Alper Hasanoğlu

Alper Hasanoğlu

alperh@therapiagroup.com

Tüm Yazıları

Şiddetin bu kadar yoğun bir şekilde hayatımızın içine girdiği, hatta şiddetin “Zeitgeist”

İnsanlık tarihi ve thanatos
olarak tanımlanabileceği zamanlardan geçiyoruz. Peki insan hep böyle miydi? Hep birbirimizi kesmek, yok etmek üzerine kurulu bir insanlık düzeni mi vardı? Eğer öyle değilse, şiddetin başat özellik olmasına ne ya da kim neden oldu?

Antropolojik bir okuma yaptığımızda Homo sapiens’in hep böyle şiddet odaklı yaşamamış olabileceği olasılığıyla karşılaşıyoruz. İnsanlık tarihini Mısır ve Sümerlerle başlatmayıp daha geriye gittiğimizde başka bir resim çıkıyor ortaya. Bir kere 150 bin yılın son 6-7 bin yılı hariç esas olarak avcı toplayıcı kabileler halinde yaşamış atalarımız. Avcı ve toplayıcılık yaparak yaşamını sürdüren bu 20-30 kişilik gruplar yiyeceğe kolayca ulaşabilecekleri verimli toprakları arayıp bulmuşlar hep. Avcı toplayıcı diyoruz ama yediklerinin büyük bir bölümünü kolayca ulaşabilecekleri sebze ve meyveler oluşturuyordu. Yiyeceklerinin yüzde 20’sini ise tesadüfen buldukları ya da avladıkları hayvanlar oluşturuyordu.

Haberin Devamı

Romantik bir tablo

Yiyeceğe ulaşmak ve karınlarını doyurmak dışında iş diye tanımlayabileceğimiz bir uğraşları olmadığından da mesaileri haftada 12-16 saat kadar tutuyordu antropolojik verilere göre. Diğer zamanlarını çoğunlukla öylece durarak ya da çocuklarıyla oynayarak, sohbet ederek, şarkı söyleyerek ve sevişerek geçiriyorlardı. Mülkiyet yoktu. Su içmek için iki farklı kaba ihtiyaç duymuyorlardı ve bu nedenle de birbirlerinin su kaplarına sahip olmak için kavgaya tutuşmuyorlardı. Birbirlerine şiddet uyguladıkları yönünde çok açık antropolojik ve arkeolojik bulgu yok elimizde. Bu arada, birçok erkeği rahatsız edebilir şimdi yazacağım şey ama kadınlar da erkekler gibi istedikleri erkek ya da kadınla cinsel ilişkiye giriyordu. Kimse kimseyi bu anlamda sahiplenmiyordu.

Peki hiç mi şiddet yoktu? Aslında vardı, evet. Yukarıda çizdiğim tablo çok romantik, pek de gerçekçi olmayan bir tablo. Birçok antropoloğa göre, şiddetin neredeyse hiç olmadığı topluluklar olduğu gibi, az ya da çok şiddetin olduğu topluluklar da var insanlık tarihinde. Ama bu şiddetin boyutu son 6 bin yıl içinde olan kadar olmamış hiçbir zaman.

Haberin Devamı

Peki 6 bin yıl önce ne oldu? Olan şey şu: İklim değişikleri, nüfusun artması gibi nedenlerle avcı ve toplayıcılık beslenme için yeterli olmamaya başladı ve atalarımız yavaş yavaş ekip biçmeye, yani tarım yapmaya başladılar. Tarım yapmak alet edevata sahip olmak, biçtiğimiz ekini saklamak ve bunları başkaları almasın diye korumak demekti. Bu da fizik gücün ön plana çıkması, yani erkeğin rolünün kadının rolünden daha önemli olmaya başlaması demekti. Biriktirip sakladıkça bunu bizden sonraki kuşaklara bırakmak gibi bir derdi de ortaya çıktı erkeğin. Bıraktığı kişinin kendi çocuğu olduğundan emin olmak istiyordu ama bu nasıl mümkün olacaktı ki? Kadın istediği erkekle sevişiyordu ve henüz DNA testinin bulunmasına çok zaman vardı. Bu durumda tek yapılacak şey kadına kendinden başka bir erkekle sevişmesini yasaklamaktı ve bunu da zor kullanarak yaptı erkek.

Haberin Devamı

Zor kullanmak yetmediği için dinin de kadının kocası dışında biriyle sevişmesini yasaklaması gerekti. Erkeğin kadına, çocuğa, köleye, diğer erkeklere şiddet uygulamaya başlaması, tarım toplumuna geçişle birlikte ataerkil düzenin hakim olması ve mülkiyetin ortaya çıkmasına dayanır kısacası. Ve böyle böyle geldik bugüne. Bütün savaşlara bakın, hepsi insanın sahip olduğundan daha çoğunu elde etmek istemesi yüzünden çıkmıştır.

İnsanlığın arayışı

Bu antropolojik gözlem ve yorumun yanında psikolojik bir komponenti de var tabii ki meselenin. Freud eros ve thanatos’tan bahseder “Haz İlkesinin Ötesinde” adlı eserinde. Eros yaşama dürtüsü, thanatos ise ölüm dürtüsüdür. Freud bu iki zıt dürtünün birbiriyle çatışma halinde olduğunu söyler. “İnsan hayatın düzensizlik ve belirsizliğinden kurtulmanın yollarından biri olarak inorganik ve dolayısıyla stabil bir hale geçişi, yani ölümü de arzular” diyor Freud. Wilhelm Reich ve Otto Fenichel gibi Marksist psikanalistlerin şiddetle karşı çıktıkları ve benim de kafamda bir türlü netleştiremediğim bu ölüm dürtüsü konseptine artık inanmaya başlıyorum sanırım. O ya da bu nedenden dolayı bu kadar karmaşık, kaotik, güvensiz ve sevgisiz hale gelmiş bir dünyada insanlık, varoluşunu yok olmakta aramaya başladı sanki. Kendini yok edip inorganik hale geçerse sonsuza kadar stabil bir “oluş”u garantilemiş olacak insanoğlu.

Bu konuda felsefi ve mitolojik olarak söylenecek daha bir sürü şey var. Belki haftaya ölüm tanrısı Thanatos’u neden baş köşeye oturttuğumuzu tartışmaya devam ederiz. n