Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Chris Corchiani, basketbol dünyasının varoşlarında dolaşan bir Amerikalı... Hayatta yapabildiği en iyi iş basketbol... Gelin görün ki, o asla bir NBA yıldızı olamadı. Bir ara Miami Heat ve Boston Celtics’de oynadı, takımda sürekli yer alamadı. Haftada 200 dolara - karın tokluğuna - Amerikan alt liglerinde mücadele ediyordu... Günün birinde hayatını değiştiren bir öneri aldı... Chris’i dinleyelim : "Washington Wizards’ın iki oyun kurucusu aynı anda sakatlanınca 10 günlük sözleşme yaptılar benimle. Karşılığında 8 bin dolar aldım. Bu para ailecek hayatımızı kurtardı. Çünkü elimde ancak birkaç dolar kalmıştı, evdeki buzdolabı boştu. Eşimin garsonluktan kazandığı para ile kıt kanaat geçinmeye çalışıyorduk..."
Sonra ekmeğini Avrupa’da aramaya başladı Chris...
1994’de Efes Pilsen’e geldi. Onu, Naumoski’nin ardından izleyenler, aynı beceri ve başarıyı göremeyince ağır biçimde eleştirdiler. Chris, elinden geldiğince işini yapmaya çalıştı.
İstanbul Ataköy’de bir apartmanın, 14. katında oturuyordu ailesiyle birlikte... Sitenin marketine zaman zaman telefon ediyor, eve gerekli yiyecek ve içecekleri dilinin döndüğü kadar Türkçesiyle, dilinin döndüğü kadar İngilizce konuşmaya çalışan çırağa sipariş vererek getirtiyordu. Bir şey dikkatini çekti. Sabah, öğlen, akşam... Gece - gündüz... Siparişlerin tümünü 13 yaşındaki çırak Kenan getiriyordu...
Dayanamadı, sordu :
"- Sen hiç uyumaz mısın ? Evine gitmez misin ? İzin yapmaz mısın ? Hangi okula gidiyorsun ? Okula gitmez misin ?"
Kenan Demir, üç - beş kelime İngilizcesiyle anlattı ki, gece gündüz çalışmak zorundadır... Çünkü karaciğerinden rahatsız olan babası çalışamamaktadır... Evin gelirini sağlamak gündeliğe giden annesi ve Kenan’ın görevidir.
Chris Corchiani, o sırada ilk çocukları Chris Junior’a hamile olan eşiyle birlikte Kenan Demir’in ailesini ziyaret etti. Küçük çocuğun okula gitmesi gerektiğini söyleyerek yardım önerdi...
Sonra aileyi de ikna edip inanılmaz bir hukuk ve bürokrasi mücadelesi vererek Kenan Demir’i evlat edindiler... Chris, eşi Stewart, Türkiye’de doğan oğulları Chris Junior ve artık Kevin diye çağırdıkları Kenan Demir, ailecek Avrupa’yı dolaşıyorlardı... İtalya, Almanya, yeniden İtalya, İspanya ve Amerika’da basketbol serüvenine devam etti Chris...
Kenan da büyüdü, 20 yaşında bir delikanlı oldu. Gittiği her okulda inanılmaz başarılar göstererek North Carolina State Üniversitesi’nden burs kazanarak yüksek öğrenime başladı. Kenan, yani Kevin, sonradan doğan Tommy (5), Anabelle (2)ve Türkiye’de doğan Chris Junior (7) ile birlikte ailenin dört çocuğundan en büyüğü... Evde gerçek bir ağabey olarak onun sözü geçiyor... Üniversitenin kros takımına seçilerek burs kazanan Kenan, yılda bir kez Türkiye’ye gelerek biyolojik anne - babasını ziyaret ediyor. Aile çok mutlu... Çünkü Chris Corchiani, önümüzdeki yıl İspanya Ligi’nde Lucentum’da oynayacak ve Kenan da Türkiye’yi daha sık ziyaret edecek.
Kaan Kural kardeşimin, bilgi okyanusuna dalarak çıkardığı bu inci, hepimizin kulağına küpe olmalı!
...Ve şu soruyu da mutlaka sormalı :
Acaba kaç sporcumuzun böyle öyküsü var ? Mehmet Özdilek’in gelirinin tümünü eğitim gönüllülerine bağışladığı o muhteşem jübile organizasyonundan başka, gelecek kuşaklara kaç öykü, kaç örnek bırakabiliriz ?

Galatasaray - Bursaspor maçından önce Ali Sami Yen’de hoş tablolar sergilendi... Bursaspor seyircisi alkışlandı... Konuk takım tribüne çağırıldı, hakçası tam da özlediğimiz gibi uygar bir ortam oluşturuldu...
Küfür mü ? Çoktan unutulmuştu !
Elbette eski alışkanlıklarından kolayca vazgeçemeyen bir grup da vardı ...
Örneğin, hemen her rakiple dalga geçmek için olmadık buluşlarla zıpırlık yapan bizim Dilek ve arkadaşları bir ara "Bursa’dan adam çıksa... Bursa’dan adam çıksa!" diye garip bir şarkıya başladılar...
Hemen önlem alındı. Gerekli anons yapıldı, taraftarlar uyarıldı...
Şarkı yarıda kaldı...
Eee, ne de olsa Başkan Özhan Canaydın Bursalı’ydı... Sapına kadar da adamdı!

Sezon başından beri Beşiktaş’ı dikkatle izliyorum...
Daha önce Türkiye’de hiçbir kulübe nasip olmamış bir onurun sahibi onlar!
2003’de 100. Yıl’ı kutlayacaklar.
Bu onur, sadece Beşiktaş yönetiminin değil, tüm Beşiktaşlılar’ın... Sadece Beşiktaşlılar’ın da değil... Türkiye’nin onurudur!
O nedenle kimseyi dışlamadan, aşağılamadan... Herkesi kucaklayarak, her kesimle dayanışma yapılarak kutlanmalı, paylaşılmalıdır.
Sadece spor tarihimizin de değil... Sivil toplum örgütlenmemizin tarihinde de en sağlam taş, Beşiktaş’tır!
Böyle bir güzellik, bu kadar büyük bir onur, "100. yılda ille de şampiyon olacağız!... Engel - rakip tanımayız !" anlayışıyla harcanamaz...
Böyle sakat bir anlayış, Beşiktaş’ın saygınlığına, Beşiktaşlılık sevgisine gölge düşürür...
Elbette, "100. Yıl’da Şampiyonluk" Beşiktaş’a çok yakışır. Taçtaki pırlanta örneği, gören herkesin gözü kamaşır.
Ama o şampiyonluk öfkeyle değil, emekle kazanılır...
Kazanma ihtirasının yarattığı körlükle değil, sporun kurallarına uyma erdemliliğiyle, saygı uyandıracak örnek davranışlarla yaşanmış bir sezon, her türlü şampiyonluktan daha değerlidir.
Beşiktaşlı yöneticiler, lige öfkeyle başladılar... İlk iki hafta hakemlerle mahkemelik oldular.
Sonra Nouma olayı, tuz - biber ekti!
Neyse ki her musibetten bir nasihat çıkarma akıllılığını geç de olsa gösterdiler.
Başkan Serdar Bilgili ve arkadaşları, hakem Ali Aydın’ın da duyarlı davranarak Nouma hakkında söylediği sözü geri almasıyla olayı kapattılar.
Şimdi yönetimin gösterdiği bu akıllı tavrı, Beşiktaş taraftarları da paylaşmalıdır...
Hakemin her kararına katılmak zorunda değilsiniz...
Ama hakemin her kararına saygı göstermek zorundasınız...
Bırakın çakınız cebinizde dursun... Onunla kalem açın, peynir kesin, ne bileyim, hıyar soyun!
Bırakın aklınız kazansın...
Duygularınıza engel olun!