Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Kuzey Güney”in Gülten’i Zerrin Tekindor: “Herkesin etrafında bir Gülten var. Ben de onu o renkli hali, patavatsızlığı ve sahiciliği ile çok sevdim”

“Gülten’i patavatsızlığı ve sahiciliği ile sevdim”

Kapıdan adım atınca bir eve değil bir dünyaya girmiş gibi oldum adeta. Her köşesi kendine özgü, Zerrin Tekindor’un evinin. Duvarda o çok göz alıcı kadınlarını çizdiği iki tablo, parlak renkleriyle hemen insanı çarpan yeni başlanmış dev bir tuval, fotoğraf ve resim kitapları, az eşya, bol ışık... Cascavlak bir aydınlıktan söz etmiyorum, bir tarafta mumlar yanıyor, girişteki tuvalet aynasının renkli ampulleri tatlı bir ışık veriyor. Tekindor’un kendisi zaten ışıl ışıl parlıyor.
Çok kahkahalı, çok sürprizli bir kadın... Hani “Şimdi ne yapacak acaba?” diye merak ettiğiniz insanlar vardır ya, öyle... Bir anda dolaptan soğuk bir beyaz şarap, havyarlı kanepeler çıkarıveriyor, ikram seviyor, konuğunu rahat ettirmeyi... Ekranda “Kuzey Güney”in tatlı kaçık kuaför Gülten’i, sahnede “Antonius”un Kleopatra’sı oyuncu, ressam, 23 yaşındaki Hira’nın annesi Zerrin Tekindor, tanıyabileceğiniz en matrak kadınlardan biri. Sohbeti tatlı, neşesi sahici... Eminim ondaki o kendi tanımıyla ‘Noel ruhu’, bu pazar sabahında herkese iyi gelecektir...

“Aşkı Memnu”da asil, kırılgan Matmazel olarak izledik seni. Sonra birden tam aksi bir kadın geldi, Gülten...

Matmazel her şeyi içinde yaşayan, aşkını içinde taşıyan, fedakar bir kadındı... Zaman zaman “Ay ne sıkıcı bir kadın” dediğim olmuştur. Hep bir kapalı kutu ama Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu bunu o kadar güzel yazıyorlardı ki, ben de zevkle oynuyordum. Fakat onu bitirdikten sonra bana hep asil kadın, zarif kadın, haza hanımefendi kadın karakterleri teklif edildi, kabul etmedim. Derken Ece ve Melek bana “Kuzey Güney”in ilk bölümünü okuttular. Okur okumaz “Gülten’i kim oynuyor?” dedim. “Sen” dediler. O renkli hali, patavatsızlığı, sahiciliğiyle Gülten’i o kadar sevdim ki...

Haberin Devamı

Gülten insanda “Ben bu kadını tanıyorum” hissi yaratıyor...

Ama emin ol etrafımızda var. Ne bileyim patavatsız bir arkadaşım vardır, onun o kırdığı potu toparlama halleri gelir aklıma, annemin teyzesinin kızı vardır, “Ay Zerrincim, ne oldu sen süzülmüşsün, hasta mısın?” diye heyecanla sorar, “Teyze, bu aralar çok çalıştım” derken pat diye “Eteğimi beğendin mi?” deyiverir. Oradan oraya zıplama hallerini ondan çaldım.

Haberin Devamı

“Çetin çok beyefendi, çok zarif, çok iyi babadır”

Sürekli de saçıyla başıyla meşgul...

Gülten mahallede vizyonun nabzını tutan biri gibi görüyor kendini. Diğerlerine akıl veriyor “Sana şu gider, bu gider” diye. O hallerine de bayılıyorum. Öyle bir kendine güveni var ki. E tabii tek başına çocuk yetiştirmiş, bir mücadelesi var ve hiç ağlamadan yapmış bunları. O kuvvetli hal, benim hayatta olmak istediğim hallerden biri olduğu için de çok seviyorum.

Sen çocuğunu yalnız mı büyüttün?

Yo, Çetin’le (Tekindor) beraber, ailemizle, anneanneler, babaanneler, teyze, hala, amca, bildiğimiz klasik aile içinde büyüttük Hira’yı.

Ayrıldığınız halde...

Çetin’le en ufacık bir tatsızlığımız olmadı. Çok zarif, çok beyefendi, çok iyi bir babadır, o kadar memnunum ki Hira’nın babası o olduğu için. Fakat bir gün bir bakıyorsunuz evliliğiniz durmuş.
O zaman da “Neden sürdürelim böyle bir şeyi?” diye bir karar çıkabiliyor ve de bu doğru bir karardı ikimiz için de.

Haberin Devamı

“Çocuk için yürütelim” diye bir âdet vardır bizde...

İnsanlar birbiriyle konuşmuyor, hiçbir şey paylaşılmıyor, hangisi daha iyi? Biz bir araya geldiğimizde hâlâ çok zevkli zaman geçiririz. Çetin’in beni çok sevdiğini biliyorum, ben de onu çok seviyorum. Hira da o kadar tatlı, esprili, saygılı bir oğlandır ki, ayrıldınız, ayrılmadınız, bir gün bunun lafını etmemiştir. Evet ayrıyız ama birçok aynı evin içinde yaşayan insandan çok daha sağlıklı bir ailemiz var ne mutlu ki.

Nasıl tanıştınız Çetin Tekindor’la?

Konservatuvar son sınıftayken ben, Çetin, Devlet Tiyatrosu’nda bir oyunun başrolünü oynuyordu, biz de o oyunda küçük roller oynuyorduk. Orada tanıştık, sonra ben Adana’ya gittim staja, döndüğümde Çetin telefon etti, “Bir görüşebilir miyiz?“ dedi ve hiç özel bir geçmişimiz olmamasına rağmen bana evlenme teklif etti. Ben de “Olur” dedim ve biz bir ay sonra evlendik.

Ne düşündün o an?

Zaten çok beğendiğim bir aktördü. Oyunculuğuna, zarafetine hayrandım, her şeyiyle çok hoş gelirdi. Ve hiçbir sakınca görmedim. Aramızdaki yaş farkı biraz annemin canını sıksa da benim kararlı olduğumu görünce sesini çıkarmadı.
Hiç de pişman olmadım.

Baban yoktu o zamanlar...

Babam ben yedi yaşındayken trafik kazasında öldü. Annem büyüttü bizi.

Hep resim yapıyormuşsun galiba...

Tabii, annemde var iki üç yaş resimlerim. Hatta ilkokula başlarken “Bize burada iyi resim yapmayı öğretecekler, bunun için okula gidiyoruz” sanıyordum.

Resim okumayı düşünmedin mi?

Çok istedim ama Ankara’da akademik eğitim veren bir okul yoktu o tarihlerde. Resim öğretmenliği bölümleri vardı. Annem de “Ben tek başına bir yurda vererek İstanbul’a gönderemem seni” dedi. Zaten babamız yok, annemin endişeleri var, ben de tutturmadım daha fazla.

Ama sonra dönüp resim okudun...

Özel öğrenci olarak Bilkent’te okudum 90-94 yılları arasında. Halil Akdeniz’in atölyesinde. Şahane bir dört yıldır.

Bir yandan oyunculuk devam...

Tabii, hem de kaç tane oyunum vardı. Okula başladığımda Hira dört aylıktı. Çetin “Ne yapalım, çocuk okutuyoruz” derdi benim için. O da çok anlayışlıydı, hiç “Zerrin ya, kaç tane oyunun var, çocuk var, nereden çıkarttın bu işi?” demedi bana.

Resimlerindeki kadınlar için “Özgüvenli, kendi seçimleriyle hareket eden, müdanasız, merak uyandıran kadınlar” diyorsun. Kendini de mi tarif ediyorsun aslında?

Yo yo, kendi olmak istediğim hal diyeyim ben ona. Yoksa “Ben merak uyandıran bir kadınım” demek ne feci bir şey. Ben sadece olmak istediğim şeyleri ifade ettim çünkü ben bir kadının resimlerimdeki gibi gözüne mavi kirpikler takıp mavi perukalarla çıkmasını da istiyorum. İnanıyorsa çıksın, hiç engeli yok, kim koyuyor bunun kurallarını?

Sen çok süslü biri değilsin ama...

Süslüydüm ama gittikçe sadeleşmek istiyorum. Arkadaşlıklarımda da öyle, düşüncelerimde de... Daha tek, daha özel şeylerin sahibi olmak istiyorum. Salkım saçak döküntüler değil, dolap dolusu düşünce değil, daha sade haller istiyorum.

“Oğlum yönetecek ben oynayacağım”

Hira ne okudu?

Sinema. Canterbury’deki Kent Üniversitesi’ni bitirdi. Londra’da yaşıyor. Senaryolar yazıyor, çeviriler yapıyor. Şimdi bir çevirisi var, Edward Albee’nin “Keçi” oyunu, inşallah onu Oyun Atölyesi’nde yönetecek, ben de oynayacağım.

Neler yaparsınız beraber?

Bir kere güleriz, sabahtan itibaren ben ona türlü maymunluklar yaparım, bazen
o pür ciddiyet “Günaydın anne” diye kalkmak ister ama ben de hep bir dolap çevirmek isterim o gülsün diye. Onun müthiş bir “Anne şunları şunları seyrediyorsun, bunu bunu okuyorsun” halleri vardır, ben de hiç ikiletmem. Bana yaşama sevinci veriyor Hira’nın o halleri.

Sen hep mi böyle neşelisin?

Bence hayatta mutluluğun peşinden koşmalı. Ben hep mutlu resimler yapmak istiyorum, ışığı olan, pırıltısı olan... Kara kara evler değil de ampulü yanan evler seviyorum, kar tanesini seviyorum, hep böyle Noel ruhu taşıyorum. Evde de mum yansın, abajurun ışığı orayı aydınlatsın, gözüm böyle şeyler arıyor. “Çok sıkıntılıyım, karalar bağladım” diye aşağı çekmek değil, tez elden o halden vazgeçmekten hoşlanıyorum.

“Romantik değilim” demişsin...

Değilim, doğru. Yapış yapış hallerden hoşlanmıyorum. Çiçekler, mumlar, bakışalım, edelim... Gülesim geliyor.

Gülten, Hüseyin Bey’den hoşlanıyor mu acaba?

Bence Gülten, Hüseyin Bey’in ona olan hayranlığından hoşlanıyor. Eğer Gülten, Hüseyin’in onunla birlikte olma isteğine evet derse, onu yenilmiş bulurum. “Hiç yoktan iyidir, mahallemizin bir insanı, o da can” kılıklı hislerle ona ‘he’ demesi beni üzer Gülten adına. Gülten bam diye âşık olmak isteyen bir kadın bence. Aklı uçmalı, ayağı yerden kesilmeli.

Senin için de aşk böyle bir şey midir? Bu yaşta buna inanır mısın?

Bence yaşı yoktur bunun, ne güzel keşke insan 90 yaşında da o heyecanı duysa. Yaşıyorsak hep bu duygular da yaşanmalı, yaşama sevinci olmalı. Karanlıktan bir şey çıkmaz, insanlar Shakespeare okusun bence. Heyecan orada var valla, seni battığın yerden çıkaran öyle replikleri var ki, inanç gibi bir şey Shakespeare okumak.

“Özel hayatım konusunda hiç konuşmayacağım”

“Antonius ile Kleopatra” ile bir magazin durumu oldu hayatında. Haluk Bilginer’le beraber olduğunuz yazıldı. Alışık olduğun bir durum değil...

Hiç değil, tabii, ben de şaşırıyorum. 14 tane sergi yapmışım, dünya kadar oyun oynamışım, adı geçmemiş, mevzu bu olunca bakıyorsunuz herkes bir şey söylüyor. Ve hep kendi süzgeçlerden süzülmüş repliklerle ifade etmeleri
o kadar can sıkıcı ki. Bunların hiçbiri benim cümlelerim değil. Hakikaten çok canım sıkıldı. Herkesin özel hayatı var, bunu uluorta konuşmayı da ayıp buluyorum ayrıca.

Peki ben “Böyle bir ilişki var mı?” diye sorarsam ne cevap verirsin?

Ben bu konuda hiç konuşmayacağım derim.

Oyuncu olarak Haluk Bilginer’le oynamak nasıl?

Ben bu oyunda tanıdım Haluk Bilginer’i. Atölyede resim yapıyordum bir gün, telefon çaldı. “Merhabalar ben Haluk Bilginer, bizim böyle bir projemiz var, Shakespeare’s Globe’a gidecek, Kleopatra için de sizi düşünüyoruz” dediğinde “Herhalde biri beni işletiyor” dedim. Shakespeare’s Globe ne demek? Tiyatrocuların kabesi kılıklı bir yer. Haluk’a “Ben onun önünde fotoğraf çektirilir sanıyordum” dedim, Haluk da “O zaman bu sefer sahneden çektiririz” dedi.
O kadar rüya gibiydi ki, bizim Londra’da Kings Road’da evimiz var, evimden çıkıp Globe’a gidiyorum. Hem de Kleopatra oynuyorum.

“Güzellikle ilgili iddiam olmadı hiç, konservatuvarda tombuldum”

İnsanlar seni sadece yetenekli değil çok da güzel buluyor. Hep güzelliğiyle tanınan biri miydin?

Hiç güzellikle ilgili iddiam olmadı. Konservatuvarda 64 kilo, tombul bir kızdım. Hatta Cüneyt Gökçer demişti ki “Zerrinciğim, güzelce kızsın, yeteneklisin ama biraz zayıfla, belli rollerin oyuncusu kalırsın”. Bir elmayla gün geçirdiğimi, yataklara düştüğümü bilirim.

Aç kalarak mı zayıfladın?

Valla yemeyerek. Ama ablam Ferin diyetisyen, onu arayıp “Ben şunu yedim, ne yapmalıyım?” diyorum, onun sihirli formülleri var, bana uyan, öyle idare ediyorum.

Nasıl beslenirsin?

İyi beslenmeye çalışırım, balıklı, salatalı. İyi kahvaltıya inanırım, gece bir şey yememeye çalışırım.

Akşam yemeklere giden biri değil misin?

Evet ama yok kadar az yerim öyle durumlarda. Yiyormuş gibi görünürüm.

“Kıvanç özel bir çocuk, Allah korusun onu”

Kıvanç Tatlıtuğ’la iki dizidir beraber çalışıyorsunuz. Nasıldır ilişkiniz?

Kıvanç ne diyeyim; oğlum mu diyeyim, arkadaşım mı diyeyim, onu o kadar seviyorum ki... “Aşkı Memnu”dan beri hiç kopmadan bu zamana gelen bir arkadaşlığımız var.
O kadar sahici, o kadar tatlı, o kadar iyi bir çocuktur ki Kıvanç... İnanılmaz bir espri anlayışı vardır, müthiş taklitler yapar, sette çok güleriz.

Sen de oyunculuğunun büyük gelişme gösterdiğini düşünüyor musun?

Kesinlikle. Oyunculuğa bu kadar kafa patlatması, gereken disiplini göstermesi o kadar önemli ki, işte başarıları da ortada. Ben karşımda oynarken kaç yıldır oyunculuk yapan birisi olarak hayretler içerisinde kalıyorum. Hakikaten özel bir çocuk o, Allah korusun onu.