Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



FİNAL hakkını kaybettik diye üzülüp, öfkelenmenin, saçbaş yolmanın zamanı değil. Türkiye 32 takım içinde kupa ömrü en uzun (7 maç) olan dört ülkeden biri. Fransa, Uruguay, Arjantin, İtalya ve İngiltere’nin yarı finali dahi göremeden gruplarda, en kabadayısından çeyrek finalde kupaya veda etmesinin ardından, buradaki başarımızla elbette gurur duymalıyız.
Başarı, gurur verdiği kadar sorumluluk da üretir. Artık dünyaya karşı sorumluluğumuz var. Geldiğimiz noktadan geri dönemeyiz. Örneğin, 2006 Dünya Kupası Elemeleri’nde PlayOff’a dahi gerek kalmadan Almanya biletini çok rahatlıkla almalıyız. 2004 Avrupa Şampiyonası Elemeleri’nde, İngiltere’ye karşı grupta seri başı olduğumuzu unutmadan başarılı ve kendimize layık sonuçlar almalıyız. Bu başarı bir istatistiğe dönüşür, yenileriyle süreklilik oluşturursa gururumuz daha da büyür. Yarı finaller ve kupalar rüya olmaktan çıkar...Artık Dünya Şampiyonluğu gerçek bir hedef haline gelir.
Dünya Kupası’nda Türkiye son on yıla damgasını vurmuş altın kuşakla mücadele etti. Hakan Şükür’ün durgunluğu ile yaşadığımız hayal kırıklığını ve kaptanın davranış analizini kupa sonrasına bırakıyorum.
Rüştü, buradaki en büyük gururumuzdu. Oliver Kahn’ın, Almanya’ya güven verdiği bir numaralı kaleci unvanının hemen ardından Rüştü Reçber, sanırım Dünya’nın en iyi kalecisi olarak göz kamaştırdı. Keşke savunmacılarımız, golcülerimizle de parmak ısırtabilseydik. Buradaki oyunlarımızı üç adam biçimlendirdi. Hasan Şaş, Ümit Davala ve Yıldıray Baştürk her maçta kişiliklerini ortaya koydular. Kendi zirvelerinin üstüne çıkamadılar. Zaman zaman enerjileri yetmedi. Ancak milli takımımızın rakipleri en çok korkutan oyuncuları oldular. Fiziğini geliştirmiş, oyun oynama karakterini temizlemiş Emre de geleceğe dönük ümidimizi arttırdı. Tugaylar, Bülentler ve 30 yaşın üstündeki emektarlar yavaş yavaş nöbeti devredeceklerini gösterdiler.
Şimdi 2004 Avrupa Şampiyonası Elemeleri başlarken, Şenol Güneş ve ekibinin bu kuşak değişiminin, yumuşak geçişlerle performansı düşürmeden sağlaması gerekiyor. Türkiye’nin ikinci kuşak altın oyuncuları var. Onları cesaretle kullanabilirsek aday çerçevesini genişletip taze enerjiler bulabilirsek, istatistik oluşturabiliriz. Başarıyı sürdürebiliriz.
Kabaca bir hesap yaptım. Türk Milli Takımı, Kore’de oynayacağı üçüncülük maçının ödülü de dahil olmak üzere toplam 12 milyon 900 bin İsviçre Frangı kazandı. Mercedes’ten Pepsi’ye, İş Bankası’ndan Shell’e kadar peşindeki bir yığın dev firmanın sponsorluğu da cabası. Büyük markalar büyük logoları destekler. Futbolda AyYıldızımız artık dünya logosudur. Bunu unutmayalım.
Dünya Kupası gösterdi ki, güçlü ligi olan takımlar, aynı gücü Milli takıma da yansıtabildiği taktirde başarıya ulaşabilir. Ama liginizle Milli Takım arasında uyum sağlayamıyorsanız, Şampiyonlar Ligi’nde başa güreşen kulüpleriniz olsa da, Dünya ve Avrupa Şampiyonaları’nda hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Şimdi ligimize bakalım. Rekabet hala üç kulüple sınırlı... Kulüplerin tüm geliri yayım haklarına endeksli. Ligimizde huzur ve keyif bıraktığımız da söylenemez. Önümüzdeki sezon yayın hakkı ücretleri aksayabilir, kulüpler daralıp, bunalabilir, lig lig olmaktan çıkıp, kavgaya dönüşebilir. Futboldaki enternasyonal çehremizle domestik kılığımız çelişebilir.
Her gururun, her sevincin bir bedeli var. Aman dikkat! İşler bir anda terse dönebilir. Hayallerimizle çizdiğimiz, özlemlerimiz ve enerjimizle inşaa ettiğimiz bu güzelim kaleyi yıkmayalım.