Alper Hasanoğlu

Alper Hasanoğlu

alperh@therapiagroup.com

Tüm Yazıları

Yıl 1886. Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy’un beş yaşındaki oğlu Aleksis öldü. Günümüze kıyasla çocuk ölümleri daha sık görülüyor olsa bile bu bir evlat ölümüydü ve hayatı sorgulamamak mümkün değildi. Tolstoy da aynı yıl “İvan İlyiç’in Ölümü” adlı kısa ama dev eserini kaleme aldı.

O yıl Amerikalılar Coca-Cola’nın formülünü geliştirmişler ve tatlı bir gazozun içine biraz koka ekleyerek dünyayı başka bir pencereden görmeye ve değiştirmeye hazırlanıyorlardı. Kokain henüz bir uyuşturucu olarak görülmüyordu. Birkaç yıl sonra Viyana’da Dr. Sigmund Freud depresyonunu ve çekingenliğini kokainle bastırmaya çalışacaktı. İngiliz yazar Stevenson ise “Dr. Jekyll ve Bay Hyde’ın Tuhaf Hikayesi”ni yayımlamış, insanın içinde gizli kalmış kötülüğün ortaya çıkmak için neler yapabileceğini anlatıyordu.

Haberin Devamı

Ölümün kıyısında hayat

Birkaç yıl önce Rus çarına suikast düzenlenmişti. Abdülhamit korku içinde eski sadrazamı Mithat Paşa’yı boğdurmuş, İngilizler Mısır’ı işgal etmiş, Burma, şaka gibi, Kraliçe Viktorya’ya doğum günü armağanı olarak verilmişti. Günümüzden hiçbir farkı olmayan bir çılgınlık çağı yaşanıyordu. Belki de insanın en büyük laneti aklıydı. Kendisine fazla gelen ve nasıl kullanacağını bilmediği aklı.

Bu arada Karl Marks ölmüş, Benito Mussolini doğmuştu.

En güzel kızı seçti

Kontun kitaptaki kahramanı İvan İlyiç, 19. yüzyılın bu ağır ve şiddet dolu ortamında Rus kentsoylularına dahil olup kendi haz dünyasını yaratmayı başarmış bir yargıçtır. Tolstoy, Ivan İlyiç’i ve geldiği sınıfı şöyle tanımlar: “Doğru düzgün bir iş beceremeyecekleri apaçık ortada da olsa (...) sırf dahil oldukları toplumsal sınıf sayesinde (...) insanları çeşitli mevkilere getiren (...) ve onlara düzmece görevler (ve hakiki paralar) veren türden kariyer sahibi bir memurun oğludur.”

İvan İlyiç de babasının kendine açtığı bu kolay yoldan gitmeyi tercih eder ve “dostane ilişkileri” sayesinde hızla yükselir. Her şeyi yalnızca yapması gerektiği gibi yapan, güzel giyinmesi gerektiği için güzel giysiler satın alan, o zaman öyle gerektirdiği için etrafıyla duygusal ilişkiler de kuran, bedensel zevklere düşkün, kibirli, toplumsal konumunu korumak için ne yapması gerektiğini bilen akıllı bir genç adamdır: “Sineğin ışığa gelmesi gibi, toplum içinde yüksek yerlerde olan kimselere yakınlaşmaya çalışır, onların yanlarına kabul edilmek için yollar arar, onların dünya görüşlerini benimser, onlarla dostluk ilişkileri kurmaya çabalardı.”

Haberin Devamı

Bir gün neden evlenmediğini sordu kendine ve zamanın geldiğine karar verdi. Etrafında ona layık olan en güzel kızı seçti ve evlendi. Çocukları da oldu. Gerçi bütün odalar çocuk ağlayışlarıyla dolduğunda karısı ve çocukları sıkıcı varlıklara dönüşmeye başlamışlardı. Yine de hayat sürmesi gerektiği gibi sürüyordu: “Her şey temiz ellerle, tertemiz gömlekler içinde, Fransızca sözcüklerle, en önemlisi de, en üst düzey insanlar arasında, dolayısıyla, üst düzey insanların onayıyla yapılıyordu. (...) Gerçekte İvan İlyiç’in yaptığı, pek zengin olmayan, ama zenginlere özenen (bu yüzden de birbirlerine çok benzeyen) insanların yaptıklarının aynısıydı: (...) Bilinen tür tüm insanların, bilinen öteki tür insanlara benzemek için edindikleri her şey.”

Haberin Devamı

Ama olmayacak bir şey oldu ve İvan İlyiç ölümcül bir şekilde hastalandı. Oysa ölüm hep başkası içindir böyle insanlar için. O sıradan bir insan değildi ki: “Her zaman öteki insanlardan değişik, bambaşka bir yaratıktı İvan İlyiç.” Ölümün hakikat haline gelmesi ve gün gün ölüme yaklaşması, hayatını nasıl yaşadığını sorgulamasına neden olur.

Çok geç olacak

“Evlilik... Ne büyük yanlışlık, ne büyük bir hayal kırıklığıydı. (...) Sonra bu ölü, durgun görev, para sıkıntısı, böyle geçen bir yıl, iki yıl, on yıl, yirmi yıl... Hep birbirinin benzeri yıllar. Giderek daha da ölüleşen dünya. Düzenli olarak dağdan aşağı iniyormuşum da, yukarı çıkıyorum sanıyormuşum sanki.” Anlamın, değerin kendine yer bulamadığı, yalnızca maddi hazlardan inşa edilen hayatının boşluğunu ve sahteliğini fark etmek müthiş bir ölüm korkusuna neden olur İvan İlyiç’te. Ölüm karşısındaki tepkimiz etik bir yaşam sürüp sürmediğimiz ile yakından ilgilidir çünkü. İvan İlyiç’in kafasında da hayatının son günlerinde şu düşünce belirir: “Belki de ben yaşamam gerektiği gibi yaşamadım.”

Meydanlarda toplanıp “İvan İlyiç’in Ölümü” kitabını birlikte okusak mı? Hayatın nöbetini tutsak ve ölüm gelmeden nasıl yaşamak gerektiği konusunda kendimizi ve birbirimizi sorgulasak... Ölüme değil, yaşamaya mahkum ederek insanlığı. Çünkü sonra çok geç olacak ve İvan İlyiç’in de kendine sorduğu şu sorunun hiçbir anlamı kalmayacak insanlık için:

“Niçin? Bunca korkunç şeyin nedeni neydi?”