Öğrencilerinin kurduğu D22 tiyatro grubunda “Bent” adlı oyunu yöneten Meltem Cumbul, hayatından çok memnun. Neşesinde İzmirli köklerinin de payı olduğunu düşünüyor: “İki kahkaha patlatırız, derdimizi, kederimizi unuturuz”
Biz aylardır evliliğiyle, kocasıyla arasındaki yaş farkıyla, yüzüğünü gösterip göstermediğiyle meşgulken Meltem Cumbul ne yapıyordu? Mimar Sinan Üniversitesi’nden mezun ettiği öğrencilerinin kurduğu D22 adlı tiyatronun ilk oyunu “Bent”i yönetiyordu. Oyun, Martin Sherman tarafından 1976 yılında yazılmış. Türkiye’de ilk kez sahneleniyor. İzleyince bunca yıldır bu işe neden kimsenin soyunmadığını anlayacaksınız, zor bir oyun “Bent”. Bir o kadar da etkileyici.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin eşcinsellere uyguladığı korkunç baskıları, ‘soykırımı’ anlatıyor. Mesut Özkeçeci’nin çevirdiği, tiyatroya para yatırmak gibi bir çılgınlığa kalkışan Hilal Erdoğan’ın desteğiyle Hamursuz Fırını’nda hayata geçirilen oyunun ana karakterlerini Berkay Ateş, Can Kulan ve Emir Çubukçu oynuyor. Bir diğer hocaları, Reha Özcan da oyunun içindeki filme konuk olarak beyaz perdede Mick Jagger’ın oynadığı Greta karakteri canlandırmış. Müzikte Nurkan Renda, dekorda Barış Dinçel, ışıkta Cem Yılmazer, kostümde Bahar Korçan gibi usta isimlerin imzaları var.
Hayatta kalmak için neler yapar insan, oyun bunu da düşündürüyor...
Aynen öyle. Mesela Max, hayata en bağlı karakter. Yaşamda kalmak için, elinden geleni ardına koymuyor. Yeri geliyor, en büyük faşistliği yapıyor kendi ilişkisi içinde Rudy’ye karşı. Ama sonunda kampta yanına öyle biri geliyor ki, Horst, ona öğretmeye başlıyor. Bence çok önemli bir sahne, hiç birbirlerine dokunmadan seviştikleri yerdir. Max hissetmeyi öğreniyor Horst’tan. Ve sonunda asıl özgürlüğün insanın içinde olduğunu keşfediyor.
Sen kendi özgürlük anlayışını da sorguladın mı bu dönemde?
Tabii ki. Ben özgürlüğün kendi içimde olduğuna inanan biriyim. Hissettiğim şeyleri en gerçek biçimiyle dile getirebildiğim sürece kendimi özgür hissedebiliyorum. Kendime böyle ortamlar bulmayı tercih ediyorum.
“Annemin ilgisini çekmek için çok uğraştım”
Yaşı ilerledikçe istemediği şeyi yapmamayı daha iyi beceriyor insan...
Çünkü kendini daha iyi tanımaya başlıyorsun, “Neden orada bir etki aldım ve tepki veremedim?” diye sorgulamaya başlıyorsun. Neden sustum orada, ne beni tuttu? “Aman bir tatsızlık çıkmasın” mesela, benim en üstüne çalıştığım şeylerden bir tanesidir kendimle ilgili.
Bir röportajda Los Angeles’a gitmeden önceki ruh halini tarif ediyorsun, “Gereksiz sinirlerim vardı” diye. Öfkelenmiyor musun artık?
Öfkeleniyorum ama sonra gülmem geliyor. Benim babam çok şiir okur, beni de Rüştü Onur’un bir şiiriyle tarifliyor: “Benden zarar gelmez kovanındaki arıya, yuvasındaki kuşa / Ben kendi halimde yaşarım şapkamın altında / Sebepsiz gülüşüm caddelerde memnuniyetimden / Ve bu çılgınca sevinç delicesine içimden geliyor”. Yani ölmediysem ben, şu an hayattaysam, keyfini çıkarıyorum.
Baban annene şiir okur muydu?
Okurdu, kendi de yazardı. Babam çok romantiktir, anneme çok büyük aşk taşımış. Annem daha gerçekçi, romantizmden çok fazla nasibini almamış. O yüzden iyi bir karışım oldum ben. Romantik bir tarafım da var, çok gerçekçi bir tarafım da.
Eşcinsellik, üzerine kafa yorduğun bir konu muydu bu oyundan önce?
Kabul görmeyen her şey benim ilgi alanımdadır, sadece eşcinsellik değil. Aile içinde de kabul görmemiş olabilirsin, duygu anlamında farkı yok benim için. Tabii ki diğerinin durumu daha net, kimlik gibi bir şey haline getiriliyor. Sana “Heteroseksüel misin?” diye sorulmaz ama “Gay misin?” diye sorulabiliyor. İnsan kendisi bile kabul etmekte zorlanabiliyor. Sevgi tek çözüm bence. Koşulsuz sevmek ancak karşındakini görmeni ve kabul etmeni sağlayacaktır.
Sen kendi ailende koşulsuz kabul gördün mü?
Ben ailenin çok çocuklu olması ve annemin yeterince ilgilenememesi nedeniyle sorun yaşadım. Onun ilgisini çekmek için çok uğraşmam gerekiyordu. Çocuk zaten kendini suçlamaya yönelik bir varlık. “Üç çocuğu daha var, onlarla meşgul olmak zorunda” değil, “Ben bir hata işledim, ondan benle ilgilenmiyor” diye düşünüyorsun ve bu bir yerleşti mi fena bir şey. Ama sana kattığı güzel şeyler de var; ben mesela senin yerine saatlerce düşünebilirim. Empatim çok gelişti ama empati kurmaktan kendimi unutmuştum.
Yurt dışında bir sürü işler yaptın, hem Hollywood’da, hem Bollywood’da. O bağlantılar sürüyor mu?
Sürüyor. Ocak ayında Los Angeles’ta bir film çekmem söz konusuydu ama bu oyun daha çok ilgimi çekti.
“Evli olmakla ilişkide olmak arasında fark yok”
Bu bağlantıları nasıl kurduğun da merak konusu. Nasıl yapıyorsun?
Bilmiyorum ki. Ben “Ay Bollywood’da bir film yapayım” diye Hint’lerin kapısını çalmadım, Hollywood’un kapısını da çalmadım. Ben kendi yolculuğumdaydım, onlar denk düştü.
Altın Küre’de sahneye çıktın, bin tane olumsuz eleştiri aldın. Bunlar seni mutsuz ediyor mu?
Etmiyor. Onların hissettiği şeyler onları enterese eder, benim üzerimde bir etkileri yok. “Bravo” deseler de yok, “Ay ne rezalet” deseler de yok. Bu benim kendi hayatım, kendi var olma biçimim.
Evli bir kadın olmak hayatını değiştirdi mi?
Evli ol ya da bir ilişki içinde ol, fark eden bir durum yok. Sorumluluk hissi ve hayatı paylaşma, evlenmeden de var olan bir durumdur. Hayatı paylaşmayı seviyorum ben.
İnsanların evliliğin adına fikir beyan edebilmesine nasıl bakıyorsun?
Çok evlilik üstünden konuşmayalım bence. Koruma içgüdüm benim bütün bu sorulara cevap vermeme engel oluyor.
Yaşam enerjini nereden alıyorsun?
Bence doğuşumdan. Bence ben bir aşk çocuğuyum. Annemle babam birbirlerine çok ateşli ve bağlı oldukları bir dönemde beni dünyaya getirmişler diye düşünüyorum. Yoksa insan sebepli sebepsiz bunu içinde hissetmez, genlerimde var.
Güzel kalmak senin için önemli mi?
Bence her kadında var bu his. Ne kadar feminist düşüncelere sahip olursam olayım, bakımımdan, hoşluğumdan vazgeçmem, kendime saygısızlık etmiş olurum. İçimi güzelleştirmek dışarıya da yansıyacak bir şeydir.
Dışarıdan neler yapıyorsun?
Makyajımı iyi temizliyorum, New York’tayken öğrendiğim doğal kremleri kullanıyorum. Zaten yaşının ilerleyişinin bir keyfi var, onun çok fazla önüne geçme taraftarı değilim kimyasal yollarla. Annem İzmirli olduğu için çok ot yiyerek büyüdük biz. Sebzeye çok düşkünüm, onun da faydası olduğunu düşünüyorum.
İzmir’in kızlarının sırrı ne sence?
Öteki yakadan geliyor bence. Annem Selanikli, çok açık kafalı bir kadındı, o açık, özgür hali insanın fiziksel olarak da serpilmesine, güler yüzlü, cilveli olmasına sebep oluyor. Ben de öyleyim, ablamlar da öyleler, biz iki kahkaha patlatıyoruz, derdimizi kederimizi unutuyoruz.
“Erkeklerin evrim geçirmesi gerekiyor”
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın “O ben olabilirdim” projesinde sekiz ünlü kadın, şiddet kurbanı kadınların yerine geçip fotoğraf çektirdiniz...
Kadınların devrim yaptığına inanıyorum bu ülkede. Ama bu devrimin sonunda yalnızlaştılar ve her gün ölümle burun buruna kalıyorlar. Kendi ayakları üzerinde durmak istediklerinde bunun bedeli ödetiliyor kadınlara. Bu beni çok yaralıyor ve kendi başıma gelmiş kadar acıyı hissedebiliyorum. Erkeklerin evrim geçirmesi gerekiyor. Okumuş olman da bir şey değiştirmiyor. Daha geçen gün oyuncu bir arkadaşımız, Ali Sürmeli, eski kız arkadaşına şiddet eyleminde bulundu. Kendisi okumuş bir insan, çok başarılı bir oyuncu, e yani? Evrim geçirmesi gerekiyor. Bir de Güneydoğu’ya doğru gidersek, eğitim seviyesi de düşünce ölüm oluyor o zaman işte.
“Öğrenci atınca devrimci tepki oluyor” diye savunuyor kendini...
Öğrenci kendi mekanında gelinen bir durumu protesto ediyor. O ise o kişinin mekanına gidip, işgal edip orayı, kendi şiddetini kusuyor. Böyle bir hakkı yok.
O zaman kendi mekanında ona yumurta atanın o kız olması gerekiyor, “İşgal edilmek istemiyorum” diye. Onun konuşmaya hakkı yok yani açıkçası, kendini savunabilecek bir durumu da yok. Cinsiyet diye ayrım yapmadan söylüyorum bunu, karşısındaki bir erkek arkadaşı da olabilirdi.
“Şiddete yönelik bir yapım var”
Tai chi yapıyor musun hâlâ?
Yapıyorum. Hocamız Yang’ın birkaç dövüş koreografisi de oldu oyunda. Bana iyi geliyor. Savunma mekanizmaları, karşımdakini görebilme, dinleyebilme, gözüm kapalıyken de hissedebilme, duyularım, beden kullanımım, bütün bunlar tai chi’nin içinde var.
Sokakta biri sana saldıracak olsa onu yere devirebilir misin?
Benim yapım daha çok yumuşaması gereken bir yapı.
Beş yaşında Muhammed Ali’nin maçları için babam tarafından özel olarak uyandırılmış, Bruce Lee hastası, oğlan çocuğu gibi bir tarafım olduğu için şiddete de çok yönelik bir yapım var. Bütün bunları daha insani, yumuşatan alanlara çekmeye çalışıyorum. Dövüşü filmlerimde kullanıyorum, sokaklarda değil. Ama bir saldırı olursa kendimi savunurum.
“Ölümler beni daha inançlı yaptı”
Genç yaşta kaybettiğin abinin herhalde senin için çok özel bir yeri vardı. Onun yarım bıraktıklarını da ben yapayım gibi bir duygun mu var?
Kesinlikle. Mesela bizim kurduğumuz hayal, beraber Amerika’ya gitmekti. Onu benim yapmış olmam, onun da yapmış olduğu hissini bana yaşatıyor. O yıllarca Paris’te yaşadı, şimdi biraz onun yaşadığı yerleri solumak istiyorum. Abim çok kendiyle ilgili hayaller kuran biri değildi.
Onun benimle ilgili hayallerini gerçekleştirdikçe onun da ruhu şad oluyor gibi geliyor bana.
Bu erken kayıplar nasıl değiştirdi seni?
Beni daha çok ana yöneltti. İnsan kırmayı sevmiyorum. Seslerini hatırlamaya çalışıyorum ölenlerin, o ilginç bir deneyim, unutmamaya çalışma hissi. Yaşadığım kayıplar beni daha insan olmaya yöneltti. Ve bu dünyanın da çok yalan olduğuna inanıyorum. Onun için kendi gerçekliğimi yaşamaya çalışıyorum.
Hayatının mutlu bir döneminde misin?
Evet, memnunum. Sağlığım yerinde, ailem var, arkadaşlarım var, öğrencilerim var, İstanbul var, Allah’a bin şükür diyeyim. Allah herkese güzel kaderler nasip etsin. Ölümler beni birazcık daha fazla inançlı yapmıştır mesela. Yoksa soluk alabilmem zor olurdu.
Meltem Cumbul, “Bent”te oynayan öğrencileri Berkay Ateş, Can Kulan ve Emir Çubukçu ile beraber.