Sabah 8.30. Bir tarafta Müge İplikçi otelin arkalarında bir masa bulmuş, harıl harıl yazı yazıyor, öteki tarafta Mehmet Yaşın internette birtakım araştırmalar peşinde.
Fethiye Çetin ile diğerlerinden daha erken olan uçuşumuza gitmek için acele ediyoruz. Yazarlığının yanı sıra avukat olarak memleket için öyle önemli işler yapıyor, öyle çile çekiyor ki sekiz saat süren çenem ona vız gelmiş olabilir.
Bir gece önce Mario Levi, sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da edebiyat dünyasının ayrılmaz bir parçası haline geldiğini fark ettiğim Nermin Mollaoğlu, ekibi ve benim İngiltere’deki yayıncımla beraber bir Lübnan restoranında çok geç bir yemek yiyoruz. Mario Levi sadece panellerde değil, saat kaç olursa olsun güzel konuşuyor. Kendini dinletiyor. Ağzından öylesine bir şey çıktığını duymak mümkün değil. Ayrıca gerçek bir centilmen.
Yaramaz Oya Baydar
O yemekten önce Victoria Albert Müzesi’nde British Council davetindeyiz. Yok yok, herkes orada. Ece Temelkuran saç rengini, tarzını değiştirmiş, bir afet olmuş. Aklı fikri, yeteneği ortada, söyleyecek söz yok, ama iyi de bir dost.
Görünmez kaza, boynumu yaktım, Murathan Mungan sağolsun alaka gösteriyor. Kocakarı ilaçlarını iyi bilirmiş, zencefilin türlü faydasını anlatıyor, ayriyeten yanında ecza dolabı gibi çantayla gezermiş. Şiirlerini biliyordum da bu huyunu bilmiyordum.
Bir öğlen vakti Oya Baydar, İnci Aral, Müge İplikçi ile beraber bir ‘beer garden’a, yani birahanenin açık hava olanına oturuyoruz. Baydar’ın içinde yaramaz bir kız çocuğu var bana göre. Hayata bağlı, her dakikasını seven. Patates kızartmasına bayılıyor, bizi de yoldan çıkartıyor. İplikçi onu çok komik buluyor, hep gülüyor. Gülmeyi seven bir kadın zaten, belli. Ayrıca karıncayı incitemeyecek kadar hassas olduğunu anlamak için beraber aylar geçirmeye gerek yok.
İnci Aral yanında huzur duyulacak, samimi, yazar kimliğiyle günlük hayattaki kimliğini birbirinden ayırmayı başarabilmiş ender edebiyatçılardan. Dürüst de. İnsan ona ne düşündüğünü gerçek düşüncesini duymak istemiyorsa sormamalı.
Bejan Matur ile ilk kez karşılaşıyorum. Cüneyt Özdemir ile Bay Deki’ye biraz ters bakmış galiba. Bana ters bakmasını gerektirecek bir durum yok, dolayısıyla biz enginardan konuşuyoruz. Evet, yine enginar. Bejan Matur’a söz verdim, gelecek enginar yiyeceğiz. Her gün muhakkak biraz yermiş. Bakın onun hakkında bunu bilmiyordunuz herhalde.
Murat Menteş’i severek okuyorum. Her haliyle orijinal buluyorum. Kendisine bunu anlatmaya çalıştım, bir türlü beceremedim. Ne dediysem yok öyle değil dedi. Anneannem sendromundan muzdarip. O da böyleydi, katıldığı konulara bile yok değil diyerek başlardı. Kendimi okuduğum kitabı bilmiyormuşum gibi hissettim, ama beyefendiliğine beş yıldız verdim.
Hemingway’den neyimiz eksik?
Barış Müstecaplıoğlu’nu hem yazar hem insan olarak seviyorum. Dört dörtlük bir adam. Bilmeyen varsa, duysun. Gezi boyunca İnci Aral’a kavalyelik etti.
Hakan Günday ile şükür tanıştık. Doğan Kitap’ın Notting Hill’de verdiği yemekte. Eşimden duyuyordum çok düzgün adam diye, bende de o intibayı bıraktı. Gül İrepoğlu daima insana iltifat ederek sevindiren, gönlünü okşayan zarif bir kadın. Bir dobralığı da var hoş. İkisi bir arada iyi gidiyor.
Aaa... Fatih Erdoğan’ı unutmamalı. Aslında hepimizin kulakları açıp dinlememiz gereken yazar. Geleceğin okurları olan çocuklara kitaplar yazan Erdoğan’a hakikaten kulak verecek olursak edebiyat kurtulur gibime geliyor.
Hemingway, Fitzgerald, Joyce, Pound, Stein nasıl beraber gezer tozarsa biz de öyle yaptık. Güzel şeymiş vesselam, onu anladım.