Hemen her konuda olduğu gibi akademik hayatta da kafamızı kuma gömdük, dünya umurumuzda değil. Oysa kendi içimizde ne olup bittiğinden çok daha önemlisi, dünyada nelerin olup bittiği ve bizim nerede olduğumuz? Ama nedense bu durum hiçbirimizin umurunda değil.
Üniversitelerimiz çağı yakalamadan, bilim toplumu olmamız, bilim toplumu olmadan da refah toplumu olmamız mümkün değil...
Uzun süredir Amerika’da görev yapan hocamızdan gelen son değerlendirme bir hayli ilginç:
Beyin çürümesi mi?
Bir akademisyen olarak “YÖK bilimi destekliyor mu köstekliyor mu?” yazınızı ilgiyle okudum.
Yıllardır yurtdışından Türkiye’deki akademik durumu ve yüksek lisans eğitimini takip ettim / etmeye çalıştım.
Maalesef, akademi kurumlarımız her geçen gün daha da çağın gerisinde kalıyor endişesini yaşıyorum.
Bazı temel bakış açılarının değişmesi gerekli ve bunun için de hükümet, tek parti mi yoksa koalisyon mu olsun diye düşünmeye ve bundan medet ummaya gerek yok.
Hatta, YÖK de belirleyici ve yön verici değil, dışarıdan vizyon verip, destekleyici olmalıdır.
Batı’da ve özellikle yaşadığım yer olan ABD’de böyle bir kurum yok.
Bırakın yüksek eğitim özerk olsun ve hocalar ve öğrenciler yaratıcılığını yaşasınlar.
Baskı altında yaratıcılık ve girişimcilik olmaz, hatta körleşir.
Ülkemizde, rektörler YÖK’e bakmaktan, dekanlar rektörlere ve YÖK’e bakmaktan, hocalar dekanlara, rektörlere ve YÖK’e bakmaktan ve en önemlisi de yaratıcı kapasitesi olan öğrenciler hepsine bakmaktan yaratıcı olmayı bırak, yok olup gidiyorlar.
Yaratıcı olma konusunda en kararlı olanlar, yurtdışına, özellikle de Batı’ya gidiyor.
Ve o ülkeler, bizim yaratıcı ve üretken gençlerimizden faydalanıyor.
Bu çok acı bir gerçek ve yetkili kimseler bunu görmüyor.
Ondan sonra beyin göçü var diye kızıyoruz.
Bu konuda konuşulan iki seçenek var: Beyin göçü mü, beyin çürümesi mi?..
Kim kimi kandırıyor?
Tez hocası sorununa gelince. Anladığım kadarıyla amaç, bilim adamı yetiştirmek değil, devletin verdiği sınırlı maaşa katkı sağlamak. Bu da sistemin bir sorunu ve kimse çözmek istemiyor.
Hiçbir yerde/ülkede bir hoca 3-4’ten fazla tez öğrencisine danışmanlık yapamaz.
Bunun için o konuda en son çıkan her akademik makaleyi okumak gerektirir ki bunu yapacak hocalar Harvard ve Stanford da bile yok.
Asıl problem, hocalara 5 veya fazla ders verip, lisansüstü ve doktora öğrencileri yetiştirmeye ve bunun yanında akademik araştırmalar da yapmaya zorlamaları. Bu kadar dersi lise hocaları bile vermiyor.
ABD’de bu tür üniversitelerde lisansüstü ve doktora dersi veren hocalar 2 ya da en çok 3 ders verirler. Akademik araştırma yaparlar, konularına çok hakim oldukları için de 2-3 tez öğrencisini çok iyi yönlendirirler. Aradaki fark bu. Ama diğer bir fark da bu hocalar çok iyi maaş aldıkları için geçim derdinde değiller.
Çok önemli bir konu da ülkemizdeki doçentlik sınavıdır. Bana göre ve ABD’de bildiğim sisteme göre, doktora, nihai “Terminal Degree”dir ve bundan sonra sınav yoktur. Ülkemizde yapılan doçentlik sınavı, doktora derecesine “güvensizliği” ve sonuç olarak da “saygısızlığı” yansıtır.
Doçentlik, doktora derecesini test eden bir sınav olmamalıdır.
Hak etmeyene doktora derecesi vermeyeceksin.
Bilim dünyasında bu, bu kadar nettir.
Yazınızı okuyunca aklıma gelen konular bunlar ve size yazmak istedim.
Dünya Bilgi Çağı’nda uçarken, Türkiye olarak biz, kaç tez öğrencisi olsun, kaç ders verilsin ile uğraşıyoruz ve bütün bunları da merkezi bir yerden yapmaya çalışıyoruz...
Özetin özeti: Sıradan eğitim sorunlarını bile çözmekten aciz kadrolarla bilim toplumu yaratmak kolay olmayacak ama başaracağız. Çünkü başka şansımız yok!..