Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Gezi Parkı’ndan yurda yayılan direniş hareketini anlamak için çeşitli benzetmelere baş vuruluyor. En çok da 68 kuşağıyla 90 kuşağı kıyaslanıyor. 68 kuşağının önemli isimlerinden, BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’yle bunları konuşmak için Taksim Meydanı’nda buluştuk. Şunu söylemeliyim ki, Ertuğrul Kürkçü bu meydanın ‘yıldız’larından biri. Attığımız her adımda durdurulduk, teşekkür edenler, sarılıp öpenler, fotoğraf çektirenler, ana-babalarından selam getirenler... Sonra oturduk, “Bu apolitik denen çocuklar aslında kimmiş?”i konuşmaya başladık...

Haberin Devamı

“Gençler bizim kuşak kadar  ciddiye almıyorlar kendilerini”


Gezi Parkı direnişiyle başlayan süreci Paris Komünü’ne benzeten var, “Türk Baharı” diyen var, “90’ların 68’i” diyen var. Siz nasıl tanımlıyorsunuz?

Bu son dönem büyük antikapitalist direnişler, antidiktatoryal direnişler bağlamında bakınca, hem IMF’i işgal, Wall Street’i işgal ya da İspanya’daki Öfkeliler hareketi, meydanları işgal ile aynı aileye hem de Tahrir’le aynı aileye sokabiliriz. Bunların kesiştiği kümede.
Bir yandan Ortadoğu’ya özgü bir diktatörlük dinamiklerine itiraz, öbür taraftan neoliberal hakimiyete karşı aşağıdan gelen bir kentsel özgürlük mücadelesi eş zamanlı olarak gidiyor.
O yüzden karmaşık, kendine özgü, ama bütün çağdaş direnişlerle aynı dinamiklerden beslenen, yeni bir süreçle karşı karşıyayız. Ama şunu söyleyebilirim, bu bizim gençlik dönemimizin direnişleriyle aynı aileden değil. Bilinçli ve örgütlü bir öncüyle hareket etmiyor, var olan politik dinamiklerden doğrudan doğruya beslenmiyor ama var olan hegemonyaya karşı herkesin kendi durduğu yerden yaptığı itirazları bir araya getiriyor. O açıdan da bizim için yeni bir deneyim. Zaten bana sorarsanız hükümet de bu yeni deneyimi eskiye benzeterek anlamaya çalıştığı için çözemedi.

“Bu diktatörlükle derdi olan herkes devrede”

Her şey bir ekolojik direnişle başlamıştı, şu anki durum için neler söyleyebiliriz?

Son derece parçalı, çoğul bir süreçle karşı karşıyayız. Ancak Gezi Parkı’nı işgal ederek bu ağaçlara yönelik tahribatı engellemeye çalışanlarla bugün Türkiye’nin her tarafında süreci sürdürenlerin nitelik değiştirdiğini söyleyebilirim. Bu bir ekolojik direnişten bir diktatörlüğün sorgulanmasına dönüştü. Dolayısıyla bu diktatörlükle sorunu olan herkes şu an devrede. AKP’yle sorunu olan kadınlar, laik aydınlar, Aleviler, Kürtler, içki içme özgürlüğünü savunanlar, dini Tayyip Erdoğan’ın emrettiği gibi yaşamak istemeyen Müslümanlardan tutun da LGBT bireylere, ev kadınlarına kadar çok geniş bir kesimin bu süreçte payı var. Ancak direnişin tamamına rengini veren bir unsur var; özgürlüğünü ve şahsiyetini başka şeylerin önünde tutan bir genç nüfus. Bir yandan polisle çatışıp öbür taraftan polisi eğitmeye çalışan ya da aynı anda bir devrimci Müslümanla ya da bir gay’le ıkınıp sıkınmadan dayanışabilen bir başka davranış kalıbı var. Bu direnişten geriye bir şey kalacaksa eğer, siyasete gelen bu yeni insan topluluğuyla ilişkiler olduğunu düşünüyorum. Şu an Taksim’i görüyorsunuz, bu özgürlükten kim vazgeçer? Bundan her vazgeçiş baskısı yeni bir çatışma dinamiği demek, dolayısıyla ben devletin bu süreci yönetmesi ve kendisini buna uydurmasının derecesine bağlı olarak daha sert ya da daha yumuşak bir geçiş olabileceğini düşünüyorum.

Haberin Devamı

Ne oldu da apolitik olduğu düşünülen bu gençlik sokağa döküldü?

Ben apolitik olduklarını düşünmüyordum zaten, başka türden bir politikanın kendilerine yaklaşmasını beklediklerini düşünüyordum. Onunla karşılaşıp karşılaşmadıklarını bilmiyorum ama işin başa düştüğünü fark ettiler. İkincisi bir dizi vahşet bu çocukları böyle bir tutum almaya itti. Ben Roboski’nin mesela bu çocukların kalbinde bir yara açtığını düşünüyorum, ikincisi 1 Mayıs şiddeti, üçüncüsü de Taksim Gezi. İlk
kez insanlar kanunların da kendilerinden yana işlemediğini fark edince el koyma ihtiyacı gördüler. Ben Sırrı’nın (Süreyya Önder) kepçenin önünde durduğu günün önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Orada bir yeni dinamiğin onların yanında olabileceğini hissetti insanlar.

Haberin Devamı

“Çocuklar ailelerini peşlerine kattılar”

Anne-babalar da çocuklarını destekliyor. Sizin döneminizde nasıldı?

Tabii anne-babaların politik eğilimine göre bu değişiyordu. Ben mesela ailemle çok dövüştüm siyasette yer almak için. Ama mesela CHP’li ailelerin çocukları anne-babalarından onay görüyorlardı. Tabii o dönem kırmızı çizgi, silahla ilişkiydi. Bu hareketin muazzam etkisi,
ve başarısının bu tür şiddete başvurmasına gerek kalmamış olması. Yani sivil saldırgan topluluklar araya karışmadılar, devlet şiddetiyle de pasif direnişle başa çıkılabileceğini insanlar gördü. O yüzden Erdoğan’ın “Yüzde 50’yi zor tutuyorum” tehdidi büyük bir risk içeriyor, umarım bunu bir emir saymaz kimileri.

Silahsız bir mücadele olduğu için aileler de destekliyor öyle mi?

Yine de çok tedirgindiler başta. Twitter’da anne-çocuk diyaloglarına dair kimi anekdotlar ya da kurmacalar var, bunlar durumu anlatıyor, birinci gün “Hayır gidemezsin”, ikinci gün “Kendini koru”, üçüncü gün “Gaz maskeni ve gözlüğünü aldın mı?”, dördüncü gün “Seni bekleyemeyeceğim, ben gösteriye gidiyorum”. Anne babaların çocuklarla ilişkisi de dönüşüm geçiriyor bu süreçte. Çocuklar ailelerini peşlerine kattılar.

“Korkuyu yenme yeteneklerine hayranlık duydum”

Farklı kesimlerden insanların birbirlerinin hayat tarzına olan hassasiyeti de arttı bu süreçte...

28 Şubat ve sonrasının getirdiği en önemli şeylerden biri bu. Hayat tarzı meselesinde özgürlükçü olmamanın siyasi özgürlükçülük bakımından ikiyüzlülük anlamına geleceğinin fark edilmesi. Meydanda bir sürü başörtülü genç kızla konuştum, antikapitalist Müslümanlar var, mutlular orada olmaktan. Burada her türlü ezme ilişkisine karşı çıkan bir yeni iddianın oluşması çok önemli.
Benim yaşımdaki birinin dini bütün biriyle politik bir ortaklık kurmaktaki tutuculuğu bu çocuklarda yok.

Kitlenin polis müdahalesiyle dağılmamasında esnafın desteğinin de payı büyük değil mi?

İşte bu açıdan bir ilk, mesela en çok rejimin övündüğü şey, “Esnaf göstericileri sopaladı”ydı değil mi? Bu kez öyle olmadı. Tabii bu esnafla bu sokaktaki çocuklar arasında simbiyotik bir ilişki var. Onlar onlardan kitap alıyorlar, giyecek alıyorlar, Beyoğlu’nun kendine göre bir halkı ve esnafı var. Cihangir halkı çok destek verdi çünkü bunlar kendi çocuklarına benzeyen çocuklar. Herkesin vicdanı ayaklandı, bu çok yeni bir dayanışma biçimi.

Şaşırdınız mı olanlara?

Doğrusu ben birinci gün bunun böyle gideceğini anlamalıydım, ikinci-üçüncü gün uyandım. Tabii çocukların korkuyu yenme yeteneklerine çok hayranlık duydum. Doğrusu ben çok gazla karşı karşıya geldim ama her seferinde gaz bizi kovaladı. Bu çocuklar gazı kovaladılar.

“Devrimci kadın şortla çıkmazdı şimdi çıkıyor”

Twitter yok, cep telefonu yok, siz zamanında nasıl haberleşiyordunuz?

Sabit telefon da pek yoktu evlerde. Okullarda öğrenci birliklerinin telefonuyla haberleşiliyordu ya da arabalara atlayıp bir yerden bir yere haber götürülüyordu. Burada zaman direnişçilerin lehine işledi, bizim için öyle değildi. Ama herhalde değişmeyen bir şey var, vicdan hep böyle işliyordu. İnsanların vicdanı, zulmü hak etmediğini düşündükleri insanlar zulme uğradığında onların yanına geçiyor. Tabii 12 Eylül’ün yarattığı bir vicdansızlık dönemi olduğu gerçek fakat ben toplumun iyileşmekte olduğunu düşünüyorum. AKP’nin kitlesi de bu şiddeti kabul etmedi.

Talepler bakımından kıyaslarsak sizin kuşağınızla?

Bizim kuşağın talepleri arasında bireysel özgürlükler hiç yer almıyordu, hepimiz kendimizi toplumun özgürlüğüne feda etmiş, daha çileci bir hayat tarzına yatkın bir ahlak ve kültürü uygun buluyorduk. Halkın evlatları okusun diye okullarımızı bıraktık hep. Şimdi kendisi için istediğini başkası için de istiyor, o özgürlüğü yaşamaktan da kimse vazgeçmiyor. Bakıyorum kız çocuklarına, hiçbir devrimci kadın şortla çıkmazdı sokağa, onların hepsi çıkmış. Benim kuşağımın “Herkesin ortasında olmaz” dediği şeyler pekala bu çocuklar için olabiliyor. Zaten bu hareketin özelliği bu, Erdoğan’a “Sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin” deme hareketi bu.

“Demokrasi nedir diyenlere, ‘Gezi, demokrasidir’ diyebiliriz”

Bir röportajda “Demokrasinin biricik imkanı halkın öz eylemliliğidir” demişsiniz. Bugün durum budur diyebilir miyiz?

Ful demokrasi, evet. Demokrasi nedir diyenlere “Gezi demokrasidir” diyebiliriz, hakikaten. Budur.

Çapulcular demokrasisi...

Geçmişte mesela bu kadar kolay bu sıfatlar üstlenilmezdi, şimdi Tayyip Erdoğan’ın attığı bütün çamurları havada yakalayıp ona erdemli bir özellik kazandırıp üstüne giyiyor herkes. “Tamam, çapulcuyuz” diyor, lafın bütün şiddeti havaya uçuyor. Yeni davranışlardan biri bu mesela. Mizah süreçte rol oynuyor, bir şenlik eğilimi var, bu çok güzel bence. Çünkü sürekli azap çekerek nasıl siyaset yapabilirsiniz ki? Acıyı da eğlenceye çevirebiliyor insanlar ve bu gereken ciddiyetle işin yapılmasında engel değil.

Sizin zamanınızda nasıldı?

Bizim zamanımızda da mizah vardı ama bizde tarihi yapan kişi olma ciddiyeti her şeyi bastırıyordu. Bizim kadar ciddiye almıyorlar kendilerini.

“Gençler bizim kuşak kadar  ciddiye almıyorlar kendilerini”

Ertuğrul Kürkçü, HDK’nın Gezi Parkı yürüyüşüne katıldı.

“Sırrı’nın da, diğer zulüm görenlerin de hesabını soracağız”

Sırrı Süreyya Önder yaralandığı zaman intikamdan söz ettiniz...

“Hesabını soracağız” dedim, “intikam alacağız” demedim, böyle bir dil kurmam ben. Ama evet, sadece Sırrı’nın değil bütün zulüm görenlerin, bu süreçte iki genç hayatını kaybetti, onların hesabını sormazsak namerdiz. BDP’li vekilleri dövmek serbest gibi oldu. CHP’li ya da AKP’li meslektaşlarımız bizim haklarımızı savunsaydı bizim bu kadar feryat etmemize gerek kalmazdı.

Siz bu alanda çok deneyimli bir isim olarak bundan sonrası için ne önerirsiniz gençlere?

Her şey olması gerektiği gibi oldu, bundan sonrası politika tespit etmek. Bir şey teklif edecekseniz topluma, pek çok yerin deneyimini bir araya getirerek çalışmanız lazım. Bu da gençlerin tek başına başa çıkacakları bir şey değil. Ama onların onaylamayacakları bir şey de olmaz. Mesela burada bir demokratik özerk yönetim kuruldu şu an. Bir Taksim komünü vardır, eğer o kelimelerle konuşacaksak. Ben Taksim’in artık eskisi gibi olamayacağını düşünüyorum. Bu kitleye Taksim’de bir kazanım sağlamadan bu direnişi durdurmayı teklif etmek bence çok büyük bir hıyanet olur.