Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hakkında okuduklarım, özellikle de bu ay Milliyet Sanat dergisinde yayınladığımız Ege Işık Özatay imzalı söyleşiden sonra merak ettiğim, ilk fırsatta Pilevneli Gallery Dolapdere’de gidip görmeyi düşündüğüm bir sergiydi; “Makine Hatıralar: Uzay”. Yapay zekâ kullandığı çalışmalarıyla dünya çapında bilinen bir isim olan yeni medya sanatçısı ve tasarımcı Refik Anadol’un “NASA’nın altmış yıllık arşivini görselleştirdiği” bir sergi olarak tanımlanıyordu. Özatay’ın yazısından aktarırsam; “ISS, Hubble ve MRO uzay teleskopları tarafından kaydedilen ve şimdiye kadar bir sanat enstalasyonunda kullanılan en büyük uzay temalı veri kümesinden (2 milyondan fazla görüntüden) yararlanıyor”du. Yaklaşık üç yıl boyunca düzenli olarak NASA mühendisleri ile 60 yıllık arşivlerine farklı açılardan bakarak serginin veri kaynağını oluşturmuştu. Bu kadar bilgiyle bile başlı başına merak uyandıran bir sergiydi. Sergiye yoğun bir ilgi olduğu, kapının önünde metrelerce kuyruk oluştuğu haberleri de eklendi buna, nereden baksan sanat adına sevindiriciydi.

Haberin Devamı

Derken Anadol’un instagram hesabında bir DNS anteni görseli belirdi. “Çekemeyenlere hediye” olarak. Açıklaması da şöyle: “Sevgili dostlar yine aynı elitist sanat akademisyenleri maalesef sergimizin başarısını hazmedemiyorlarmış. Normaldir. Yokluktan, hiçlikten ve negatifikten beslenirler. Yeni hiçbir şey söylemezler! Sanat halka inince hep böyle yaparlar :) Onlara buradan 70 metrelik DNS anteni hediyem olsun :)”.

Önce işin içinde bir ‘şaka’ olduğundan kuşku duymayarak gülünecek bir yer aradım. Ya da belki hack’lenmiş bir hesapla karşı karşıyayızdır diye düşündüm. Sanatla uğraşan bir insanın kurmasını beklemediğimiz cümleler ne de olsa. Burada eleştiri ile sanatın ilişkisinden uzun uzadıya söz etmeye niyetlenme-yeceğim, tavrın orasında beni çok şaşırtan bir şey yok. Eleştiriye tahammül çıtasının nasıl düşük olduğunu, çoğunlukla “Madem çok biliyorsun, sen daha iyisini yap da görelim” seviyesinde olduğumuzu kendim de defalarca deneyimledim. “Yok yapmam çünkü o iş başka, bu iş başka” demenin faydası olmadığını da gördüm. Bizde maalesef eleştiri yazan insanın o sanatı icra edecek yetenekten yoksun, tam da bu nedenle yapabilenlere karşı haset ve öfkeyle dolu olduğu konusunda bir uzlaşma mevcut. Tabii bu dediğim, olumsuz bir cümle kurmaya yeltendiğin zaman. Bir işi beğendiğin zaman o sanattan anlar, beğenmediğin anda da “çekemez” olursun. Rahatlatıcı bir bakış açısı olduğunu kabul etmek lazım.

Haberin Devamı

O zaman ben burada neye şaşırıyorum? Kullanılan üsluba. Anten nedir? İlkokulda mıyız, anlamadım. Eleştirilmekten hoşlanmamak gayet anlaşılabilir bir şey ama fikre fikirle cevap vermek, olmadı olgunlukla karşılayıp sükuneti korumak gibi seçeneklere ne oldu? Nasıl olsa kapıda kuyruk var, kimse de o yazıyı okuyup dönmeyecek kapıdan.

Sanatatak sitesinde sergi hakkında epey kapsamlı bir eleştiri yazısı kaleme alan Ayşegül Sönmez’in verdiği cevaptan hedef alınanın o olduğunu tahmin ediyorum. Belki başka bir eleştirmendir, isim vermediği için emin olmak mümkün değil, zaten önemli de değil. Önemli olan Sönmez’in de dediği gibi, ”Bu tavrın içerdiği aşağılayıcı, memleket siyasetinde hep maruz kaldığımız, ayrımcı, bilgiyi küçümseyici ton”. Biz bu tona gerçekten alışığız da plastik sanatlarda eksikliğini çekmiyorduk, ne yalan söyleyeyim. Hani Anadol’un sözünü ettiği “sanatın halka inmesi” bu ise gerçekten keşke inmese.

Haberin Devamı

Sanatın halka ‘inmesi’