Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Galiba Tarık Akan’ı en çok bu yüzden sevdik. Memleket kan ağlarken elinde viski bardağıyla kız peşinde koşan zengin çocuğunu oynamayı içine sindiremediği, toplumun dertlerini anlatan filmlerde oynayabilmek için koskoca Yeşilçam’ı karşısına aldığı için...

26 yaşında, kanının en deli aktığı çağda, bir elin yağda bir elin balda yaşıyor olacaksın. Altında Mercedes’in, cebinde o güne kadar bir arada görmediğin kadar para. Az kişiye nasip olacak bir şan şöhret de cabası. Üstelik bunlara kavuşalı daha iki üç yıl olmuş olmamış. Kaç kişinin aklına gelir tıkır tıkır işleyen bu çarkı tersine çevirmek? Galiba Tarık Akan’ı en çok bu yüzden sevdik. Memleket kan ağlarken elinde viski bardağıyla kız peşinde koşan zengin çocuğunu oynamayı içine sindiremediği için, ki biz o filmleri de çok sevdik hep, o istemedi.

Kendisi öyle bir hayattan gelmiyordu çünkü. Subay çocuğuydu. Üregül ailesine bir abla ve ağabeyden sonra 1949 yılında katılan üçüncü çocuk. Nüfusa göre 13 Aralık 1949, gayrı resmi olarak 14 Ekim doğumlu. Tam adı Tahsin Tarık Üregül. İstanbul’da dünyaya gelmiş ama her subay çocuğu gibi Anadolu’da şehir kasaba gezerek büyümüştü. 15 yaşındaydı, İstanbul’a gelip ilk kez denizi gördüğünde.

Sonradan yöneticiliğini üstleneceği Taşmektep’te; o zamanki Bakırköy Ortaokulu’nda başlayan eğitim hayatına Bakırköy Lisesi’nde devam etti. Ardından Makina Mühendisliği’ne girdi ama para kazanmak için de yapmadığı iş yoktu. İşportacılık, sandal kiralama, karaborsacılık dahil. Ama Ataköy Plajı’ndaki cankurtaranlığı en popüler zamanı.

1971 yılında bir gün kahvede oturuyorlar, arkadaşı Zeki diyor ki “Sen yakışıklı adamsın, Ses mecmuasının yarışmasına girsene, bak birinciye 7500 lira veriyorlar.” Fotoğraf çektirecek para bulması bile ayrı bir macera ama arkadaşının ona sormadan yolladığı fotoğraflar ve birinden ödünç aldığı ceketle katıldığı yarışmanın sonunda bir de bakıyor ki yüzü Ses mecmuasının kapağında. Artık sokakta, okulda herkes onu tanıyor da, ödül parasından haber yok. Gidip Ses’i basıyorlar ve ona Tarık Akan ismini önerecek Erman Şener’den öğreniyorlar ki, para hemen ödenmiyor.

Birlikte Yeşilçam’daki şirketleri dolaşıyorlar, bir teklif gelir diye. Yine bir gün kahveye gelen bir adam acele Antalya’ya çekime çağırıyor onu. Meslekteki ilk büyük hayal kırıklığını yaşayacağı sete. Yönetmen Ertem Eğilmez “Dün gelmen gerekiyordu” deyip yolluyor onu geri.

Oyunculuk defteri böylece kapanıyor Tarık Akan’ın kafasında. Bir ay sonra aynı adam gelip Ertem Eğilmez’in özürlerini iletene kadar. Meğer onun yerine oynatılan Kartal Tibet’in Berker İnanoğlu’yla sözleşmesi olduğu için rol gene dönüp Tarık Akan’a gelmiş. Bundan sonrası, 2005’te Mithat Alam Film Merkezi’nde katıldığı söyleşide dediği gibi 15 günde bir çekilen filmler, lüks hayat, arkadaşlar, güzel kızlar... Makina Mühendisliği’nden de devam mecburiyeti yok diye Gazetecilik bölümüne geçmiş, hiç bir eksiği yok hayatta.

Derken gün geliyor, rahatsız olmaya başlıyor beyazperdede oynadığı adamdan. “1974 sonuydu, o tür filmleri yapmamaya karar verdim” diye anlatıyor aynı söyleşide; “Ben artık ya oyuncu olacağım ve istediğim işleri yapacağım ya da hiç yapmayacağım”.

‘Seni piyasadan silerim’

Bu tabii ciddi bir kumar ve öyle kolay bırakmıyorlar insanı her filmi kapalı gişe oynarken. “Seni piyasadan silerim” diyor Ertem Eğilmez. Yeşilçam prodüktörleri “Ya bizim istediğimiz filmler, ya hiç” diyerek ambargo uyguluyorlar.

Ama Tarık Akan da bir o kadar kararlı, üstelik akıl hocası da “Beni ben yapan odur” dediği tiyatro yazarı, yönetmeni Vasıf Öngören. Yaşadığı ülkeyi ve dünyayı sorguladığı ve kendisini yeniden inşa ettiği bu dönemin sonunda sinemaya 1978’de Yavuz Özkan’ın çekeceği “Maden” filmiyle dönüyor. Üstelik eski köye yeni adet getirip kendisi gibi bir ‘jön’ olan Cüneyt Arkın’la birlikte oynayarak. Yönetmene de “İki rolü de Cüneyt Arkın’a teklif et, o hangisini isterse ben ötekini oynarım, onun aldığı paranın yarısını alırım, ismini de öne yazdırabilir” diyerek. Yetmezmiş gibi bizzat adım adım Anadolu’yu dolaşıp çekilmemiş filmi senet karşılığı satıp para toplayarak.

“Film Türkiye’nin altını üstüne getirdi ve o hegemonyayı yıktık” diye anlattığı bu başlangıç, Tarık Akan için de istediği işleri yapıp bedelini sorgularla, yargılamalarla, hapislerle, yasaklarla ödeyeceği bir hayatın ilk adımı oluyor.

7 Kasım 1981’den bir gazete haberi: “Sinema sanatçılığı yapan Tahsin Tarık Üregül hakkında, Frankfurt’ta 23 Mayıs 1981 tarihinde düzenlenen bir konserdeki konuşmasında devletin dışardaki itibar ve nüfuzunu kıracak şekilde asılsız, menfaatlere zarar verecek şekilde faaliyet gösterdiği öne sürülerek dava açılmıştır.”

Tarık Akan sonunda bu davadan beraat ediyor ama iki buçuk aylık hücre hapsinde yaşadıklarını daha sonra “Anne Kafamda Bit Var” adlı kitabında anlatıyor; “Hücreye girdiğim gecenin sabahında pantolonumu ters çevirdiğim zaman tek paçamdan 48 tane bitin sirkesini kırdığımı hatırlıyorum. Çevremde yüzlerce, binlerce bit. Zemin ıslak ve pis kokuluydu. Yüksekliği iki metre, genişliği birbuçuk metre. Hücrede üç kişiydik. Saat başı dayak. Gördüğüm işkenceleri kimseye anlatmak istemiyorum. O hücre hapsi bana çok şey öğretti.”

Bu karşılaşacağı son baskı değil. 1984’te Barış Derneği davasından yargılanıyor. 1982’de “Yol” filmi Cannes’da ödül alırken ona Beyoğlu’nda bir meyhanede kadeh kaldırmak düşüyor. 1985’te başrolünde oynadığı “Pehlivan” Berlin Film Şenliği’ne giderken yurtdışına çıkış yasağı yüzünden gidemeyeceği gibi.

Ama inandığını söylemekten, haklı bulduğunun yanında durmaktan asla vazgeçmiyor. 1987’de Bayrampaşa Cezaevi’nde açlık grevi yapan siyasi tutuklulara destek olan genç adamdan, akıllarda kalan son görüntülerinden biri olan Silivri’de polis bariyerini aşan 60’lık delikanlıya kadar. Türkiye’nin Tarık Akan’ın sesinden son duyduğu cümlenin telefonla bağlandığı Yılmaz Güney’i anma gecesinde söylediği “Mücadele hiç bitmeyecek” olması bir tesadüf olamaz. Önünde çok kolayı varken zoru seçmiş bir aktörün vedası da ancak böyle olurdu. Çok erken ama dimdik.

Yılmaz Güney’le nasıl tanıştı?

Zoru seçmiş bir sanatçının vedası


Tarık Akan, “Sürü” ve “Yol” gibi kilometre taşı filmlerini yapacağı Yılmaz Güney’le İzmit Cezaevi’nde tanışmıştı. “Maden’i Sansür Kurulu’na Ankara’ya götürüyordum; Yılmaz Abi İzmit Cezaevi’nde yatıyordu. Arabamla geçerken; bir uğrayıp tanışmak istedim” diye anlatmıştı Posta gazetesinden Canan Danyıldız’a: “Sarıldık, tanıştık ve arabanın arkasında filmin olduğunu söyledim. ‘Hemen filmi bırakıyorsun ve yarın gelip alıyorsun!’ dedi; ‘Abi; yapma paramız yok, filmi götürmem lazım’ dediysem de dinletemedim. ‘Ben burda seyrederim, sabah 6’da almaya gel’ dedi.”
Gece İzmit’te bir sinemayla anlaşan Yılmaz Güney, makineyi söktürüp cezaevine getirtiyor, çarşaflardan perde yapıp filmi izliyorlar. Bütün mahkûmlar ayakta alkışlıyor, bu Tarık Akan’ın da yeni yolunda sınıfı geçtiğini hissettiği an ve sağlam bir dostluğun temeli oluyor.

Özel hayatı hep özel kaldı

Özel hayatından söz etmeyi pek sevmeyen Tarık Akan, bir röportajında ilk kez Arzu Film zamanında sette âşık olduğunu söylemiş, yıllar sonra Yener Süsoy’un röportajından bu aşkın diğer kahramanının Emel Sayın olduğu anlaşılmıştı. 1986 ağustosunda elektronik mühendisi Yasemin Erkut ile nikâh masasına oturduğunu bile magazin basınına duyurmayan Tarık Akan’ın üç yıl süren bu evlilikten Barış Zeki, Özgür ve Özlem adlı üç çocuğu oldu. Hayatını uzun yıllardır balerin Acun Günay ile paylaşmaktaydı.

Zoru seçmiş bir sanatçının vedası


Sosyal medyada en çarpıcı mesajı Akan’ın yakın arkadaşı Kemal Sunal’ın oğlu Ali Sunal verdi. 16 yıl önce kaybettiği babası Kemal Sunal’ın Akan’la ‘Hababam Sınıfı’ filminden bir fotoğraf paylaşan Ali Sunal, “Güle güle kalbi de yüzü kadar yakışıklı abim. Tek tesellim iki kardeş kavuştunuz. Nur içinde yat” diye yazdı.