Aslı Aydıntaşbaş

Aslı Aydıntaşbaş

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bazen hayat, sizi umulmadık bir yerlere savurur. Bir trafik kazası, sürpriz bir karşılaşma ya da olmadık bir zamanda gelen bir telefonla, kendinizi repliklerini hiç bilmediğiniz bir film karesinde buluverirsiniz. Birkaç hafta önce de başıma gelenleri de ancak böyle açıklayabiliyorum...
Yazın, Kilis’te sınırı geçip Milliyet’ten fotomuhabir Ozan Güzelce’yle birlikte Suriye’ye girdik. Verimli bir geziydi. Sınır bölgelerindeki çatışma hattını, yıkılan binaları, camileri, farklı kesimlerden gelen muhalifleri, sınırın öte yakasında Türkiye’ye girmeyi bekleyen mültecileri tanıdık. Büyük bir yıkıma uğramış sınır şehri Azaz’ı ziyaret ettik.
Gazeteci demek, haber kaynağı demek. O gezide tanıdığım birçok kişi ve Antakya’da, Kilis’te, Halep’te Esad rejimine karşı mücadele içinde yer alan aktivist ya da muhaliflerle irtibatı koparmamaya çalıştım. Suriye’de 2 yıldır devam eden halk ayaklanması, üniversite öğrencisinden, İslamcısına, politikacısına, generaline, muhalefet liderine, hatta kemancısına kadar farklı kesimleri içeriyor. Çoğu da sadece bir telefon mesafesinde...
Birkaç hafta önce Kilis’te bize rehberlik yapan Abu Sacit isimli genç muhaliften bir telefon geldi. Abu Sacit, sayılsa da kafası berrak, Esad sonrası Suriye’nin geleceğinde demokrasi ve insan hakları görmek istediğini söyleyen genç bir İslamcı. Antakya’dan arıyordu. Halep’te üniversite arkadaşının kolunun keskin nişancı (‘sniper’) tarafından parçalandığını, ilk müdahalenin yapıldığı Halep’teki Şifa Hastanesi’nin rejim tarafından bombalandığını, Antakya’daki devlet hastanesinin yeterli olmadığını, Gaziantep devlet Hastanesi’nde ise ortopedist bulamadıklarını söylüyordu. “Arkadaşım Abu M.’nin eli iyice şişti. Halep’teki doktor bombardımanda öldü. Senden başka Türkiye’de çok tanıdığımız yok. Bize Gaziantep’te bir özel hastanenin ismini verdiler. Lütfen arayıp bu ameliyatı kaça yapacağını sorar mısın?”
Garip bir durum. Hele de bir gazeteci açısından. Bir yandan haber kaynaklarına mesafeli durma ihtiyacı, diğer yandan 21 yaşında bir gencin kolunu kaybetme riski... İnsanlık ve gazetecilik arasında siz neyi seçerdiniz?
Neyse ki bu gezegen, her şeye rağmen iyilerle dolu. Çaresizlik içinde telefona sarılıp akıl danıştığım ortopedist dostum Hakan Tüfekçi, Abu M.’nin semptomlarını dinledikten sonra acilen İstanbul’a gelmesini istedi. Bağlı olduğu İstanbul Cerrahi Hastanesi, aslında Nişantaşı’nda bir butik hastane. Orada ilk muayenesini yapan el cerrahisi uzmanı Dr. Ersin Nuzumlalı genç Suriyelinin pansumanını açınca, gözlerine inanamadı. Ben de inanamadım. Halep’teki hastanenin ilkel koşullarında, genç adamın koluna, 10 santimi dışarıya fırlamış olmak üzere 35 santimlik bir demir çubuk takılmıştı. Dirsekten fırlayan bir demirle yaşadığınızı düşünün...
Hastane, hemen harekete geçti. Karşılarındaki Suriye denkleminin neresindedir; Sünni mi, Alevi mi, Baas’çı mı, muhalif mi, sormadılar bile. Doktorlar açısından sadece kolunu kaybetmesi an meselesi olan genç bir adam vardı karşılarında.
İstanbul Cerrahi’nin CEO’su Gediz Balkanay, bu durumda bir hastayı sokağa atamayacaklarına karar verdi. Ertesi gün ortopedist Deniz Algün, Halep’te takılan o koca demiri başarılı bir ameliyatla çıkardı. İki gün sonra taburcu edip, bir ay sonra ikinci ameliyat için yeniden gelmesini söylediler.
Birçok kişinin Suriye halkına yardım amaçlı ‘Bir Ekmek Bir Battaniye’ gibi kampanyalara katıldığı bu günlerde, bu hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim. Neden? Çünkü iyilik dediğimiz şey bulaşıcı, cesaret verici ve takdire şayan olduğu için...