Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bir mesleğin itibarı ne zaman zedelenir? Bir üniversite hocası sınıfta zorlandığı bir işlemi başardığı için “Yaptım!” diye sevinen öğrencisine “Yatakta çıkardığın sesleri burada çıkaramazsın, burası sınıf ortamı” dediğinde mi, yoksa bu korkunç sözler sınıf dışına çıkıp başkaları tarafından da duyulduğunda mı? O kız öğrencinin kendisini o ‘kutsal’ sınıf ortamında aşağılayan öğretmeni korumak gibi bir görevi var mıdır?

Olay, 2 Aralık’ta Karabük Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Endüstriyel Tasarım Mühendisliği bölümünde yaşanıyor. Yrd. Doç. Dr. Erkan L., ’solidworks video eğitimi’ dersinde İ.K.’ya ettiği o cümleden ötürü dekanlığa şikayet ediliyor. Önce dekanlık olayı “tatlıya bağlama’yı deniyor. Fakat Karabük Üniversiteli Kadın Kollektifi olayın örtbas edilmesine izin vermiyor. Hocanın odasına gidip “Üniversitelerde tecavüzcü, erk dili besliyorsunuz, biz üniversiteli kadınlar olarak buna izin vermeyeceğiz” diye açıklama yapıyorlar ve sonuçta bir disiplin soruşturması başlatılmasını sağlıyorlar.

Haberin Devamı

İki gün önce de soruşturma sonuçlanıyor. Ceza: Öğretmene ‘Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak’tan uyarı, öğrenciye 2 hafta uzaklaştırma.

Hadi aslında o suçun devlet memuru vakarına yakışmamaktan ziyade ‘taciz’e benzediğini göz ardı ediyorlar da, kız öğrencinin kabahati ne? ’Yükseköğretim kurumunda kişilerin şeref ve haysiyetini zedeleyen sözlü ve yazılı eylemlerde bulunmak’. Nasıl olmuş o? Bir sürü öğrencinin gözü önünde yaşanan olayın üstünün örtülmesine göz yummayarak, Türkçesi ‘kırık kolun yen içinde kalmasına izin vermeyerek’.

Çünkü taciz edildiğinde utanıp susumalıydı, başını önüne eğip razı olmalıydı. Hadi onu yapmadı, dekanlık “Hocanız özür dilesin, barışın” dediğinde öpüp başına koymalı, daha fazlasını beklememeliydi.

Sanki bu, özür dilenerek kapatılabilecek bir cümleymiş gibi. Bir kız öğrencinin sevinen sesinden aklına o cümle gelen öğretim üyesinin itibarından söz edebiliyoruz da, olay basına yansıyınca zedeleniyor tabii o.

Artık alışsanız iyi olacak, sosyal medya diye bir şey var ve o kadar kolay değil kırılan kolların yen içinde kalması.

Haberin Devamı

Siz kolları kırmamaya bakın.

Biraz sükunet lütfen
Birlik ve beraberliği geçtim de, sakin olmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçtiğimiz kesin. Her gün kendimize linç edecek yeni birini bulmaya çalışıyoruz. Zorlanmıyoruz da, ufacık bir kıvılcım yetiyor koca bir yangın çıkarmaya.
En son örnek Beyazıt Öztürk işte. Yıllardır gözümüzün önünde program yapıyor. Ne herhangi bir politik açıklamasını duyduk, ne eleştirel bir duruşunu gördük, şimdi bir numaralı vatan haini. Bütün ‘suçu’ canlı yayına bağlanan bir öğretmenin lafını kesmemek, bir de ‘çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın’ cümlesini alkışlatmak.
Bu cümleye itirazı olan biri mi var aramızda? Kimin ağzından çıktığına göre anlam mı değiştiriyor sözcükler? İkinci anlamı olmayan, gayet net bir cümle. Neresi propaganda bunun?
Ayrıca telefonun öbür ucundakinin bir provokatör olduğundan nasıl bu kadar eminsiniz? Titreyen, üzgün bir sesti dinlediğimiz. Ne kimseyi suçladı, ne birine hakaret etti.
Kanal D de söz konusu kişiye dair tüm hukuki süreçleri işleteceğini açıklamış. “Magazin soruları soracağını söyleyerek programa bağlandı, meğer çocuk ölümlerine karşıymış” mı yazacaklar dava dilekçesine?
En büyük dayanak da arayanın aslında öğretmen olmadığı. Sanki televizyon programlarını herkes kendi adıyla arıyor. Allah aşkına doğruyu söyleyin, bir bardak suda kopan fırtınayı gördünüz, siz olsanız çıkar mısınız ortaya “Evet ben aradım” diye?