vazgeçip, adayların kafasını kurcalayan sorulara cevap vermeliler. Yoksa 6 Aralık’tan sonra da bu tartışmalar daha da artan bir şekilde devam edebilir.
Örneğin Eğitim Bilimleri iptal edildi, aynı gün yapılan Genel Kültür ve Genel Yetenek sınavları iptal edilmedi. Ama atama puanı hesaplanırken aynı potada eritildi. Bu da ikinci sınavda çok daha fazla net çıkartan öğretmenlerin aleyhine bir durum yarattı.
60 bin adayın sınava girmemesi, derin yaralar açmadan çözülebilirdi, çözülmedi. Neden?..

Şubatta atama var mı?
30 yerine 40 bin atama yapılsaydı, yaralar bir nebze de olsa sarılmış olacaktı. Ama artırılmadı. Eğer şubatta yeni bir atama dönemi gerçekleşmezse yani ağustosta tek atama yapılırsa, bu yüz binlerce öğretmen için tam anlamıyla bir yıkım olur. İşte bu yüzden, hem de önümüzde seçim varken, MEB’in bu gereksiz inattan vazgeçmesi gerekir.
Yıl içi atamalar öğrenci ve öğretmenler üzerinde bazı olumsuzluklar yaratıyormuş. Haklılar. Ama ona gelinceye kadar, daha neler var.
Şubatta eskiden olduğu gibi ara bir atama dönemi, sadece atanamayan öğretmenleri değil, eğitimin genelini de rahatlatacaktır.
Özetin özeti: Hemen herkesin sorunları var. Ama öğretmenlerinki emin olun çok daha fazla. Üstelik onların mutsuz olması demek, çocuklarımızın, dolayısıyla da geleceğimizin mutsuz olması anlamına gelir ki bunu da hiç kimse istememelidir!..