GiT ONA BENDEN SELAM SÖYLE

5 Nisan 2011

Selam verme seromonisinde gereksiz bir sohbete mahkum olanlar için çözüm basit ve net.Uzaktan bir selam, sıcak bir göz kırpma sosyalleşmelerin en güzeli

Gündüz ya da gece, sokakta veya kulüpte tanıdık biriyle karşılaşma anındaki o teatral hale/ selam alıp verme seromonisine hâlâ alışabilmiş değilim. Nedense gereksiz bir kibarlık/nezaket hali çöküyor insana. “Naber?”/ “Nasıl gidiyor?”dan öteye gitmeyen sıkıcı/iç bayan/ruh daraltan başı sonu belli beylik, klişe muhabbetler her iki taraf için de can sıkıcı bir durumdan başka bir şey değil.
Hele kulüpteyseniz durum daha da vahim: Fonda bangır bangır müzik, bünyede yüksek promilde alkol “Ayıp olmasın selam vereyim” diye el uzatmışken, bir bakmışsınız kolunuzu kaptırmış gereksiz bir sohbete mahkum olmuşsunuz. “Ayıp olmasın” adına yüzde tebessüm, kafa sallamalarla, “Öyle mi?/Ne güzel!/Eee sonra?” cevaplarıyla ne gecelerin ziyan olduğunu bilirim. Şahsen üfürükten teyyare/haybeden gerçek ayaküstü konuşmaları karın ağrısı/vakit kaybı olarak görüyorum. Peki nasıl kurtulacağız? Çözüm basit ve net: Uzaktan bir selam/sıcak bir göz kırpma sosyalleşmelerin en güzeli.
Sokağa sosyalleşme/görünmek/ ‘halkı’ selamlamak adına çıkan

Yazının Devamı

PAZAR SÖRFÜ: BU SiTELERi TIKLAMADAN GEÇMEYiN

3 Nisan 2011

Bu pazar parti parti dolaşmaca, sokaktan bildirmece yok. Bilgisayar karşısında geçen bir hafta sonu sonrası radara takılanlar: Online dergiler, yeni model iş bulma siteleri ve dillen-dirilmeyen sosyal yara için ‘ter’ döken bir site!

EN ‘ŞiZOFREN’: capamag.com

Çapa ekibi dijital dergi işine de el atınca “Aman, eksik kalmasınlar” dedim, “Ciddi ciddi dergici olmuşlar” dediler. “Hevestir, gelip geçer” dedim, “Dergide kim ararsan var” dediler. “Yemeğe gelene ayaküstü röportaj yapıyorlardır, abartmayın” dedim. Dedim de dedim, şimdi de şu ana kadar çıkan üç sayının üzerine tüm dediklerimi kendim yedim! İşi ciddiye almışlar, piyasadaki dergilerden farksız, bildiğin dergi çıkarıyorlar. Her sayfası üzerine ayrı çalışılmış, kafa yoğrulmuş derginin gayet ‘light’ duruşu, pop tadı, Demet Akalın havası var. En klişe ağızla, “Türünün meraklılarına” diyerek noktalayalım.

EN HAVALI TURiST: theguideistanbul.com

Yazının Devamı

BiR FOTOĞRAF ÇEKTiREBiLiR MiYiZ?

29 Mart 2011

Kırmızı halıya karşı tuhaf fobilerim var. Ayağın takılıp düşebilir, yanından geçen dünyaca ünlü bir yıldızın eteğine basabilirsin. Kafamda yazdığım felaket senaryolarını say say bitmez. İnsanın daha edepli/kontrollü durmaya çalıştığı an sakarlığı tutar ya, işte öyle bir şey. Şanslıyım ki işimin kırmızı halıda yürümek, patlayan flaşlar karşısında kıpırdaman poz vermek gibi zorunlulukları yok.
‘Jameson Empire Awards’ için Groosevenor Hotel’in önünde, kırmızı halının başında, derin bir nefes almış sıramı bekliyorum. Empire Awards, rahat, cool ve mizah tarafı keskin ödül törenlerinden. Önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa bakıp, sinyalleri çakıp kırmızı yola çıkıyorum. Koşar adım, kimseyle göz göze gelmeden bitiriyorum kırmızı yolu. Arkadan potansiyel suçlu damgası yemiş olabilirim. Hemen arkamdan Özge Özpirinççi- Engin Altan Düzyatan çifti geliyor. Son derece rahat ve neşeli bir halde yürüyorlar. Nasıl bir oyuncu karizması yayıyorlarsa...

Gazetecilerin derdi
Bu tarz ödül törenlerinin gazeteci için tek bir amacı var: Ünlü bir ismi köşede sıkıştırıp, ayaküstü röportaj çıkarmak. Yanak yanağa fotoğraf eşliğinde tabii.
İlk heyecan dalgasının sebebi Kiera Knightly.

Yazının Devamı

‘HAP’ KONUŞMALAR, 60 SANiYELiK FiLMLER

27 Mart 2011

Farkında mısınız? Hayatımız artık kesit karelerden, spot yazılardan, tweet’lerden, ‘özet geçme’lerden ibaret. Derdini kısa ve net bir şekilde anlatabilen yarışı kazanıyor
Modern hayatta her şeyin net, sade ve kısa olanı makbul Kimse uzun cümleler kurmuyor, kalın kitaplar okumuyor, uzun filmler izlemiyor. Çevremdekilere bakıyorum. Herkes ucundan da olsa ‘zaman takıntılı’ olmuş. Bir nevi hastalık. Belirtileri kişiye göre değişiyor. Eski bir kız arkadaş mesela, filmin ismine, cismine bakmadan arka kapağını çevirip, filmin süresine bakardı: “164 dakika mı? Çok uzun aşkım, biliyorsun gelemem ben öyle filmlere.” Yakın bir arkadaşımın “Oğlum, o kitap çok kalın. Gözümde büyür. Okuyamam. Yarıda tıkanırım ben.” dediğini çok duymuşumdur. Yüz buruşturma, Sayın Okur! Bunlar en azından kendine yalan söylemeyen, içi dışı bir insanlar... Gündemi Twitter’dan, Facebook’tan takip edenlerin de gizli sebebi belli: Hap/özet bilgi almak. Ayrıntılarda boğulmadan, zamana yenik düşmeden, yaşayıp gitmek...
Öğütmeye programlı, ‘hap’ bilgilerle/sohbetlerle ayakta duran yaşam stilinin tam ortasındayken merak etmeden duramıyorum: Bu ne acele? Bu koşturmaca, sürekli bir “Geç kaldım” halleri nereye kadar

Yazının Devamı

SERGi AÇILIŞLARINDAN iNSAN MANZARALARI

22 Mart 2011

Galerilerin yeni müdavimleri, müzelerin design shop’larında saatlerce alışveriş yapan, sevgili için en seksi mesleği galeri sahibi olarak ilan eden, bir zamanlar IKEA’dan aldığı tabloları bugün tavan arasında tozlanmaya bırakanlar
Hüseyin Çağlayan’ın 'Üzgünüm Leyla'sı, Arslan Sükan’ın 'Sen Uyurken'i, Emel Kurhan’ın 'Devinimsiz Seyehat'i. Sergi açılışlarını fırsat bilip galerilere bu kez yeni insan manzaraları için gittim. Durum vahim. Adabıyla sosyalleşen, gülüşü kibar, bakış açısı zarif, ağzından küçük harfler dökülen sergi açılışlarının, galeri davetlerinin her tarafından incelik akan insanları köşeye çekilmiş, meydanı yeni şehirli entellektüellere bırakmış. Hüseyin Çağlayan ile ‘Vög’ sayesinde tanışan, New York’ta Moma’da; Londra’da Tate Modern’de sergi alanında sayılı dakikalar geçirirken, müzelerin design shop’larında saatlerce alışveriş yapan, sevgili için en seksi mesleği galeri sahibi olarak ilan eden, bir zamanlar IKEA’dan aldığı tabloları bugün tavan arasında tozlanmaya bırakanlar galerilerin yeni müdavimleri. Kalabalığa karıştıkça farklı sanatseverlerle tanışıyorum. İz bırakan kare asları sizlere tanıştırmaktan onur duyarım:
‘It’tirilmiş girl: Gözünde sergi

Yazının Devamı

TiMUÇiN ESEN KONSERi Mi KADINLARI MATiNESi Mi?

20 Mart 2011

Babylon’da Timuçin Esen konseri (ya da kadınlar matinesi): Esen, sahneye çıkana dek geceye dair şüphelerim had safhadaydı. Etrafımı sarmış 35 yaş üstü kadınların fazlalığı karşısında “Kadınlar matinesine düşmüş olabilir miyim?” korkusuna kapıldım. Hani kadınlar matinesi de form değiştirmiştir, kocayı işe, çocuğu okula postalayıp öğle vakti çakkıdı çakkıdı oynamaktan çıkıp Babylon’da bir geceye dönüşmüştür... Neden olmasın? Çıktım, kapıya baktım; Timuçin Esen konser afişini görünce iyice rahatladım. Sevgilinin kolundan çeke çeke getirdiği tek tük erkekleri saymazsak Babylon’u Timuçin Esen hayranı kadınlar doldurmuştu. Dağınık saçları, derli toplu şarkıları ve elinde viskisiyle kadınları ‘mest’ ettiği konser sonrası bir ara çıkış kapısını karıştırdıklarını zannettim. Baktım herkes tek kapıya yöneliyor, ben de kadın ordusunu takip ettim. Kapının sonu meğer Timuçin Esen’in kulisine çıkıyormuş. (Beyler, Esen’in canlı performansı, stüdyo kaydından da iyi. Tüm ‘erkekler’ toplanıp gidin.)
Markiz’de AdIdas partisi (ya da stüdyodan çıkma kokteyller): Tam da Markiz gece haritasından çıkmışken Adidas, pasajın üst katlarında havalı bir parti verdi. Müziği, enerjisi, stili yüksek partinin

Yazının Devamı

BiR BAŞINIZA GECE GEZMELERi

15 Mart 2011

İnsan tek başına gece çıkıp o bar senin bu bar benim gezemez mi? Bir gruba aidiyet duygusundan yoksun, tamamen kendi kendine eğlenmek. Böyle bir kare mümkün müdür? Denedim, gördüm
Gece neden çıkıyorsunuz? O bar senin, bu kulüp benim gezmelerinin altında ne var? Görmek, görülmek, poz vermek, sevmek, sevişmek, içmek, dans etmek, tepinmek, biraz daha içmek, yerlere yuvarlanmak... Peki, hiç ‘kendiniz’ için dışarı çıktığınız oldu mu? Kendinizden zaman çaldığınız, başkaları için içip eğlenmediğiniz, tüm eşten dosttan sevgiliden sevgili adayından (hatta aday adayından!) yoksun, onun partisi bunun doğum günü programı etkisi altında kalmadan, bir başınıza paşa gönlünüz ne isterse yaptığınız bir geceden bahsediyorum.
Gece öncesi hep bir plan/program hali... Nereye gidiyoruz? Kaçta? Kim kim? O gelmesin, bu gelsin; orası kasmaz, burası kasar... İnsan daha kapıdan dışarı adım atmadan kendinizi tükenmiş, yorulmuş hissediyor. Üzerine bir de gece boyunca bitmek bilmeyen “Kim, nerede, kiminle?” telefon trafiğini ekleyin. İnsanın bazen sosyalleşme şalterini indiresi, pili bitmiş telefonu şarj etmeyesi, kafasına eseni yapası gelmez mi? Tüm bu trafikten bitap düştüğüm bir gece aklıma takıldı:

Yazının Devamı

GECE HAYATINA ‘AKILLI’ TELEFON DARBESi

13 Mart 2011

‘Akıllı telefonları’ flörtleşme anlarına vurulan büyük darbe, sosyalleşme mekanlarına atılan fitili çekilmiş bir bomba olarak görüyorum.

İnternette mail ortamında, facebook statülerinde dolanan meşhur bir laf var: “Life was much easier when Apple and Blackberry were just fruits.” Apple ve Blackberry’nin sadece meyve isminden ibaretken hayatın ne kadar da kolay olduğundan dem vuruluyor.
Teknolojik devrimin kıyısında, iPad/iPhone gibi aletlerin esirinde 2000’li yıllardan geleceğe düşecek deyişler/özlü sözler buna benzer olacak. “Akıllı telefonlar bizi aptallaştırıyor mu?”, “Hayatımızı kolaylaştırması, yükümüzü hafifletmesi filan gerekmiyor muydu?” gibi suallerle süslü, ne kadar faydalı ayrı bir tez konusu. Beni rahatsız eden durum restoranda, barda, kulüpte o ‘sosyalleşme’ anlarında, insanların kafasını akıllı telefonlarına gömmesi. Malum, yapacak iş çok: Mekana girdin, önce tweet’le bakalım. “@çinkodisko” diye yazdın mı? Güzel. Şimdi fotoğraf zamanı. Popçu Ayşe ya da topçu Mehmet, artık kimi yakalarsan, yapış yanağına, çek yanak yanağa bir fotoğraf, at twitter’a/facebook’a.
‘Akıllı telefonları’ flörtleşme anlarına vurulan büyük darbe, sosyalleşme mekanlarına atılan fitili

Yazının Devamı