İzmir’de doğdu doğmadı; diyorum ki Homeros bir kez olsun İzmir’de, sahilde oturmuş, batan güneşi seyretmiştir. Gözleri görüyor muydu görmüyor muydu o da muamma ya, diyorum ki muhakkak gönül gözüyle görmüştür.
Ben küçükken anneannem İzmir’in Karşıyaka’sında, Bostanlı’da otururdu. Evinde dev bir şövale vardı, üzerinde de dev bir tuval. Dayımın yıllarca gide gele yaptığı ‘flamingolar’ resmi evin o köşesinde daimi bir dekor olarak durur, bir gün bitirilmeyi beklerdi. Ben de ortalarda kimse yokken, elime fırçaları alır, sanki kendim boyuyormuşum gibi aşağı yukarı hareket ettirirdim.
Bu resme ilham veren flamingolar çok yakınımızdalardı o zaman. Akşamları dayımın eve gelmesini dört gözle beklerdim, çünkü hayata bir sanat eseriymişçesine bakan bu ince ruhlu adam beni ve abimi alır flamingoları seyretmeye götürürdü. Öyle arabayla falan değil; evden çıkardık, sola dönerdik, bir beş dakika yürürdük ve flamingoların kanatlarından daha pembe gün batımını seyrederdik.
Flamingoları takip
Hanidir orada Mavişehir Flamingo Evleri var. Denizi doldurdular, flamingoları kovdular, yerlerine uzun uzun binalar kondurdular. Trajik bir durum. Öleceğimi bilsem oradan ev alıp anılarımın üzerinde oturmam. Ayrıca bugün o evlerde oturan çocuklar flamingo nedir diye sorsanız onu da bilirler mi şüphe ederim.
Sonra bir baktım flamingolar Aliağa’da. Kuzenlerimden biri arkasından kovalarcasına yaklaşan inşaatlardan kaça kaça soluğu Aliağa’nın köylerinden birinde almış. Evinin önünde bu ince uzun kuşlar; sabah onlarla kalkıyor, akşam onlarla yatıyor. Genler aynı değil mi, bu sefer o da fotoğraflarını çekmiş. İyi de etmiş. Zira bir gün bu görüntüler de sadece hatırlarda ve fotoğraflarda kalacak. Bir gün orada da flamingo evleri dikilecek diyemeyeceğim bile, çünkü halihazırda var. Pelikan evleri, flamingo evleri, martı evleri.
Zaten Aliağa gözden çıkartılmış bir yer gibi gelmiyor mu size de? Belki de hiç gitmediniz, görmediniz, bu yüzden işin vahametini anlayamıyorsunuz. Bir çöplük, bir kirlilik abidesi. Kendisini bitirdiği gibi etrafında da güzel, doğal ne varsa hepsini yok eden bir ucube. Radikal gazetesinden Serkan Ocak yazmış, dünyanın kullanılmayan, hurdaya çıkmış gemilerini parçalara ayıran, artıklarını da bertaraf eden dört ülkeden biri Türkiye. Gemi söküm merkezleri Aliağa’da.
Dev çöplük
Zannetmeyin ki bu kirlilik öyle kıyıda köşede kalmış. İzmir’den Aliağa’ya giderken çirkinlikten çirkinlik beğenin. Tüten bacalar mı istersiniz, alev alev yanan gemiler mi? Griye, pis havaya mı susadınız, geçin oralardan demir çelik fabrikasının ihtişamını seyredin. Yazın köyde serin serin uyurken birden tuhaf bir koku, yağ ile karışık çelik kokusu yaksın genzinizi. Siz hala iyimser olmaya çalışın, yok canım bu koku oradan gelmiyordur diye. Evet, oradan geliyor! O fabrikalardan tüten dumanlar Foça’ya, Karşıyaka’ya, Bornova’ya kadar gidiyor.
Oldu olacak dediler, Aliağa’yı, körfezini ve civarını zaten bitirdik, bir de termik santral yapalım, tam olsun. Yoook, bir pisliği olmayacakmış, havaya suya zararı yokmuş. Denize verecekleri su sadece bir iki derece daha sıcak olacakmış o kadar. E canım, zaten kuzey Ege’nin denizi soğuk diye şikayet ediyordu sıcak severler, o sorun halloluyor böylelikle.
Oralarda Gencelli diye bir sahil beldesi vardır, onun bitişini günbegün gören birinin kalbi nasıl ağrımaz bilmiyorum. Kirin, pasın arasında sıkışmış kalmış, can çekişen bir kıyıcık. Hani gelecek filmleri vardır, bütün dünya yanmış bitmiş kül olmuş. İşte o film canlı İzmir’de oynuyor. Bu cuma, her cuma, her seans. Mutlaka görün!