Geçtiğimiz hafta Londra Kitap Fuarı’ndayken Elif Şafak’ın açılış konuşmasına denk geldim. Solak doğduğundan fakat sonraları etrafındaki büyüklerden gördüğü baskılarla sağ eline geçiş yaptığından bahsediyordu.
Açılış ile pek alakası olmayan konuşmanın bu bölümü iki sebepten dikkatimi çekti. Birincisi konuya daha önce de değinmiş olmasıydı. Çok değil, beş altı ay evvel yazdığı bir makalesinde aynı şeyden bahsediyordu. İkincisi ise benim de solak olmamdı. Onun deneyiminin aksine ben de 70’lerde doğmuş olmama rağmen ailemden herhangi bir baskı görmedim. Kimse elime falan vurmadı. Zaten abim de solaktı, iki kardeş yan yana kollar birbirine çarpmadan ders çalışabilmenin huzuruyla büyüdük.
Üç harfliler
Yalnız bir kez bir müdahaleyle karşılaştım. Yıl 1981’di, gün ise yalan olmasın ama galiba 23 Nisan’dı.
Hemen hemen her ailede bir Hacı babaanne vardır. Bu babaanne illa ki özbeöz babaanneniz olmak zorunda değildir, birinin büyüğüdür de siz de ona öyle hitap edersiniz. İşte ben de o gün bu Hacı babaanneyle bir öğlen yemeği yiyordum. Kalabalıktık, pek çok çocuk vardı. Çocuk bayramı diye bizlere böyle bir ortam hazırlanmıştı yanlış hatırlamıyorsam.
İsmini asla bilmediğim bu babaanne bana sol elimle yememem gerektiğini söyledi. O hepimizce bilinen, yemek masasında çok da lüzumlu olmayan sevimsiz açıklamayı da yaptı. Ben de ikiletmeden denileni yaptım, sağ elimle yemeye başladım. Bir müddet kendimi zorladığımı hatırlıyorum, sonrasında ise tabii farkına varmadan çatal sola geçiverdi.
Ancak bu hususta esas sorunları büyüklerden çok kendi yaşıtlarım yaşattı. Okulda sıra arkadaşlarımı solda oturmam gerektiği konusunda ikna edebilmek için saatlerce, hatta günlerce dil dökmem gerekiyordu. Ben solda oturacaktım ki kollarımız birbirine çarpmasın. İkna olmaya yanaşmayana etraftan duyduğumu söylüyordum, sağ taraf hayırlıdır, sen orada otur. Bu tarafta cinler periler fink atıyor.
Öyle ya, zamanında, orta çağ Avrupa’sında cadı avına çıkıldığında ilk gidenler solak kadınlar olmuşlardı. Avrupa dillerinin çoğunda solak kelimesinin kökeni zayıf, kötü, şanssız, sakar, tehlikeli, yalancı anlamına gelmekteydi. Bizde bir tuhaflık vardı da neydi. Sonra ortaokulun ilk yılında bir gün, birden bire notlarımı tersten yazarak tutmaya başladım. Bütün harfleri ters çevirip sağdan sola gidebildiğimi farkettim. Buna bir tek ben sevinmeyecektim, annem de rahat edecekti. Bembeyaz gömleklerimin sol kolu artık yazının üzerinden mecburen geçtiği için kapkara olmayacaktı ya da mürekkep bulaşmayacaktı.
Bir üçgen problemi
Lakin bu öğretmenlerin hiç hoşuna gitmedi. Evladım böyle yazma, hiçbir şey anlamıyoruz dediler. Matematik hocası dik üçgenin dik köşesinin sağda olmasına anlam veremedi. Henüz Leonardo da Vinci’nin aynı yöntemi kullandığını bilmiyordum, ısrarcı davranamadım. 1994 yılında Bill Gates’in yaklaşık 31 milyon dolar vererek satın aldığı, da Vinci’ye ait olan, Codex Leicester dokümanlarının bu usulle yazılmış olduğunu keşke içlerinden biri bilseydi de o zaman beni aydınlatmış olsaydı. Bir öğretmenden beklentimizin ne olduğunu da bilmiyorduk gerçi.
Merak ederim, yıl 2013 olmuşken bir 23 Nisan günü çocuklara hangi elle yemek yemenin doğru olduğu mu anlatılır yoksa Leonardo’nun, Michelangelo’nun, Raphael’in yaptıkları mı? Devlet okuluna giden yeğenlerimden takip ediyorum, müfredatlarında gerçekten de sanata, dünya kültürlerine bir ilgi görülüyor. Hem kim derdi ki sushi diye bir yemeğin varlığı ders kitabından öğrenilecek? İyi de acaba Hacı baba-anneler de çağa ayak uydurdular mı?